Bir yönüyle sanat ayna gibidir, sinema da bu aynayı topluma çeviren etkili bir araçtır. Bu yüzleşmelerle en çok festivallerde rastlaşırız. Karanlık dönemlerde en güzel işler çıkar umuduyla geldiğimiz Adana Film Festivali, filmler seçkisi açısından harika idi sadece Ulusal yarışma adaylarının daha dengeli seçilmesi gerekirdi

Adana Film Festivali’nin ardından...

En iyi üç film

Adana Uluslararası Film Festivali’nde ulusal yarışma bölümünde izlediğimiz 12 filmin öne çıkanları hiç tartışmasız “Babamın Kanatları”, “Albüm” ve “Koca Dünya” filmleri oldu. İşçi sınıfının kanayan yarasına değinen ve derdini başarıyla aktaran Babamın Kanatları filmi ise benim kişisel favorim oldu. Kıvanç Sezer’in ilk uzun metraj çalışması olan film çok doğru kurgulanmış ve toplumsal meselesine sahip çıkarken sinema dilini kullanmış ve bu dile temel oluşturan senaryoyu başarıyla kaleme almış. Bir meseleye sahip çıkmaya çalışırken işin sinemasına kafa yormayanları her daim eleştirdim. Fakat bu sefer ne büyük bir rahatlıktır ki Babamın Kanatları meselesine samimi bir şekilde sahip çıkarken sinema yaptığını unutmamış ve hatta bir ilk film olduğunu unutturmuş bir yapım. Hakkıyla En iyi erkek oyuncu Tarık Akan ödülünü alan Menderes Samancılar’ın Tarık Akan’ı yad etmesi ve ödülünü dünyada sömürülen tüm işçilere adaması çok etkileyiciydi. En iyi senaryo ile yönetmen ödülünü alan Albüm filmi ise genç bir yönetmene gitti. Film Roy Andersson biçimselliği ile bizim halleri evrensel bir dille anlatmayı başarması açısından gayet kayda değer bir film. Tek sorun absürt tarzının içine yerleştirilen mizansenlerin zayıf ve biraz basit kalması diyebilirim. İçerik olarak seyirciyi biraz daha zorlayabilirmiş. Reha Erdem’in merakla beklenen son filmi Koca Dünya ise En iyi film ödülünün sahibi oldu. Koca Dünya sinemayı farklı bir kulvara çeken özel bir film. Fakat Erdem’in son yıllardaki filmlerinden hep aynı duygu ile çıkıyorum; etkilenmiş fakat tam anlamıyla tatmin olamamış. Biçim ve içerik ikilisinin beraber başlaması fakat ardından bu ikisinin bir noktada ayrılmaları ile hep bir şey noksan kalmış hissi uyandıran bu etkileyici filmlerin bir gün mükemmelliğe ulaşacağına inanıyorum.

Seçki dengesizliği

adana-film-festivali-nin-ardindan-189679-1.

Bir yönüyle sanat ayna gibidir, sinema da bu aynayı topluma çeviren etkili bir araçtır. Bu yüzleşmelerle en çok festivallerde rastlaşırız. Karanlık dönemlerde en güzel işler çıkar umuduyla geldiğimiz Adana Film Festivali’nin yabancı filmler seçkisi harika idi ve hangisine yetişeceğimizi şaşırdık diyebilirim. Ancak Ulusal yarışma adaylarının daha dengeli seçilmesi gerekirdi. İlk filmlerini çeken yönetmenlerin filmler, duayenlerin filmleri, vizyon görmüş popüler sinema örnekleri ve çok amatör çekilmiş filmlerin aynı kulvarda yarıştırılması herkes için haksızlık. Yarışma filmlerinden “Mehmet Salih”, “Bana Git De” ve “Dar Elbise” filmlerinin festival seçici kurulundan nasıl geçmiş oldukları sinema yazarları olarak aramızda en çok sorduğumuz sorular arasındaydı. Öte yandan bunca amatör film seçilmesine karşın Seren Yüce’nin “Rüzgarda Salınan Nilüfer” filminin yarışmaya başvurmasına rağmen neden kabul edilmediğini sanırım cevabını hiçbir zaman tam anlayamayacağız.

Zayıf halkalar

Bir ilk film Mehmet Salih başından sonuna oradan oraya savrulan olmayan sinema estetiği ve anlaşılamayan senaryosu ile amatör gözüken ve sınıfta kalan bir çalışma. Bana Git De ise kameranın arkasında ne yaptığını bilen birisinin olup olmadığını sorgulatacak cinsten bir film. Ana karakter Ali’nin derdi, sıkıntısı nedir bir türlü anlayamıyoruz. Konusu için, bir müzisyen olmasına rağmen ülkesindeki müzikleri tanımayan birinin keşif yolculuğu desek filmde müzik anlamında böyle bir keşif de yok. Aidiyet duygusu etnik bir serzeniş desek tamamen muğlakta kalıyoruz. Çağdaş Sarı imzalı Geçmiş filmi ise genç bir yönetmen bu kadar köhnemiş, boğucu bir karakter ile ilgili bir filmi neden çekmek istemiş anlamak zor. 50 yaşlarında duygu karmaşası içinde olan bir fotoğrafçı karakterinin yalnızlığı, kadınlara karşı kaba saçka tutumu, gereksiz boğucu iç çalkantıları ile kim ilgilenir ki artık.

Dar kafa

Bütün festivallerin en kötüsü diyebileceğim Dar Elbise filmi ise seyircisini bir saniye olsun ikna edemeyen sahte bir film üstelik “Gerçek Olaylara Dayanmaktadır” ibaresi taşımasına rağmen! Bizim toplumdaki iki yüzlülüğü gösterdiğini iddia eden Iraklı yönetmen Hiner Saleem’i kendi iki yüzlülüğü ile baş başa bırakıyorum. Filmi biz beğenmeyenlere karşı savunanlar da inanın filmin kendisi kadar art niyetli. Film güya (Türk?) kadınının toplumda (Türk toplumunda?) yer edinme çabasını, kadına şiddeti kara mizah yoluyla anlatıyormuş. Filmin bu mesajlarını ise biz sığ beyinli ve milliyetçi olduğumuz için hazmedemiyormuşuz ve filme tepki gösteriyormuşuz. Hâlbuki ki fanlar ve filmin gönüllü PRcıları da, filme onu anlamadığımızdan veya yüzleşme özürlü olduğumuzdan tepki göstermediğimizi pekala biliyorlar. Kendi kabahatlerini filmleri beğenmeyenler üzerinden aklamaya çalışıyorlar. O iş o kadar kolay değil ne yazık ki. Topluma ayna tutmadan önce kendi aynalarınızın tozunu alın. Neyse filmin üzerine söylenecek çok söz var ama değmez.