‘Zaten gözenekli, beklenti içinde, eli kulağında olan yaşamda’ diye başlıyor bir cümlesi Cortazar’ın ‘Andres Fava’nın Güncesi’nde. Gözenekli, yani geçişken, akışkan… Bütün bu geçişkenlik ve akışkanlık içinde başlangıçlar ve sonlar birbirine karışıyor. Şimdi önümüzde 24 Haziran diye bir başlangıç tarihi var, neyin başlangıcı, neyin sonu?..

Javier Marias’ın bugünlerde çıkan ‘Acı Bir Başlangıç Bu’ romanını okurken, romanın kahramanlarından Muriel’in sözlerine takılıp kalmıştım: ‘Ne olduğumuzu, ne olabileceğimizi ve her şeyin tek bir kıvılcımla nasıl da kolay tutuştuğunu unutmak için çok ama çok uzun bir zaman gerek.’ Çok ama çok uzun bir zaman… Ne olduğumuzu ve ne olabileceğimizi unutmak… Başlangıçlar için unutmak şart mıydı?

Marias, İspanya’daki Franco rejiminden bahsediyordu romanında. Kral’ın uzlaştırıcı tutumuyla Franco iktidarı tasfiye edilerek, geçmişte işlenen suçlar sanki hiç yaşanmamış gibi kabul edilmiş, yaptıkları haksızlık ve zalimlikleriyle ünlü devlet görevlileri dokunulmazlıklarını devam ettirmişlerdi. O zamanlardaki anlayış, meseleleri kurcalamama, ülkenin normale dönmesi için faturaları yırtma ve her şeye yeniden başlama üzerine kuruluymuş. Marias, bu toplumsal antlaşma öyle bir özümsendi ki, aynı koşul, yaşananlar anlatılırken de uygulandı diye yazmış; azılı Franco taraftarı diplomat, akademisyen ve gazeteciler bile, biyografilerini yeni baştan, sanki hiç Franco’cu olmamışlar gibi yazabilmişler ve işin ilginç tarafı, birkaç çatlak ses çıksa da çoğunluk her şeyi kabullenmiş. Türkiye’de 12 Eylül dahil pek çok dönem, bu şekilde geçiştirilmemiş miydi? Toplum, aman huzursuzluk çıkmasın, her şeyin üstünü kapatıp devam edelim demeye her zaman yatkındı. Belki de doğrusu buydu, anlaşılabilir bir şeydi. Peki ama, bütün o acıları yaşayanlara, ölenlerin yakınlarına ne denilecekti?

Paul Ricoeur, ‘Hafıza, Tarih, Unutuş’ adlı kitabında, Eski Yunan’daki Atina genel affı vakasından bahsederek, iç barışın nasıl kurucu şiddeti inkâr stratejisi üzerine kurulduğunu gösterir. Bağlayıcı bir yeminle vatandaşlara ‘kötülükleri hatırlamama’ emri verilmiştir. ‘Bir toplum sonsuza kadar kendine öfke besleyemez’ diyor Ricoeur, hafıza sansürü olmadan makul bir siyaset mümkün değildir. Psikolojiden bildiğimiz şey ise, bir savunma mekanizması olarak ‘inkâr’ın geçiciliğidir, gerçekleri çarpıttığı için kalıcı çözümlerin üretilmesine engel olur, aynı sorunlar güçlenerek yeniden ortaya çıkabilir.

Peki, yaşananlar bütünüyle unutulabilir mi? Ricouer’e göre bu mümkün değil, mutlu hafızadan bahsedebiliriz, ama mutlu unutuş diye bir şey yoktur; çünkü unutuş bir olay değildir, hafızanın küçük mucizesi her zaman mümkündür, bir anı dile getirilir getirilmez çıka gelir unutulan şey, bir anda olayı, kişiyi tanırız. Hafızanın ödüllendirme, onarma, bağışlama gibi mübadelelerle bir ilişkisi varken, unutmanın yoktur. Ricoeur, kitabın sonlarında Freud’un ‘bitirilebilir’ gördüğü psikanalizde olduğu gibi, hatırlayarak unutulan, kaygıdan kurtulmuş bir hafızadan da bahsediyor. Ama bu kolay bir şey değildi. Muriel’in ‘Çok ama çok uzun bir zaman’ gerekir dediği şey. Muriel, Franco’nun her anlamdaki ölçüsüzlüğünün, sebep olduğu acılara dair takındığı umursamazlığın, hatta bütün bu olup bitenden keyif almasının bir lanet gibi ülkeye yayıldığını, karşı tarafı da benzer bir ölçüsüzlüğe kışkırttığını söylüyordu. Bir topluma, bir ülkeye yapılmayacak bir kötülüktü bu, sonuçları hiç düşünülmemiş. ‘Hitler’den farklı olarak, bu laneti bulaştırdıklarından habersizdiler’ diyordu Muriel. Bu ‘habersizlikleri’ onları bağışlamaya yeter miydi?

Marias’ın romanları şaşırtmıştır beni her zaman, Sartre gibi doğrudan tartışıyor her şeyi, romanları aracılığıyla çok sesli bir biçimde siyasi ve felsefi hep bir hesaplaşma içinde. Romanı okurken, toplumlara bulaştırılan lanetin ancak diyalogla yok edilebileceğine dair bir düşünce uyandı bende. Diyalog, farklı düşündüğü için birisini mağlup etmek değil, birlikte ayrıntılı düşünebilmek... Mutlu unutuş, belki de bu ayrıntılı düşünmeyle mümkün olabilir. Ricoeur’ün dediği gibi, ‘Geçmişin olaylarının devamını getiren yurttaşlar’, adaletin anlamıyla tarihsel eleştiri yolunda karşılaşırlar. Adil bir hafıza olmadan birlikte yaşanamaz, rol kesilir yalnızca.

Cortazar, ‘Andres Fava’nın Güncesi’nde şöyle yazmıştı: ‘Yaşamı gözlerimiz gibi taşırız. Bize en uygun biçimde yerleştirilmiş gözlerimiz… Yaşam hep zamandan önce davranır…’