Google Play Store
App Store

Doğa ve Çocuk dersi veren Dilek Yalçın Demiralp: Betona gömülmek ya da doğanın içinde olmak o kurumları inşa edenlerin tercihi. 60 bin okulu birden dönüştüremeyiz elbet. Ama adım adım doğa dostu okul mümkün

Adım adım doğa dostu okul

SERBAY MANSUROĞLU / serbaymansur@birgun.net

Dilek Yalçın Demiralp; 2009 yılında “Çocuğumu nasıl doğru beslerim?” sorusundan yola çıkarak permakültür ile tanıştı. 2012–2014 yılları arasında özel bir anaokulunun iki ayrı şubesinde 4-5 yaş grubu çocuklara Doğa ve Çocuk dersi verdi. Aynı dersi 2014–2015 ders yılında özel bir vakıf ilkokulunda, ilkokul birinci sınıflara vermeye başladı ve vermeye devam ediyor. Okullarda permakültür çalışmaları ile ilgileniyor.

En çok tüketenlerin şehirler olduğuna ve şehirlerde permakültürle fark yaratılabileceğine inanıyor. Çocuklarımıza daha düzgün bir gelecek bırakılabileceğini düşünüyor.Dilek Yalçın Demiralp ile okulları, eğitimi, çocukları ve dönüşümü konuştuk.

>>Türkiye'de 60 binin üzerinde okul kurumu var. Okullarımızın oyun alanlarına varıncaya kadar neredeyse bütünü betonarme. Bu okullarımızı doğa dostu bir yapıya dönüştürmemiz mümkün olur mu?

Betona gömülmek ya da doğanın içinde olmak, bu yöneticilerimizin, ister özel, ,ister devlet olsun, o kurumları inşa edenlerin tercihi. Ama tercihlerimizi kendi isteklerimiz doğrultusunda kullanmak da bizim becerimiz olmalı. Doğa dostu bir yapının mümkün olmasını istersek, mümkün.

''Richard Louv'' ve ''Doğa Yoksunluğu Sendromu''ndan bahsetmek doğru olur. Richard Louv, ''Doğadaki Son Çocuk'' kitabında, doğadan giderek uzaklaştığımızı, uzaklaştığımız şeyden korktuğumuzu, korktuğumuz için de kendimize güvenli bölgeler inşa ettiğimizi, bunun da yolunun betondan geçtiğini çok güzel bir şekilde özetlemiş. Zincirleme kimya reaksiyonu gibi değil mi? Hepsi çok basit bir noktadan başlıyor ve sökülüp gidiyor.

Doğada büyüyen bir çocuk, ondan uzak kalamaz. Eninde sonunda doğanın içinde olmak ister, bağlantısını kopartmamak ister. Gözlem yapmayı ya da içinde olmayı sever. Çocukluğumda, ben ve yaşıtlarım, sokakta oyunlar oynayarak, büyüklerimizin bir gözü de üzerimizde olarak büyüdük. Günümüzdekilere benzer tehlikeler, korkular o zaman da vardı. Ama bir şekilde biz kopmadık, oynadık, ağaçlara tırmandık, ağaçlardan elimizle meyve topladık, yakan toplar, ip atlamalar, ağaç dallarına salıncak kurmalar, saklambaçlar ve daha nicelerini oynayabildik ve bunu İstanbul'un göbeğinde gerçekleştirebildik. Ama benden sonraki nesillerde ne yazık ki giderek azaldı bu dışarıda oynayabilme şansı. Kendi kızımın çağı ise en şansız dönemde. Bizim oynadığımız pek çok oyunun adını dahi bilmiyorlar ve belki de hiç öğrenme şansları olmayacak. Evim doğduğum yer hala. Arada 6,5 sene İngiltere'ye gidiş ve dönüş var. Ama doğup büyüdüğüm evde kızımı da yetiştirmek istedim, bazı sağlık problemleri de girince araya, dönünce aynı yere yerleştik. Ama görüyorum ki, çocukluğumdan bu yana korkularımız artmış ya da bize öğretilen başka korkular içimize yerleşmiş. Hijyen korkusu mesela, bulaşıcı hayvan hastalıkları korkusu, zehirli bitki var mı endişesi mesela. Bundan 40 yıl önce, üzerinde yatıp yuvarlandığım otlarda kızım aynı şeyi yapamıyor. Neden? Hayvansever komşularımız kedi nüfusunun artmasına yardımcı oldu. Kedi mamaları heryerde, mamaların çektiği memeliler, bozunması ile oluşan mantar ve küfler... Kedi dışkıları da... Kokudan önünden geçilemeyen ağaç araları var. Belli bir eğitimi almış ve o eğitime bağlı olarak da geç anne baba olmuş bir nesildeniz aynı zamanda. Okuyorsunuz, öğreniyorsunuz ya da bir şekilde karşınıza çıkıyor kedilerden bulaşan hastalıklar. Hatta hamile iken doktorunuz aman uzak dur kedilerden, dışkısından bulaşan hastalıkla çocuğunu düşürebilirsin diye aklınıza sokuyor en başta. Haydi bu şartlarda iç rahatlığı ile bırak çocuğunu o otlara yuvarlansın da göreyim... İnsan kendinde suçluluk hissediyor. Üst kat komşumuz kedi tüyünden kist olduğu için ameliyat olan arkadaşlarının çocuğunun durumundan korkup, 5 yaşına kadar kendi çocuğunu kucağında taşıdı kedili bölgeden geçerken!!!

adim-adim-doga-dostu-okul-100166-1.

Bir de diğer açıdan bakalım. Aynı riskler 40 yıl önce de vardı ama biz o otların üzerinde yuvarlanıyorduk. Hatta otların kökünü çıkartıp suyu için dişimizle kemiriyorduk. Kaldırıma oturup çekirdek çitliyorduk. Bunları itiraf edemiyoruz, çocuğumuza ama kedilerden şu hastalık bulaşır, aman yaklaşma, aman dikkat diye korkuları aşılıyoruz.

Sümüklüböcek görünce havalara sıçrayan anneler var. Örümcek görünce düşüp bayılanlar. Bundan 40 yıl önce kaç kadın örümcek diye bayılırdı ya da bağırırdı? O zamandan bu zamana artış ne kadar?

Korku öğrenilen bir davranış, çocuk da anneyi taklit ediyor ve bu şekilde nesillere de aktarılıyor. Hani merdiven altından geçme, uğursuz derler ya o misal. Oysa tehlikelidir, kim bilir belki de bir anne çocuğunu korumak için öyle deyivermiştir... İşte o korkular ve alışkanlıklar, bugüne betonlar, griler arasına sığışmayı getiriyor. Bahçede koşmasın çocuk, düşmesin, düşerse canı yanmasın... Okul sorumlu olacak. O zaman ne yapılıyor, koşup oynayacağı alanlar sınırlanıyor, düşerse yara almayacağı özel lastik döşemeler getirilip konuluyor. Çünkü kafalar artık böyle çalışmaya ve bu açıdan bakmaya alışıyor. Düşmenin doğal bir davranış olacağı, çocuğun düşe kalka büyüyeceği algısı siliniyor... Ama o plastiklerin, döşemelerin karsinojenik etkileri düşünülmüyor.

Örnekler ve konu böyle uzayıp gider, sorunuza dönersek, algıyı değiştirmeyi ve bir de diğer tarafı görmeyi denersek, göstermeyi başarabilirsek, adım adım herşeyin değişebileceğine inanıyorum. 60 000'i birden aynı anda değil ama adım adım, kendileri istedikçe(zorlama ile bir yere varılmaz) değişecebilecektir.

Ayrıca bu okul ya da eğitim kurumlarının hepsi büyük şehirlerde değil, bahsettiğiniz durum büyük şehir ağırlıklı, çok şükür ki, ilçe ve köylerde hâlâ kocaman bahçesi olan, tek katlı okullar da var. Taşımalı sistemle çok katlı bir okula çocukları tıkıştırmaktan da vazgeçmek gerek elbette. Eğitim kurumlarını sadece okul olarak değil, küçük büyük ayırmadan, her yaş için farklı eğitimlerin yeralabileceği ''eğitim kurumu'' olarak kullanmak gerek. O zaman dönüşümün kendi içinde yavaş yavaş gerçekleşeceğine inanıyorum.

Elbette bir başka sorgulanması gereken kısım da ''eğitim ve kelime anlamı'' Kimin karşısında ne kadar eğileceğimiz, pardon eğitileceğimiz. Ama ona da değinirsek konu çok uzar...

>>Permakültür anlayış okullarda nasıl uygulanabilir?

Bir permakültür furyasıdır gidiyor son dönemde, ama duyduklarımızın ne kadarı permakültür ve hatta nedir bu permakültür?

Permakültürü, etik temelli, sürdürülebilir yaşam yerleşkeleri tasarım bilimi olarak tanımlıyoruz. ''Permanent'' ve ''Agriculture'' kelimelerinin yanyana getirilmesi ile oluşturulmuş. Kalıcı tarım uygulamaları diye de tarif edenler var. Ama böyle bir tanım kullanırsak, permakültür tam anlaşılamaz, eksik kalır. Zira içerisinde kendi yiyeceğinizi yetiştirmek var, sistemin kendi içerisinde kendi enerjisini üretmesi var, su sistemleri var, var da var, saymakla bitmez, ihtiyaçlara göre tasarlanan bir sistem... Hiçbirşeyin olmadığı yerde ya da herşeyin olduğu bir şehirde kurabiliyorsunuz bu sistemleri. Üç temel etik ilkesi var. Bunlar:

- Doğayı gözet

- İnsanı gözet

- Elde etmiş olduğun fazlayı ilk iki ilkeye vakfet

Herşey, bütün sistemler bu 3 etik ilke ile sorgulanıyor. Ben bir enerji sistemi kurduysam, bu doğadaki bir başka canlıya zarar veriyor mu? Doğayı gözetiyor mu? Ya da insanları gözetiyor mu? Benim kurduğum bu sistem yüzünden herhangi bir canlı zarar görüyor mu? Bu soruları sormaya başladığınızda pek çok başka sorunun da cevabı ortaya çıkmış oluyor.

Okul boyutuna dönersek, okul içerisinde doğayı gözeten, insanı gözeten ve elde edilen getiriyi de ilk iki ilkeye vakfeden bir sistem kurabiliyor muyum ya da kurmayı başarabilir miyim sorusu ile başlıyorsunuz. Bunun maddesel boyutu var ama daha önemlisi sosyal boyutu. Çünkü okul bir ihtiyacı, hizmeti karşılıyor ve herşey ''insan'' üzerinden yürüyor. Hal böyle olunca da insan ilişkileri çok büyük önem kazanıyor. Zaten Bill Mollison da, Tasarımcının El Kitabını işaret ederek, bütün kitabın en önemli bölümü Sosyal Permakültür kısmı diyor. Siz bir arazi aldınız, ektiniz, biçtiniz ama komşularınızla ahenkli bir dostluk, ilişki sağlayamadınız, geldiler bütün çöplerini ürünlerinizin üzerine döktüler ne yaparsınız? Sosyal permakültürü düşünmediğiniz için bütün tasarımınız da çöp olur. O yüzden tasarım ve bu tasarımda da sosyal kısım çok önemli.

Okullarda da niyetiniz güzel, bir yerden başlıyorsunuz, güzel adımlar atıyorsunuz ama yönetim buna karşı ise eliniz kolunuz bağlanıyor. Bunun olmaması için de kullanabileceğiniz teknikler var ama ''zaman'' akıp gidiyor. O yüzden yoğurdunuzu maya tutabilecek bir süte mayalarsınız değil mi? İçinde antibiyotik olan süte istediğiniz kadar maya çalın, tutmaz!

Nasıl sorusunun cevabı ilk bu adımla başlıyor. Sonrasında ise bir değişim, dönüşüm sözkonusu, baştan fiziksel bir değişim olarak görünse de, aslında kökten bir değişim bu. Her bileşene sirayet edecek bir değişim. İyi özümsenmesi ve yozlaştırılmaması gerek. İşinin ehli bir ya da bir grup tasarımcının elinden çıkması gerek. Bu tasarımcılar eğitim kurumlarını, eğitim alacak olanların ihtiyaçlarını, yasaları ve ellerinde var olanı iyi bilmeli ve ona göre şekillendirmeliler.adim-adim-doga-dostu-okul-100165-1.

Yoldan geçen herkes tasarım yapamaz ve bir okulun faaliyetlerinde permakültür terimini kullanabilmesi için, bir permakültür tasarımcısı tarafından tasarlanmış olması gerek. Permakültür tasarımcısı olabilmek için de 72 saatlik bir kursu tam katılımla bitirerek, permakültür tasarım sertifikasını alabilmiş olmak gerek.

Okulun bahçesi ile de sınırlı değil ve bitmiyor. Bölümler arası ilişkiler, binanın yapısı, inilip çıkılan merdivenler, ışık, su, kullanılan enerji ve daha birçok konu giriyor işin içine. Tüm bunların ahenkli bir şekilde tasarlanması gerekiyor. Kopyala yapıştır ya da standardizasyon da uymuyor. Her okulun kendi dinamikleri içerisinde değerlendirilerek yapılandırılması gerekiyor. Bunları tek tek sayınca zormuş gibi görünüyor ama bir ucunu tutunca, profesyonel olarak bu işi yapan birisi için çorap söküğü gibi diğer kısımları da geliyor ve sistem oturtulabiliyor. Çalışıp çalışmadığı test ediliyor, aksayan bir kısım varsa, yeniden düzenlenerek devam ediliyor. Dedim ya mümkün olması istenirse, mümkün olmayacak hiçbir şey yok.

>>Sizin çalışma yaptığınız okullar var mı?

Ben ilk olarak 4 yıl önce kızımın anaokulu ile çalışmaya başlamıştım. 2 sene orada müfredatını benim oluşturarak adını ''Doğa ve Çocuk'' koyduğum dersi verdim. Amacım öncelikli olarak, çocuklarda farkındalığı arttırmaktı. Doğuştan içgüdüsel olarak getirdikleri yeteneklerin farkına varmalarını sağlamak istedim. Bir yandan iç mekanda dersler, diğer yandan da bahçede çalışmalar yaptık. İlk sene aynı okulun bir şubesinde, ikinci sene de iki şubesinde hem ders, hem de bahçe yaptık. Minik bir gıda ormanı kurduk. Ağaçlar diktik, bitkiler ektik. Çocukların reaksiyonları müthişti. Amaç farklı olsa da ağaçların da çocuklar gibi aşı olması, evde gözlerinin önünde kendi ektikleri bitkilerin büyümesi onları büyüledi. Örümceklerden korkan çocuklar, onları beslemeye, resmini çizmeye başladı. Sümüklüböcekleri ellerine alıp sevmeye başladılar. Ancak o okul için İspanyolca dersleri, Doğa ve Çocuk derslerinden daha öne geçince ve kızım da büyüyünce, orada çalışmayı bıraktım.

Gene kızıma ilkokul arayışı içerisinde iken, şimdi çalıştığım İSTEK Bilge Kağan İlkokuluna bakmaya gittik. Orada yaptığım çalışmalardan bahsettim ve daha sonra da eşim ile oturup, kızımızın 5,5 yaşında okula başlamamasına karar verdik. Biz evde anne kız doğada neler yapabiliriz diye düşünürken, okulumuzun müdüründen bir telefon geldi, görüşmeye çağırdı ve aynı dersi kendi okullarında vermemi istedi ve 2014 – 2015 eğitim döneminde orada çalışmaya başladım. Dersin paralelinde bahçe de yapmaya başladık. Ardından velilerle seminerler yapmaya başladık. Sosyal sorumluluk projelerinin konusu ekoloji olmaya başladı, mesela bu sene Adım Adım koşusunda Tohumlar Kampüse projesi için koştu öğretmen, öğrenci ve velilerimiz. Böylece bir okul İspanyolca derken, bir başkası kalpten ve gerçekten minik bir dönüşümü başlatmış oldu. Bu dönüşüm tamamen müdürümüzün eseri. Ben anlatıyorum, o talep ediyor, ortada buluşup dönüştürmeye çalışıyoruz. Müdürümüz inanmasa ve talep etmese hiçbir adım gerçekleşemez.

İlkbaharda çocuklarla birlikte ektiğimiz tohumlardan oluşturduğumuz, anahtar deliği şeklindeki bahçemiz yazın coştu. Çok küçük bir alanda, yerek tohumlardan 2 farklı tür mısır, 2 farklı tür ayçiçeği, bal kabağı, lif kabağı, barbunya, börülce, sivri biber, Latin çiçeği ve kadife çiçekleri yetiştirdik ve daha sonra da bunların tohumlarını alıp bir sonraki sene için sakladık. Biraz da tohum takası için ayırdık. Bahçeyi kış için bozmaya kıyamıyoruz zira hala biberler çiçek açmaya ve ürün vermeye devam ediyor. Bal kabağı da aynı durumda. Hem hâlâ kabak veriyor, hem de hâlâ çiçek açıyor. Böylelikle doğanın döngülerini ve iklimsel değişimleri de gözlemlemiş oluyoruz.

Okulumuz Eko Okullar programına kayıtlı ve bu sene ''SU'' konusu üzerinde çalışıyoruz. Çatılarımızdan birinden ''yağmur suyu hasadı'' yapmaya başlayacağız. Hidrofonik sistemlerle yenilenebilir enerji ile neler yapacağımıza bakacağız ve yemek/cooking dersinde ağırlıklı olarak bahçemizin ürünlerini işlemeye çalışacağız.

Bir de danışmanlık yaptığım okullar var. Dönüşmek isteyen ve nerden başlarım sorusu ile gelen. Kendi içlerinde neler yapabileceklerine dair fikirler veriyorum, kendilerine uygun olanlarla başlıyorlar.

>>Böyle okulların dünyada örneği var mı?

Ağırlıklı olarak alternatif eğitim sistemleri uygulayan okullar var. Permakültürü de içine alan okullar var. Tam olarak dönüşüm gerçekleştirmişler mi, ne kadar gerçekleştirmişler, onu gidip yerinde incelemek gerek. Ama Bali'de Green School var mesela, yanında permakültür tasarımcılarının tasarladığı minik bir çiftliği var, yerel doğal mimari ile inşa edilmiş binası, kullandığı enerji kaynakları ekolojik, su ve gri su arıtma sistemleri ve farklı bir eğitim modeli var. Dünyanın pek çok ülkesinden öğrenci kaydolmak için sırada.

Rehabilitasyona ihtiyacı olan çocuklarla yapılan çalışmaları içeren okullar var.

Gıda üzerinden yola çıkılıp, bahçe kurulmuş ve bahçe ile dersleri entegre edilmiş okullar var.

Permakültürün ana vatanı Avusturalya'da benzer çalışmalar yapan arkadaşlarımız var, öncülerimiz var.

>>Zorlukları, engelleri var mı? Nelerdir?

Bir işe başlarken, onu negatif ve pozitif yapmak bizim elimizde, var etmek ya da başlamadan yok etmek de. O yüzden bu terimleri gözümüzde büyütmeden bir yerden başlamak gerektiğine inanıyorum. Atalarımız ''kervan yolda düzülür'' demişler, var bir bildikleri...

>>Permakültürle tasarlanan okullar için Milli Eğitim'e hangi görevler düşüyor?

İzinler önemli. Benim dersim için hala atama yapamadılar mesela. Bu konudan da epey uzun bir liste çıkar. Ama kısaca öncelikli olarak önümüzü açabilecek izinler, kanun değişiklikleri olsa ne iyi olur diyebiliyorum.

>>Böyle okullar eğitimi nasıl dönüştürür?

İyiye ve güzele doğru dönüştüreceğine inanıyorum. İçinde canlı varlıklara karşı sevgi olan, onlara zarar vermeden büyümeyi ilke edinen bir çocuk, büyünce de iyi, doğru, ahlaklı bir insan olur. Ben kendi adıma, doğa sevgisi ile bunu aşılamaya çalışıyorum. Eğitimde en üst seviyelere çıkan insanlarla karşılaşıyoruz hayatımızda, ama eğitim aldığı ve uzman olduğu konu her ne olursa olsun, ilk olarak iyi, doğru, ahlaklı bir insan mı diye bakıyor ve sorguluyoruz. Yoksa aldığı eğitimin pek önemi kalmıyor kanımca. Bunun yanında çocukların keyifle, zevk alarak ilerledikleri bir eğitim olur böyle okullarda uygulanan. Biz eğitim yaşantımızda hep teorik olarak gördük dersleri, konuları. Elimize alıp inceleyemedik, duyamadık, hissedemedik. Ama biz şimdi derslerimizde kompost solucanlarını elimize alıp inceliyoruz mesela, nasıl yeniden toprak yaptıklarını görüyor, öğreniyoruz. Bir bitkinin nasıl büyüdüğünü gözlemliyoruz. Tüm bu evrelerde, tarihi, coğrafyayı, matematiği ve diğer dersleri de kattık mı işin içine eğitim kendiliğinden gelmiş, akıp geçmiş oluyor. Geçen sene müzik öğretmenimizle koridorda karşılaştıkça bugünün konusu ne diye soruyordu, müfredatlarında varsa, ona göre bir şarkı öğretiyordu mesela çocuklara. Koridorda yanımızdan geçerken başlıyordu söylemeye hatta. Ağaçlar ise ağaçlarla ilgili, arılar ise arılarla ilgili. Çocuklar farklı açılardan bakmayı da öğreniyor böylece. Düşünsenize hem eğlendiğiniz, hem de öğrendiğiniz bir eğitim modeli olsaydı okulunuzda ne hissederdiniz?

>>Bu okullarda yetişen çocuklar dünyamızı kurtaran bireyler olabilir mi?

Dünyayı kurtarmak çok iddialı bir terim, bozmasak yeter bence. İlk adım kendi içimizde atılıyor ve dünyayı bozmayacak şeyler yapmaktan geçiyor. Bu noktada dönüp gene permakültürün etik ilkelerine bakıyoruz. Ne diyor? Doğayı gözet, insanı gözet, elde etmiş olduğun fazlayı ilk iki ilkeye vakfet! Bu ilkelerle yola çıkınca, içinde bulunduğumuz durumdan daha kötüye gitmemekle başlıyor herşey ya da bir deniz yıldızını yeniden suya atmakla...