Adım adım Pakistanlaşma!

Suriye içine düştüğü kaos ve artık iyice küresel bir tehdit halini alan İslamcı radikalizm nedeniyle Afganistan’la kıyaslanıyor. Türkiye de Suriye’ye müdahil olma biçimi, cihatçılara verdiği destek ve bu şiddetin bumerang misali kendisine dönmesi nedeniyle Pakistan’a benzetilir oldu. Üzücü ama yanlış bir kıyaslama değil.

Peki nedir bu Pakistanlaşma?

Pakistanlaşma, içeride dinselleşme politikaları dışarda ise Pan-İslamist yayılmacı hevesler uğruna ülkenin İslamcı radikalizme teslim edilmesidir.

Her şey Pan-İslamist darbeci general Ziya-Ül Hak’ın işbaşına gelmesiyle başladı. Zülfikar Ali Butto’yu deviren Ziya-ül Hak’ın iktidar koltuğuna oturmasıyla Pakistan, ABD ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle 1980’ler boyunca Sovyetler Birliği’ne karşı Afganistan’a müdahil oldu. Yıllar yılı “mücahitlere”, radikal İslamcı yapılara destek verdi.

Bir taraftan mücahitleri beslenirken öte yanda içeride hızla bir İslamcılaştırma politikaları devreye sokuldu. Sosyal siyasal yapı İslamizasyon projesi kapsamında yeniden dizayn edildi. Ordu, polis, istihbarat, bürokrasi, yargı. Bütün bu politikalardan payına düşeni aldı.

İçerideki dönüşüm devam ederken paralelinde “Pakistan Pakistandan büyüktür” denilerek yayılmacı arzular depreşmeye başlandı! Tıpkı neo Osmanlıcılar gibi fetih rüyaları gören Pan-İslamcı Ziya-ül Hak Pakistan’ın nüfuz alanını Afganistan, Özbekistan, Tacikistan ve İran’ı kapsayacak şekilde genişletmek istedi.

•••

‘Stratejik derinlik’ hayaliyle Afganistan’ın başkenti Kabil’de Cuma namazı düşleri kurdu. Bu düş uğruna Afganistan’daki etnik ve siyasi krizi derinleştirdi, bunu yaparken de ülkeyi “cihat otobanı”na çevirdi.

Sovyet varlığı nedeniyle pan-İslamist strateji ABD’nin de desteğini aldı. Peşaver, Vahhabi ve Selefi grupların üssüne dönüştü. Ziya-ül Hak bir yandan dünyanın dört bir tarafından gelen cihatçıları Afganistan’ın başına salarken, mücahitleri ABD’ye “özgürlük savaşçıları” olarak pazarladı. AKP de cihatçılar için benzer bir taktiğe başvurdu.

Pakistan hem Hizb-i İslami hem Taliban’ın militan kaynağını oluşturan Peştunlar üzerinden Afganistan’da nüfuz savaşına girişti. Pakistan ülkeye sığınan üç milyona yakın Afgan mülteciyi mücahit devşirme havuzuna dönüştürdü. Medreseler cihat yuvası oldu. Sınır hattındaki kamplarda cihatçılara silahlı eğitim verildi.

Esas patron ABD’ydi, İslamabad taşerondu. CIA, Pakistan üzerinden milyar dolarlık programlarla “mücahitleri” Sovyetlere karşı seferber etti. Bu yolla on binlerce savaşçı eğitildi. Taliban militanları Pakistan’da finanse edildi, eğitildi, silahlandırıldı. Pakistan istihbaratı ISI, Taliban iktidarı ele geçirdikten sonra da her türlü desteği sürdürdü.

•••

Pakistan Afganistan’dan devşirdiği binlerce silahlı mücahidi ve cihatçı grupları daha sonra Keşmir’de Hindistan’a karşı da kullandı.

11 Eylül 2001’de ikiz kule saldırılarının ardından Pakistan, Taliban’la işbirliğine mesafe koymaya çalışınca silahlar asıl sahibine döndü.

İslamabad başta İran ve Türkmenistan olmak üzere komşu ülkelere Taliban’ı kontrol edeceği garantisini verdi. Ancak başarılı olamadı. Radikal İslamcılar kontrolden çıkmıştı artık. İslamabad Taliban’ı kontrol edemediği gibi Tehrik-i Taliban zaman içinde Pakistan’ı kan gölüne çevirdi.

İçeriden ve dışarıdan beslenen İslamcı radikalizm sonucunda onlarca örgütün at koşturduğu bir ülke yaratıldı. Şiddetin, katliamların eksik olmadığı bir coğrafya. Artık her bir siyasetçi bu İslamcı radikalizmin tesirinin altında. Pervez Müşerref de, Navaz Şerif de diğerleri de…

Ülkeyi radikal İslamcılığın odağı haline getiren politikalar yüzünden Vahabi/Selefi zihniyeti ülkenin tüm hücrelerine sirayet etti. Askeri istihbarat örgütünden ordusuna, emniyetinden yargı ve bürokrasisine kadar her taraf cihatçılar tarafından kuşatıldı!

•••

Pakistan’ın tarihi ve bugünkü durumu, Türkiye için adeta bir ders. Pan-İslamcı yayılmacı hayaller peşinde koşan gerici iktidarların ülkeyi sürüklediği uçurumu görmek açısından adeta bir laboratuvar...

Neo Osmanlıcıların gerek komşu ülke Suriye’deki savaşa müdahil olmasıyla gerekse de Selefi-Vahhabi yapılarla kurduğu “derin” ilişkiler fena halde Pakistan’ı çağrıştırıyor. Ve elbette ki ortaya çıkan sonuçlar da… Beslenen, kollanan, desteklenen cihatçılar bumerang misali Türkiye’yi vurmaya başladı. Bugünlerde bunun sayısız örneğine tanık oluyoruz.

Bölgedeki kaosun ortaya çıkardığı türbülansı bölgesel güce devşirme hevesi ve bu uğurda uygulanan mezhepçi dış politika nedeniyle ülke ciddi şekilde bir “Pakistanlaşma” tehlikesiyle karşı karşıya.

Taliban’ı yaratan Afganistan ve Pakistan sürecini yakından izleyen uzman Pakistan’ın önde gelen uzmanlarından İslamabad’daki Araştırma ve Güvenlik Çalışmaları Merkezi’nin kurucusu İmtiaz Gül, bugün BirGün’de okuyacağınız röportajında da görüleceği üzere bu tehlikelere önemle dikkat çekiyor.

İslamcı örgütlerle iş tutarsanız, bunun sonu felaket olur. Er ya da geç iş tuttuğunuz bu radikal İslamcılar bir bumerang gibi size dönecektir. Pakistan hâlâ bu işbirliğinin bedelini ödüyor. Yakın tarih bunun birçok örneğiyle dolu.