Reşad Ekrem Koçu, “İstanbul Ansiklopedisi”nde Ahmet Mithat Efendi’yi şöyle anlatır: “Büyük gazeteci, İkinci Abdülhamit devrinde popüler romancılarımızın en velut ve şöhretlisi. Osmanlı Tarih Encümeni azası ve Darüşşafaka muallimlerindendi. 1844’te İstanbul Tophane’de Kabataş Mahallesi’nde doğdu. Babası Bezci Süleyman Ağa adında fakir bir adamdı. Anası Çerkeş’ti. Babasını henüz beş-altı yaşlarındayken kaybetti. Kumbaracı Yokuşu’ndaki sübyan mektebinde ve bir müddet de rüştiyede okudu. Anasının ilk kocasından oğlu Niş Voyvodası Hafız Ağa, İstanbul’da sıkıntı içinde bulunan anası ve üvey kardeşi Ahmet Mithat’ı Niş’e getirmişti, ki o sırada Ahmet Mithat’ın 17-18 yaşlarında olması gerekir. Üvey abisinin delaletiyle Mithat Paşa dairesine kapılanan delikanlı kısa bir zaman içinde zekâ ve ciddiyetiyle paşanın sevgisini kazandı. Öyle ki o zamana kadar sadece ‘Ahmet’ denilen bu gence I. Meşrutiyet’in lideri kendi adını mahlas olarak verdi.”

Bir başka Ahmet, Necati Cumalı ilk şiirini 1939 yılında Urla Halkevi’nin dergisi “Ocak”ta “Ahmet Necati” adıyla yayımlar.

Bir de bakar ki, çevresinde “Ahmet” adında birçok şair bulunmakta: Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas, Ahmed Arif, Ahmet Oktay, Ahmet Köksal...

“Bir Ahmet eksik olsun” diyecek ve daha sonraki şiir ve yazılarına imzasını “Necati Cumalı” olarak atmaya başlayacaktır.

Cumalı’nın “Kızılçullu Yolu” şiiri de 1942 yılında Ahmet Necati adıyla yayımlanacaktır.

Behçet Necatigil, ilk şiir kitabı “Kapalı Çarşı”yı 1945 yılında Behçet Gönül adıyla yayımlar. Çünkü o yıllarda nüfusa kayıtlı adı Behçet Necati Gönül’dür. 1951 yılında soyadını değiştirmek için “isim tashihi” davası açar. “Gönül” olan soyadını “Necatigil” olarak değiştirmek için mahkemeye başvurmuştur.

Fazıl Hüsnü Dağlarca da tanıklardan biridir.

Duruşma sırasında yargıç, Behçet Hoca’yı gösterip Dağlarca’ya sorar:

“Bu beyefendi kim? Onu nasıl tanıyorsunuz?”

Dağlarca, bir an orada bulunduğunu unutup “Behçet Necatigil” yerine, dalgınlıkla “Ben bu beyefendiyi Behçet Necati Gönül olarak tanıyorum” diyecektir.

Şairin dalgınlığı işte…

Neyse ki, duruşma salonunda bulunan öteki iki tanığın “Behçet Necatigil” demesi üzerine “isim tashihi” gerçekleşecek ve Behçet Hoca daha sonra çıkacak kitaplarında “Behçet Necatigil” imzasını kullanacaktır. (Ertan Mısırlı: Fazıl Hüsnü Dağlarca Günlüğü)

Salâh Birsel, “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu” kitabında İlhan Berk’in soyadı serüvenini anlatır.

1934 yılında Soyadı Yasası’nın çıkmasından sonra İlhan Berk, Nurullah Berk’in soyadına hayran kalacak ve hemen kendi soyadını (Birsen) atarak onun soyadını kullanmaya başlayacaktır.

Bu değiştirme bir kez İlhan Berk’in işine de yarayacak ve “Tan” gazetesine götürdüğü bir yazı Nurullah Berk’in sanılıp yayımlanacaktır.

Fakat İlhan Berk yazısının parasını almak için gazeteye gittiği zaman durum anlaşılacaktır.

Bundan sonra da İlhan Berk’in yazısı da bir daha “Tan” gazetesine giremeyecektir.

Bu yanılgıya yol açan İlhan Berk’in o sıralar -bu tutumu 1953’lere kadar sürmüştür- adının başına bir de büyük “N” harfi oturtmasıdır.

Oysa “N”nin bu kez Nurullah Berk’le bir ilgisi yoktur. Bu İlhan Berk’in eski adı Niyazi’den kalmadır.

İlk şiir kitaplarından “Güneşi Yakanların Selamı”, “Türkiye Şarkısı” ve “Günaydın Yeryüzü”nde adının başında “N” harfini eksik etmeyecektir.

Bana gelince 1962 yılından beri yazı ve şiirlerimde Refik Durbaş’tan başka imza kullanmadım. Bir istisna: 60’lı, 70’li yıllarda Soyut dergisi ve Cumhuriyet gazetesinde o sayıda kendi imzam varsa ikincisini takma adlarım Sıtkı (babamın adıdır) Sipahioğlu ve Fikret Kaynakçı olarak yayımladım.

•••

Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır, babasının Saray’ı ürküten varlığı yüzünden adını saklamak zorunda kalacak, eserlerini A. Nadir imzasıyla yayımlayacaktır. Ancak siyasi hava değiştikten sonra Namık Kemalzade Ali Ekrem adını kullanacaktır. Halid Ziya Uşaklıgil’in asıl adı Mehmed, yani Mehmed Halid. Tevfik Fikret, ilk şiirlerini Mehmet Tevfik imzasıyla yayımlayacaktır. Ali Mümtaz Arolat ilk şiirlerinde “Seza” adını kullanır. Aka Gündüz’in asıl adı Enis Avni. Cahit Külebi’ye göre “bir dudağı yerde bir dudağı gökte, sarışın ama alçak sesle konuşan biri” olan Ahmet Kutsi, öğretmenlik yaptığı Sivas’ı çok sevdiği için Soyadı Yasası çıkınca (Tecer dağından) Tecer soyadını alacaktır. Abdülhak Şinasi Hisar’ın babası Mahmut Celalettin Bey, oğluna sevdiği iki yazarın adını verecektir: Abdülhak (Hamit) ve Şinasi.