Sözün özü, Adnan Oktar gurubu dünden bugüne hep, tehdit, şantaj, kirli para ve güç ilişkileriyle anılıyorsa, geride bıraktığımız 19 yılın “karanlığını” aydınlatacak ışık biraz da burada, tehditlerin içeriğinde saklıdır

Adnan Oktar ve karanlıkta kalan yıllar

Aydın Tonga

Öyle bir soruşturma ki, yaklaşık 200 insan gözaltında, bu sayıdan daha fazlası için gözaltı kararı çıkarılmış. Soruşturma kapsamında şüphelilere yönelik 31 ayrı suçlama var ve bu soruşturma için tam 40 Cumhuriyet savcısı görevlendirilmiş. Dahası bu gözaltı ve operasyon dalgasının devam edebileceği de söylenmekte.

Tahmin edileceği üzere Adnan Oktar soruşturmasından bahsediyoruz. İfade ettiğimiz gibi oldukça büyük bir operasyon bu. Tehdit, şantaj, taciz ve mali usulsüzlükler, Oktar ve grubuna yönelik suçlamaların başında gelmekte. Üstelik bu suçlamalar öyle yenilir yutulur cinsten de değil. Örneğin iddialara göre sözü edilen grup kadınları neredeyse çocuk yaştan itibaren farklı yöntemlerle bünyesine katıyor, süreç içerisinde aileleri ile bağlarını koparıyor ve nihayet tehdit ve şantajla onları örgütte kalmaya zorluyordu. Adnan Oktar gurubu ile ilgili dile getirilen bu korkunç iddialar oldukça fazla. Lakin korkunç olan durum sadece bu değil. Zira Adnan Oktar grubu aynı zamanda o dönemlerde “Kur’an Ahlakı” kitap dağıtıyor, bu kitapta “Müslümanların yüz akı” denilen gazetelerde yayınlanıyordu. Benzer biçimde eş zamanlı olarak muhafazakâr basının bir kısmı Oktar’ın kitaplarının reklamını yapıyor, bu yapıdan büyük paralar elde ediyordu. Oysa yine o günlerde Adnan Oktar grubu “Evrim Aldatmacası” kitabını BirGün’de reklam olarak yayınlatmak için ciddi ödemeler teklif etmiş ve fakat gazetemiz o ilanı yayınlamayarak anılan gruba şu yanıtı vermişti: “Bizler satılık değiliz”.

Adnan Oktar grubu karşımıza birdenbire “örgüt” gibi çıkan, ortalığa saçılan iddialarla kan donduran bir grup değildi.

Duymak isteyen için onlarla ilgili iddialar dün de aynıydı. En son 1999 yılında gruba operasyon yapılmış ve malum yapı yine tehdit, şantaj, özel hayatı gizlice kaydetmek gibi iddialarla suçlanmıştı. O günden bugüne tam 19 yıl geçti. Ve bir de baktık ki, Adnan Oktar grubu meğer o “bataklıktan” hiç çıkmamış. İyi ama bu 19 yılda olan biten neydi; neden bu gruba onca şikayete rağmen müdahale edilip operasyon yapılmadı! İktidar neden bunca yıl suskun kalmayı tercih etti!

Sorunun yanıtını Ruşen Çakır’ın şu satırlarında görmek mümkün sanki: “Bu hareketin varlığını sağlayan ve güçlenmesini sağlayan en önemli hususlardan birisi, devlet içerisinde, bürokrasi içerisinde kurdukları, kimi zaman rüşvet kimi zaman şantaj üzerine kurulu olan o karmaşık ilişkiler.” İşte tam bu nokta bizi Fethullah Gülen örgütünün stratejisine götürüyor. Bu arada basına yansıyan bir haberi de ayrıca hatırlamak lazım. Buna göre malum gruptan kızlarını kurtarmayı düşünen bir aile savcılığa suç duyurusunda bulunmak ister. Lakin savcılar şikâyetçilerin ifadelerini bile almaz ve onları evlerine geri gönderir. Kim midir bu savcılar? Fikret Seçen ve Zekeriya Öz. Yani FETÖ kapsamında aranan firari savcılar!

Şantaj deyince 2014 yılında cereyan eden bir olayı ayrıca anımsamakta fayda var. Cumhurbaşkanı Erdoğan o dönemde Fethullah Gülen örgütünün, kendilerini şantaj kasetleri ile tehdit ettiğini söyler. Erdoğan o günlerde parti grubuna aynen şöyle der: “Cumhurbaşkanının da şantaj kaseti bunlarda var. Benim de vardı. Genelkurmay Başkanı da. Ben diyorum ki benimle ilgili varsa açıklayın diyorum açıklamazsanız namertsiniz diyorum.” İşte bu açıklama üzerine Adnan Oktar oldukça çarpıcı olan şu sözlere imza atar: -Tayyip Hocam niye korkuyor ya... Yiğidin malı meydanda olur yani... Tayyip Hocam çekinmesin tam kadro arkasındayız. Yani bir hanımla birlikte olmuşsa da nikahlıdır... Yani resmi nikahlı canım! Ya kardeşim insanlık hali. Niye bir insan yıkılıp gitsin bundan dolayı. Diyelim ki falanca kadınla ilişkiye girdi. Yok yine bırakmayız. Binlerce on binlerce fuhuş yapan, zina yapan var. Git onlarla uğraş.”

Oktar, sözlerini “bunlar şantaj için atılmış laflar” diye sürdürüyor, lakin verdiği örneklerin cüreti gün gibi açık. Üstelik bu sözlere iktidar medyası bile kayda değer bir ses çıkarmamıştı o günlerde. Oysa aynı medyadan Abdurrahman Dilipak, Adnan Oktar operasyonunu şimdilerde şöyle yorumluyor: “Bana bu operasyon sıradan bir ‘iş’ gibi gelmedi. Bu işin ucu her yere uzanır. İstihbarat örgütlerine, işadamlarına, bürokratlara, odalara ve tabii siyasete… İktidar kanadından, muhalefete her kesimden birtakım kişilerin kasetleri var bu adamın elinde. Bu adam bu şantaj kasetlerini kendi adamları ile çekmiyor, bu tür kasetlerin de koleksiyonunu yapıyor. Bu anlamda bu bir ‘iş’ bu adam için.”

Sözün özü, Adnan Oktar gurubu dünden bugüne hep, tehdit, şantaj, kirli para ve güç ilişkileriyle anılıyorsa, geride bıraktığımız 19 yılın “karanlığını” aydınlatacak ışık biraz da burada tehditlerin içeriğinde saklıdır. Elbette o ışığın şiddetini arttıracak olan, bilgi ve bulgulardır. Eğer bir gün o bilgilere ulaşabilirsek geçmişin karanlığı kaybolacaktır. Bugün için işaret edilmesi gerekense Oktar gurubun o karanlık gerçekliğidir.