Adnan Oktar ve ‘yapılanmasına’ yönelik gözaltılar Yeni Rejim’in en popüler eylemi oldu. Düne kadar sayfalarını ona açmakta sakınca görmeyen ‘dincisi’ dahil medya topyekûn saldırıya geçti. Meğer ‘ne kadar karanlık bir çeteymiş’! Sanki otuz yılı aşkındır ortalıkta değillermiş gibi.

Saray yavrusu villasının basılması, İstanbul caddelerinde geçen Hollywood tipi otomobil kovalamaca görüntüleri ve onlarca yüz kızartıcı suç iddiası! Hemen ardından gelen itiraflar, çözülmeler, ihbarlar. Falanın da onunla ilişkisi varmış, filan da bir dönem müridiymiş haberleri ortalığa saçılmaya başladı. İki isim özellikle öne çıkıyor; Acun Ilıcalı ve Cem Küçük. İkisinin de ortak özelliği biliniyor. Bu arada Ahmet Hakan’ın da her zamanki ne olur ne olmaz sağlamcılığıyla “sabahın köründe beni aradı” diye yazması da cabası. Hani, ‘ben gazeteciyim çekincem olsa açıkça söylemem’ uyanıklığı.

Eşzamanlı olarak da Oktar’ın aslında ‘akıl hastası’ olduğu, maalesef bir dönem doktorluğunu yapanların da içinde olduğu bir koro tarafından seslendirilmeye başlandı (Oktar’ın avukatlarına benden öneri, o psikiyatrları mahkemeye versinler). Akıl hastası olduğu için cezalandırılamayacağı şehir efsanesi aldı yürüdü. Hani neredeyse Oktar yapılanmasının nedeni olarak adamın akıl hastası olması ileri sürülecek hale geldi.

İlkin adli psikiyatri alanıyla ilgili bilgi vermek gerekli. Kamuoyunda 46. madde olarak bilinen yasa maddesine dayanarak, “benim raporum var, bana ceza vermezler ya da adamın 46 raporu var, istediğini yapar ceza verilmez” sözlerinin gerçekle ilgisi yok. 2004 yılında Türk Ceza Kanunu’nda yapılan değişiklikler ile psikiyatrik hastalıklarla ceza ilişkisi 32. maddede düzenlenir. Çok teknik ayrıntıya girmeye gerek yok; hem eski 46. hem de yeni 32. maddeye göre psikiyatrik hastalık, cezasızlığa karar verilmesini sağlamamaktadır. Suç ile hastalık arasında dolaysız ilişki olduğunda bile sanık hakkında, yüksek güvenlikli psikiyatri hastanelerinde hastalığı iyileşene kadar kimi zaman da ömür boyu yatırılarak tedavi edilme kararı verilmesi gerekmekte.

Asıl mesele de Oktar’ın ruh sağlığı değil zaten. Kadim zamanlardan bu yana ‘kült dini gruplar’ var. Tek Tanrılı üç dinle birlikte Budizm ve Hinduizm de bu gruplar çok daha yaygınlaşmıştır. Sıradan insanın kült dini gruplara inanması ve katılımının ardında yatan ruhsal dinamikler çok iyi bilinir. Yalnızlık karşısında çokluk, korku karşısında emniyet hissi, aidiyetin sağladığı hayat konforu en temel dinamikler. Kült dini grupların kurucuları kimi zaman hakikaten kendi söylediklerine kendileri de inanan kişiler ama çoğu zaman şarlatanlar.

Özellikle 60’lı yıllardan sonra ortaya çıkan kült dini grupların gerisinde çoğu zaman ‘suç ağları’ var. Bağış adı altında haraç toplamaktan başlayın; mallara, şirketlere el koymalar, kurulan vakıflar aracılığıyla devletten beslenmeler, yayınlar, TV kanalları, ticarette hile, ne ararsanız var. En masumları, yazdıkları ‘ruhani huzur’ kitapları ve söyleşilerinden cukkayı götürenler. Oktarcılara gülenlerin Osho vb. saçmalıkları ayıla bayıla okumaları da başka bir sefillik, o ayrı.

Ortak özellikleri ise içinde bulundukları dinin en gerici vasıflarını öne çıkarmaları. Neredeyse bir örnek olarak evrim karşıtlığı, erkek egemenliği, çocuk ve kadın istismarı, sömürüsü ve LGBTİ nefretine yaslanıyorlar. Bu yanlarıyla da muhafazakâr dincilerin engin hoşgörüsü, desteği ve korumasını alabiliyorlar. Hemen tümünün içinde her tür istihbarat örgütü var; çoğu zaman bu yapıları yönlendirmek için. Siyasetçiler ve popüler figürlerle açık, çoğu zaman da gizli bağları oluyor ve karşılıklı birbirlerini besliyorlar. Aynı durum yargı yapısı için de geçerli. Demem o ki A9 kanalındaki fantastik görüntülerin perdesini kaldırdığınızda devasa bir suç örgütünü görmeniz olası.

Peki, ne oldu da evrim karşıtı safsatalarla dolu lüks kitapları neredeyse Milli Eğitim Bakanlığı’nca kaynak kitap olarak gösterilen, evrim karşıtı sergileri okullarda sergilen Oktarcılara ‘Amerikan tarzı’ polis operasyonu yapıldı? Medyanın şimdiden hazırladığı ‘bir akıl hastasının hezeyanlarından’ mı ibaret olup biten! Adnan Oktar’a verilecek bir raporla kapatılacak mı bu dosya?

Bütün otoriter rejimler, toplumun rızasını inşa etmek için önce ‘kendi besledikleri öcülerini’ infaz ederler. Toplumu içindeki ‘pisliklerden arındırma’ ayinleri düzenlerler. Bu uygulamalar önce toplumun kolayca kabul edeceği, hakikaten suça batmış çetelerden başlar. Lider, toplumu içindeki cerahatten kurtarma rolüne soyunur. RT Erdoğan’ın amansız sigara karşıtlığı da böyledir. Kim sigara karşıtı kampanyaları eleştirebilir ki, kim hem dini kullanan hem kadınlara ve çocuklara cinsel istismarda bulunan bir örgütün çökertilmesine karşı çıkabilir ki!

İçimizdeki hainleri ve pislikleri temizleyen lider, tıpkı kült grupta olduğu gibi “emniyetteyim” hissine ihtiyacı olanların can simidine dönüşür. Bilen bilir, temizlik bir kere başladı mı, önce mikropları öldürürsünüz ama, temizledikçe temizleyesiniz gelir çoğu zaman. Önce mikroplar, sonra zararlılar, sonra zararlı olma potansiyeli olanlar, sonra kendisi bile farkında olmasa da bir gün belki de zararlı olabilecek olanlar, bir türlü bitmemeye başlar temizlik. Aynı zamanda “ben temizim sadece sana bağlıyım” boyun eğmeleri de başlar.

Adnan Oktar’ı değil, ardındaki yapılanmayı çözecek bir yargılamayı hep birlikte istemek zorundayız. Asıl meselenin onu besleyenlerin, ondan nemalananların da bağlı olduğu sistemi yargılamak olduğunu haykırmalıyız. Aksi halde zaten temizlik imandan gelir diyenlerin, ellerine dezenfektanları alıp toplumun içine dalmalarına rıza göstermiş oluruz.