Daha ilk gençliğinden başlayarak, hayatını salt sanatla dengelemiş, sanatla özgürleştirmiş; gönlünü, ömrünü sanata adamış, sanatla doldurmuş, yaşamsal bir tutkuyla sanatını sürdürmüş bir büyük ustaydı Adnan Turani.

Adnan Turani’den kalanlar/izler

İbrahim Karaoğlu

Bir büyük ustanın, yaratıcı zamanlarının izleri bu resimler. Hayatını çoğaltan, ona eşlik eden duygularından geride kalanlar. Varsıl çağrışımlarla yüklüdür, has sanatçılardan kalan derin izler. Onların en gizemli dünyalarının kapılarını açar. Dünden kalanlar, izler; tanığıdır geçmiş zamanların; geçicilik, şimdi ve kalıcılık üzerine düşündürür…


Daha ilk gençliğinden başlayarak, hayatını salt sanatla dengelemiş, sanatla özgürleştirmiş; gönlünü, ömrünü sanata adamış, sanatla doldurmuş, yaşamsal bir tutkuyla sanatını sürdürmüş bir büyük ustaydı Adnan Turani. Ruhunun en geniş alanıydı sanat. Hayata ve düşlerine dair izleri, kendi yaratı diliyle tercüme ederek aktarırdı resmine. Geleneksel görme biçimlerinden ayrımlı, yeni bir bakışla; nesnelerin bilindik temsilini reddederek, bilinçaltını görünür kılarak; boyayı, çizgileri kendi resim grameriyle, özgürce, içinden geldiği gibi renklerin büyüsüyle şekillendirerek, öznel bir duyguyla oluşturmuştu biçemini. Ressamlığının yanı sıra iyi bir eğitimciydi ve hocaların hocasıydı. Sanat yazarı olarak da “Modern Resim Sanatının Gerçek Çehresi”, “Sanat Terimleri Sözlüğü”, “Resim Üzerine”, “Dünya Sanat Tarihi”, “Çağdaş Sanat Felsefesi”, “Batı Anlayışına Dönük Türk Resim Sanatı” ve “Başlangıçtan Bugüne Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi” kitaplarıyla sanatımıza eşsiz katkılar sunmuştu.

30 yıl önce, tam da bugün, Ankara Sanat Kurumu’nca verilen “Yılın Sanatçısı Ödülü” bağlamında Cumhuriyet Gazetesi için uzun bir söyleşi yapmıştım ve “Resme el yazısı dinamizmi veriyorum” başlığıyla, 19 Ocak 1993’te yayınlanmıştı. Yedi yıl önce, 91 yaşında yitirdiğimiz büyük ustayı, hocamı (üniversiteden değil, bir zamanlar çok sık gidip geldiğim atölyesindeki uzun, bitimsiz sohbetlerde öğrendiklerim için hocam) anmak için Galeri Soyut Çayyolu’nun tüm salonlarında, ustanın 1943 – 2016 yılları arasında ürettiği yağlı boya, desen ve baskılarının yer aldığı, retrospektif seçki çağrışımlı özel bir sergi, “Kalanlar/İzler” adıyla, benim küratörlüğümde, 14 Ocak Cumartesi günü açıldı ve 28 Şubat’a kadar devam edecek. Ve sevgili hocamın bir sanatçı olarak duruşunu yeniden anımsatmak amacıyla otuz yıl önceki söyleşimizi paylaşmak istedim. Belleğimdedir hâlâ atölyesindeki bitimsiz sohbetlerimizin çoğu.

“Ben gördüğümü değil de düşündüğümü resmediyorum. Çünkü görülen şeyler doğasal biçim çerçevesi içinde kalır. Oysa resimsel biçim, doğasal biçimin tükendiği yerde başlar” anlayışıyla resmi değerlendiren Adnan Turani’yle resmin uzak sınırlarına doğru bir yolculuk yaptık ve onun resim evreni üzerine söyleştik.

Sayın Turani, resimde devinim noktası olarak neyi başlangıç alıyorsunuz?
Ben doğasal biçimlere parelel, geometrik biçimleri kullanıyorum. Bu biçimlere doğada olmayan renkleri bağlıyorum. Saf renklerle kuruyorum resmimi. Saf renk kullanıldığında biçimin doğayla ilişkisi tamamen kopuyor.

Doğasal unsurlar, resimsel unsurlar haline geliyor. Sizin doğadan resminize aldığınız biçimler geometrik biçimlere dönüştürüyor. Böyle olunca da çok değişik geometrik yüzeyler oluşuyor resminizde.

Bu geometrik biçimler bir resim için yeterli midir?
Elbette resimsel heyecan için yeterli değil. Çünkü resimde geometri bir altyapı olanağıdır. Müzikteki dondurulmuş notalara benzer yani. Bunları vurgulayıcı şekilde kullanmazsanız, işin çekiciliği kalkar. Ben geometrik düzeyleri fark edilmeyecek derecede, fark edilmeyecek duruma getiriyorum ve heyecan verici unsurlar olarak, resme el yazısı dinamizmini veriyorum. El yazısı dinamizmi heyecan unsuru olmakta önem kazanıyor.

Resimsel kültürü olmayanlara doğasal ayrıntı, anıtsal kaligrafiye ters düşer. Benim yaptığım iş soyut düşünsel biçimlerin gramerini kurmak.

Yüzeylerin heyecan vericiliği hiç mi yok sizce?
Bu resimde en büyük olaydır. Resmi bilmeyenler bunun dışında kalırlar ve büyük yüzeyin heyecan verici anıtsallığını görmemiş olurlar. Yüzey boyamak başka şeydir, yüzeye anlam vermek başka şeydir.

Yüzeyi yaşamak, yüzeye anlam vermek için bir başlangıçtır.

Kaligrafileri oluştururken nasıl kullanıyorsunuz renkleri?
Ben resmi birçok açıdan görmeye alışmışım. Yüzeyler ve kaligrafiler senteziyle birlikte, renk pürlüğünün, saflığının doruğuna, sonuna kadar gitme gereğini duyuyorum. Ben resme başladığımdan bu yana renkçi bir anlayış benimsedim. Rengi biçimlerinize yalınlık kazandırmak için kullanıyorsanız o zaman bu alanda çok deneye sahip olmanız gerekiyor. Boyayı, renkleri kullanmak, tanımak, biçimlenmiş bir renk heyecanını yaşamak; müzikle dolu bir orkestra şefinin coşkusunu duymak gibi bir olaydır. İnsanın içi içine sığmaz. Dikkat ederseniz burada evrensel boyutta bir değerlendirme sözkonusudur.

Ben doğasal biçimlerin geometrik yüzeyler haline getirilmiş biçimleriyle resme başlıyorum. Genellikle renkli geometrik yüzeyleri yan yana getirmiyorum. Ayrıca yalın renkli geometrik yüzeylerin büyüklükleri sizi tedirgin eder deneyimsiz olursanız. Siz o renkli yüzeylerle, ara bağlantılarıyla ilginç oyunlara girebilirsiniz. Bu durumda birbirine karışmamış yalın biçimler, kendileri gözükmeyip, büyük biçimleri gösteren başka biçimler resminizi bir açmazlar çözümlemesine doğru götürür. Dolayısıyla resmin olağanüstü arındırmalar, yalınlıklar, dengeler, motif oluşturma, duyulmuş tadlar yoluna gidebilir ve insan kendi iç dünyasının kendi bulduğu yollarında kendi resimsel dünyasını kurar. Sanırım bu insanın kendini biçimlendirmesidir.

O halde batıdaki akımların peşine takılıp kendini unutanları nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk etkilenmede batı müzelerinin, kültürünün çekiciliğine itiraz etmek mümkün değildir. Batı büyük deneyler yaratmıştır. Ancak batılı deneyleri taklit etmek, bir kez daha burada da tekrar etmek yanlıştır. Zaten size heyecan veren bir biçimler dünyasını gönlünüzde yaratamıyorsanız, o zaman uydu olursunuz, ben başkalarını değil, kendimi tanımaya çalışıyorum. Ama o dönemi de yaşamadım değil, yaşadım, onu da söylemek lazım.

Resim serüveninizde yaşadığınız zorluklar oldu mu?
Bizi en çok uğraştıran sorun, batının da yüzyıllar boyu bağımlılıktan kurtulamadığı optik görüntü natüralizmasından sıyrılma çabası olmuştur.
Resmin heyecan verici dünyasına, heyecan verici kaligrafisine, anıtsal formlarına, optik görüntü natüralizması engel olmuş, engel olmakla kalmamış, büyük zaman kaybı nedeniyle bize çok pahalıya malolmuştur.”

Tuval ve kâğıt yüzeyine damlattığı ya da sürdüğü boyalarla, oluşturduğu lekelerle; öznel dürtüleriyle şekillendirmiş kimi resimlerini. Görünüşü iz, özü devinim olan lekelerin diliyle; izleyicisine öznel okuma biçimleri sunuyor. Kimi resimlerinde, desenlerinde minimal bir yalınlık varken, kimi resimleri de günlük yaşamın kaotikliği kadar karmaşık. Çünkü yaratma cesaretinin özgür dışavurumunu içinden geldiği gibi yansıtmış yapıtlarında. Onlarla tanımlamış duygularını. Hayatla arasındaki sınırı, fırçasının ucuyla tuvale dokunduğunda bıraktığı izlerle bozmuş; her resmiyle yeniden oluşturmuş, yeniden değiştirmiş hududunu.

Bir büyük ustanın, uzun, varyantlı sanatsal yolculuğundan “Kalanlar/İzler” bu sergi: Kimi unutulmuş şeyleri gün ışığına çıkarıyor ve tanıdık şeyleri de yeni bir bakış açısıyla görmeye çağırıyor. Keşfedilecek çok şey var: Öncü bir sanatçının, imgeleminin, yaratı evreninin en başından en sonuna kadar olan zamanlarından kalan seçkin, özel yapıtlarında…