Amnesty’nin raporu İsrail’in apartheid suçu işlediğini vurguluyor. Filistinlilerin temel haklarını savunanlar İngiliz hükümeti tarafından baskı altına alınıyor.

Af Örgütü’nün İsrail raporu milat olabilir

Yara HAWARI

İngiliz Eğitim Bakanı Nadhim Zahawi “Nehirlerden Denizlere, Filistin Özgürlüğe” sloganının Yahudi düşmanlığı teşkil ettiğini ve suç sayılması gerektiğini söyledi. Bu sloganın ırkçılıkla uzaktan yakından alakası yok ve yalnızca Filistin’in özgürleşmesini savunuyor. Özgürlüğü savunmayı suç saymak da olsa olsa Filistin düşmanlığı olabilir.

Fakat Zahawi’nin yorumları şaşırtıcı değil. Filistinlilerin temel haklarını ve özgürlüğünü savunanlar İngiliz hükümeti tarafından gitgide baskı altına alınıyor. Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) Hareketi de giderek kriminalize ediliyor. Zahawi bu yorumları yapadursun, insan hakları örgütleri Filistinlilerin mücadelesine iyiden iyiye destek veriyor.


Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) yayınladığı yeni bir rapor İsrail’i apartheid suçu işlemekle itham ediyor. Uluslararası teamüller ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Roma Kuruluş Statüsü, apartheid’ı “bir ırkın, başka bir ırk grubu veya grupları üzerinde, sistematik hâkimiyet ve baskı kurmaya yönelik kurumsal bir rejim çerçevesinde ve bu rejimi koruma amacıyla işlediği insanlık dışı fiiller” şeklinde tanımlıyor. Çoğu insan apartheid deyince Güney Afrika’yı düşünse de tanım evrensel olarak yapılıyor ve aynı özellikleri taşıyan tüm sistemler için kullanılıyor.

On yıllardır süregelen araştırmalara dayanan rapor Filistinlilerin yaşam tecrübelerini de kaynak alıyor ve Filistinlilerin yaşadıkları bölgelere göre değişkenlik gösterebilen baskı sisteminin tüm detaylarını tarif ediyor. Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan tüm Filistinlilere, 48 bölgesindekilere ve sürgündekilere de değiniliyor. Yahudi olmayan nüfusu yok sayan ve İsrail’de Yahudi hegemonyası kurmayı amaçlayan bu sistemi, Af Örgütü apartheid rejimi olarak tanımlıyor.

FİLİSTİNLİ MÜLTECİLER YURTLARINA DÖNEMİYOR

Filistinlilerin yaşadığı tüm bölgeleri detaylıca inceleyen rapor, apartheid sisteminin görünür hale geldiği birçok alanı da detaylıca tarif ediyor. Örneğin, eşit statü ve vatandaşlıktan mahrum bırakılma bunlardan bir tanesi. 1948’de işgal edilen bölgelerde yaşayan Filistinlilere vatandaşlık statüsü verilse de, ‘milliyet’ verilmiyor ve bu da Yahudi İsraillilerden farklı statüde oldukları anlamına geliyor. 1967’de işgal eden bölgelerde yaşayan Filistinlilere ise vatandaşlık dahi verilmiyor. Halbuki hayatlarının tüm detaylarına İsrail rejimi yön veriyor. Dolayısıyla bu kişiler vatansız sayılıyor.

Kudüs’te yaşayan Filistinliler ‘kalıcı oturum’ statüsüne sahipler. Bu da şehirden ayrılmaları halinde oturumlarının iptal edilebileceği anlamına geliyor. Bu esnada Filistinli mültecilerin de anavatanlarına dönmeleri engelleniyor.

Raporun diğer bir teması da toprak ve kaynak istimlak edilmesi. “İsrail’in Yahudi halklarının devleti olarak tanımlanması, Filistinlilerin toprak, mülkiyet ve kaynaklara erişim hakkını peşinen engelliyor. Toplumsal ve ekonomik haklar açılarından ise ağır sonuçlar doğuruyor.”

Bu rapor, ilk değil. İnsan Hakları İzleme Örgütü geçtiğimiz sene kendi raporunu yayınladı ve apartheid rejimi uyguladığı gerekçesiyle İsrail’i kınadı. Filistinli bilim insanları ve hak savunucuları da on yıllardır benzer argümanlar sunuyorlar. Dahası, her şeyin yüzyıl önce Filistin’de başlayan Siyonist kolonileşme projesinin bir sonucu olduğunu savunuyorlar.

İSRAİL’E SİLAH SATIŞLARI DERHAL DURDURULMALI

Uluslararası hukuk bağlamında faaliyet yürüten insan hakları örgütleri işin ‘kolonileşme’ boyutunu genellikle gözden kaçırıyorlar. Uluslararası hukukta ‘koloni’ ya da ‘işgalci kolonisi’ kavramlarının net birer tanımı yok. Bu yüzden birçok Filistinli, Filistin topraklarında yaşananların daha bütüncül bir bakış açısıyla, yalnızca uluslararası hukuk bağlamıyla kısıtlı kalınmadan ele alınması gerektiğini savunuyor.

Her halükarda, Af Örgütü gibi bir kuruluşun İsrail’de yaşananları apartheid rejimi olarak tanımlaması büyük önem taşıyor. Af Örgütü dünyanın en büyük insan hakları örgütü ve milyonlarca üyesi var. Kendi tanımına göre tüm dünyada ‘adalet, hakikat, özgürlük ve onur’ için çalışıyor. İklim değişikliği ile mücadele yürütüyor, sığınmacılar ve mültecilerin hakları için çalışıyor. İlerici ya da liberal çevreler tarafından da saygı görüyor. Bu yüzden yayınladığı raporun ses getirmesi olası. Çünkü bizzat bu çevrelerin Filistinlilerin temel haklar ve özgürlük için yürüttükleri mücadeleyi umursamadığı görüyoruz. Rapor, bu tutarsızlıkların tartışılmasına sebep olacak.

Raporun sonuç kısmında olası ‘yasal düzenlemelere’ ve politika önerilerine yer veriliyor. Apartheid halihazırda insanlığa karşı işlenen suçlar arasında sayılıyor ve birçok farklı yaptırım ile sonuçlanabiliyor. Amnesty, Birleşik Krallık gibi İsrail ile yakın ilişkiler içinde olan ülkelere çeşitli politika önerileri sunuyor. İsrail’e silah satışının durdurulması, kendi topraklarında yaşayan ve insanlığa karşı suçlarda payı olanlara yönelik yargı sürecinin başlatılması bunlardan bazıları.

ÖZGÜRLEŞME İÇİN DEĞİŞİM GEREKİYOR

Raporun vardığı sonuçlar karşısında Birleşik Krallık gibi ülkelerin birden politika değişikliğine gitmesini beklemek tabii ki abartılı olur. İngiliz hükümetinin İsrail rejimiyle derin ve karmaşık bağları var. Ticaret anlaşmaları, silah satışları… İngiliz savunma sanayi şirketleri İsrail’e rekor miktarda silah satıyorlar. Bu silahlar da özellikle Gazze’de Filistinlilere yönelik savaş suçları işlerken kullanılıyor. İngiliz Başbakan Boris Johnson geçtiğimiz sene yaptığı açıklamada, Uluslararası Suç Mahkemesi’nin İsrail’in savaş suçlarını araştırmasını desteklemediğini ilan etti.

Sıcak ilişkiler ve İngiliz hükümetinin İsrail’in apartheid rejimine karşı çıkmaması şaşırtıcı değil. Thatcher hükümeti Güney Afrika’daki apartheid rejimine de açık destek veriyordu ve ANC’yi terör örgütü olarak tanımlıyordu. Tesadüf bu ya, İsrail rejimi de Güney Afrika apartheid rejiminin silah sanayi geliştirmesine yardımcı oluyordu. Tabandan ve uluslararası topluluktan gelen ağır baskılar sonucunda İngiliz hükümeti Güney Afrika rejimine destek vermeyi kesmek zorunda kaldı fakat hükümet yetkililerinin birçoğu şahsen destek vermeyi sürdürdü. Hatta Thatcher bizzat lobi yaparak aparheid rejimine uygulanacak yaptırımları hafifletti.

Neticede, Amnesty’nin raporu İsrail rejiminin gerçek niteliklerinin deşifre edilmesi açısından önemli olacak. Fakat köklü değişim yaşanması için küresel siyaset kurumlarının üst mertebelerinde önemli değişiklikler olması gerek. Filistinlilerin özgürleşmesi ancak böyle mümkün olabilir. Bunun yaşanabilmesi için işgalci-kolonici düzeni her birlikte reddetmeliyiz, apartheid rejiminin tüm pratiklerine karşı çıkmalıyız ve eşitlik, adalet ve bağımsızlık çağrısı yapmalıyız.

Tribune Mag'den çeviren Fatih Kıyman