Günümüzde afet ve felaket arasındaki ayrım hakikaten önem kazandı. Afet deyince, çeşitli doğa olaylarının sebep olduğu yıkımlar akla geliyor. Felaket ise büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olaylar. Covid salgını yanı sıra seller, orman yangıları ve yine seller… Afetlerin büyük felaketler boyutu kazanmasında, doğanın para uğruna talanı hep öne çıkar. İklim krizini yaratan doğa değil sermayedir.

Rant uğruna, maden uğruna ormanları talan eden, HES ile dereleri yağmalayan bir iktidar, hiçbir önlem almayan bir iktidar doğal afetlerin yol açtığı felaketlerin başlıca sebebidir. Suriye’de Afganistan’da rant için savaşan bir iktidar, mültecilik sorununun kaynağıdır.

Altındağ’daki o gece, neydi o öyle? Farklı plakalı araçlarla konvoylar halinde mahalleye geldikleri, polisin linç ve yağmaya adeta göz yumduğu söyleniyordu. “Ya Allah Bismillah, Allahuekber” diye bağırışlarıyla da politik kimliklerini açığa vuruyorlardı.

Mültecilik de bir nevi toplumsal felaketlerin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Kimse keyif olsun diye mülteciliği tercih etmiyor. Ama canilerin elinde yeni felaketlerin sebebi ve aracı olarak kullanılacaklar, orası kesin.

Artık bu ülkenin insanları

Artık şu bir gerçek. Savaştan kaçıp sığınanların büyük bir kısmı burada yaşayacak. Buna ister oldubitti deyin, ne derseniz deyin, onlar artık bu ülkenin insanlarıdır. Burada olmalarının sebebi de kesinlikle kendileri değildir. Suçlu değildirler. Suçlu olmayanlara ceza veremezsiniz. Onlar da burada mutlu değiller. Büyük kısmı fırsatını bulsalar Batı ülkelerine gidecekler. Ama gidemiyorlar. Çünkü Batı ülkeleri bu ülkenin iktidarına rüşvet vermiştir ve sınırlar mültecilere açıkken Batı’ya gitmeleri engellenmiştir. Büyük bir kısmının kendi ülkelerine geri dönmesi artık mümkün değildir. Orada evleri işleri kalmamıştır. Zaten yüzde 80’i kendilerini “kalıcıyız” diye ifade ediyor.

Ne yapacaksınız? Sokağa çıkıp mülteci mi avlayacaksınız. İşte böyle yapan caniler var. Onlara mı katılacaksınız? Ülkemizdeki durum da berbat elbette. İnsanlarımız işsiz. Karınlarını doyuramıyor. Mülteciler yüzünden aç ve işsiz kaldıklarına inanıyorlar. Bu yüzden çok korkuyorlar ve önemli bir kısmı mültecilerden nefret ediyor. İktidara güçleri yetmeyince veya düpedüz bilinçsizce mültecileri günah keçisi kılıyorlar. Ya sistem içi muhalefet? Onlar da sadece oy devşirmek peşindeler, sırf oy uğruna bu nefreti kullanmaktan geri durmuyorlar. Mültecileri ülkelerine göndereceklermiş! Nasıl göndereceksiniz?

Sokaklardan milyonlarca kişiyi toplama kamplarına mı kapatacaksınız, öyle mi göndereceksiniz?

Altındağ’da olup bitenler yeterince uyarıcı değil mi? İşte sadece bir gecede yaşananlar, önce mültecilere, sonra kendileri gibi olmayan bütün herkese yönelik nefret saldırılarının çoğalacağının dehşet verici ispatı oldu. Mültecilere saldıran aynı güruhlar yarın CHP’lilerin evlerine, hatta genel merkez binasına ve hatta Bolu belediye binasına bile saldırdıklarında, “pardon hata yapmışız” mı diyeceksiniz?

Hep nargile içenler, denize girenler filan gösteriliyor. T24 Sitesinde Gökçen Tahincioğlu ise acı tabloyu resmediyor: “Halen Ankara’da köle pazarlarında satılan Ezidi kadınların, fuhuşa sürüklenen Suriyeli kadınların, sigortasız, güvencesiz işlerde ölen Suriyeli erkeklerin, çocukların yaşamaya çalışmaktan başka dertleri yok. Taşlanan, sokakta horlanan çocukların da değişen ülkelerden, sınırlardan, kirli savaşlardan haberi yok. Birbirine kızarak, ‘al evinde besle’ sloganlarıyla çözülemeyecek bir sorunun izleyenleriyiz şu anda.”

Kazan kazan noktasındalar

Siyasi İslamcılar, onlar arasından cihatları için adam devşiriyorlar. Sermaye onlara köle emeği gözüyle bakıyor. Mültecilere yönelik nefret dalgasının, iktidarın kendi stratejisi yönünde, üstelik mülteci kisvesi altında getirdiklerini de seferber ederek kullanılacağından hiç şüphe yok.

Öyle bir tezgâh kurmuşlar ki… Kendilerince “kazan kazan” noktasındalar. Sınırları açıyorlar kazanıyorlar, sınırlardan geçip hayatta kalmaya çalışanlar linç ediliyor, yine kazanıyorlar. Linç edenler de çünkü kendi doğal destekçileri, vurucu güçleri; mülteci adı altında kendi paralı askerleri de var, en son Afganistan’dan üniformalarıyla akın akın geliyorlar.

Nefret tohumlarından büyüyen bir vahşi ormanın yangınını kimse söndüremez. Sonuçta iktidarı da muhalefeti de yakar. Ama en nihayetinde olan garibanlara oluyor. Oysa mülteci ve “yurdunda mülteci” garibanların tek çaresi kölelikten kurtulup özgürlüklerini kazanmak için dayanışmaktır. SOL Parti’nin eskimeyen sloganı yol gösteriyor:

Yaşasın Özgürlük ve Dayanışma!