Deprem bölgeleri belli, faylar hatları belli, bu fay hatlarının tarihin hangi dönemlerinde aktif olduğu ve yeni aktivasyonların hangi zaman aralıklarında olacağı belli, kontrollerin nasıl yapılacağı apaçık belli...

Afet, kader, bilim
Fotoğraf: Depo Photos

Prof. Dr. Doğan KÖKDEMİR*

Türkiye ve Suriye’de yıkıma yol açan, on binlerce insanın hayatını kaybettiği, yaralandığı, geride kalanların hayatını sıradışı bir olumsuzlukla değiştiren depremin sonrasında, bölgeden ne kadar uzakta olursanız olun sizin için de hayat eskisi gibi devam etmiyor, edemiyor. Depremden uzaktan olan insanlar, sıcak evlerine girdiği için utanıyor, yemek yerken haksızlık yaptığını hissediyor, çocuklarına sarılırken yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissediyor, ekran başından ya da sosyal medyadan uzak kaldığında haksızlık yaptığını hissediyor... Kısacası 85 milyon o depremin içinde var olmaya çalışıyor.

GÖZ GÖRE GÖRE

Jeoloji uzmanları, sadece bugün değil, özellikle 1999 depreminden sonra hemen her gün karar alıcıları, medyayı, sokaktaki insanları gelecek depremler konusunda uyarmak açısından ellerinden geleni yaptılar. Belki de hiçbir bilim alanında, o alanda çalışan bilim insanlarının bu kadar net ve büyük verilerler, bıkmadan, usanmadan ama çaresizlik içinde bugünü anlatmaya çalıştıklarına tanık olmadık. Yaşanılan felakette belki de suçu olmayan yegâne insanlar o bilim insanları. Ancak yine 1999’dan itibaren, olası depremlere hazırlık yapılması gerekirken, onlarca öneri sıralanmışken, ortaöğretimden coğrafya derslerinin kaldırılmasında Köy Hizmetlerinin kapatılmasına, EMASYA protokolünün kaldırılmasına kadar bir dizi hatanın yapıldığını, bu yetmezmiş gibi depreme dayanaklı binaların kontrolü ile ilgili sistemlerin kâğıt üzerinde kaldığını öğrendik. Fay hattı üzerine devasa siteler diken müteahhitlerin insan hayatını “kaderin” eline bıraktığını da öğrendik. Kısa, orta ve uzun vadede yapılması mümkün ne kadar hata varsa, hepsi yapılmış gibi görünüyor. Deprem bölgesinden uzakta evinde olan insanların kendi durumlarından utanmasının nedeni de bu: Göz göre göre oldu her şey.

BAŞ ETME ARAÇLARI

Kader ve kadere inanmak kötü bir şey değildir. Özellikle afetler sonrası travmalarda iyileştirici etkisi olduğunu da söyleyebiliriz. İnsanların öfkeleriyle, yılgınlıklarıyla, çaresizlikleriyle baş etmelerinde yardımcı olabilir. Bu nedenle, “kader bu, n’apalım” diyen insanları suçlamak, onları sanki olan biteni anlamıyorlarmış gibi düşünmek yanlış olacaktır. İnsanlar, yaralarını sarmak için hangi araçları kullanıyorlarsa onu kullanmalılar. İnanan insanlar için din (hangi dine inanıyor olurlarsa olsun), örneğin, iyi bir baş etme aracıdır. Aile, çocuklar, arkadaşlar... pek çok insani etmen afet sonrası insanların yaralarını sarmalarında yardımcı olacaktır. Deprem bölgelerinden uzak olan insanların yardım çalışmalarına katılmaları da aynı işe yarar. Televizyon ya da sosyal medya karşısında felakete maruz kalmaktansa üniversitelerin, belediyelerin, sivil toplum örgütlerinin koordinasyonunu yönettiği merkezlerde bir yardım kolisini bantlamak bile sağaltıcı olacaktır. Bu, hem deprem bölgesindeki insanlara, hem de aklı, yüreği deprem bölgesinde olan insanlara destek anlamına gelir.

YÖNETİCİLER KADER DİYEMEZ

Ancak, karar alıcılar için durum farklı. Onlar, bu felaketi “kader” kavramıyla geciştiremezler. Çünkü bilimsel olarak baktığımızda ortada kader (yani tamamen karanlık bir belirsizlik, yok.) Deprem bölgeleri belli, fay hatları belli, bu fay hatlarının tarihin hangi dönemlerinde aktif olduğu ve yeni aktivasyonların hangi zaman aralıklarında olacağı belli, bu bölgelerdeki olası zararı asgari düzeye indirmek için binaların nasıl yapılması gerektiği şüphe içermeyecek kadar kesin, kontrollerin nasıl yapılacağı konusunda hiçbir belirsizlik yok... Kısacası, başka hiçbir doğal afet kaderden bu kadar uzak olamaz. Yönünü dünyamıza çevirmiş büyük bir göktaşından bahsetmiyoruz ya da şimdiye kadar keşfedilmemiş, bir anda ortaya çıkan bir volkan söz konusu değil. Deprem uzmanlarının, 7.5 civarında deprem üretebilir dediği bir bölgede yaşanan felaketten bahsediyoruz. Deprem, doğal bir afettir ama bu afetteki kayıpların nedeni kader değil, bilimi referans almayan, dinlemeyen, kendi doğrularını mutlak doğrular sanan vasıfsız yöneticilerdir. “Onlar da insan, onlar da bu travma karşısında kadere sığınıyorlar” deme lüksümüz yok. Kriz durumlarında (ki afetler olabilecek en büyük kriz durumlarıdır), bu krizi yönetmesi gerekenler, yaşanılanların nedenini doğaüstü güçlere bağlarsa, kader derse, çok doğal olarak tepki verme süresi de gecikecektir. Çünkü kader, pek çok insan için, yapılacak bir şey olmadığını düşünmekle eş anlamlı. Sokaktaki insan bunu düşünebilir, belki de böyle düşünmek dışında kendisini koruyabileceği bir şey yoktur ama karar alıcılar, ilk andan son ana kadar kontrolü eline almaya çalışmak zorundadır. Eğer bugünü kadere bırakırlarsa, yarınlarımızı da kadere bırakıyorlar demektir. Bunu yapmalarına izin vermeyelim; yıllar sonra “2023 depreminden hiç ders alınmamış” cümlesi kurmayalım, artık yapmayalım bunu.

*Başkent Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü