TÜİK verilerine göre Türkiye nüfusunun %18,5'inin ikamet ettiği İstanbul’da, 14 milyon 804 bin 116 kişi yaşıyor. Bu nüfusun önemli bir bölümü önceki gün bir kez daha “sefalet” koşullarına düşürüldü.

İnsanlar her taraftan fışkıran sularla boğuşurken, imar planı ve plan değişikliği kararlarında, mega proje ilanı ve açılışlarında boy gösteren devlet kurumları ve yetkilileri başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, dün “piyasada” yoktu. İstanbul’un kentleşme ve imar düzeninin iflasına (bir kez daha) şahit olduk.

İflasın gerisinde iklim değişikliği değil, kötü yönetim var. Kötü yönetim var çünkü; karar vericiler, İstanbul’un mevcutyapılı çevresini bir rant kaynağı olarak değerlendirip, her gün biraz daha büyüyen sorunlarını çözmek yerine, verdikleri yüksek imar haklarıyla bu sorunları biraz daha da ağırlaştırmakta bir beis görmüyorlar.

Bakın deprem konusundaki uzatmalı vurdum duymazlığa; uzmanların, “bir şey yapılmazsa milyonları bulacak can kaybından” söz ettiği noktada, tek çözüm olarak kentsel dönüşüm projeleri dayatılıyor. Oysa, sayısı ve yeri bilinen binlerce yapı, güçlendirme bekliyor.

Ancak İstanbul’un mevcut yapılı çevresi iktidar sahipleri için, “kaynak ayrılacak değil, kaynak yaratılacak” taşınmazlar olarak görülüyor. Öyle olunca da; mevcut yapılı çevrede, yoğunlukların artırıldığı, sosyal donatıların ortadan kaldırıldığı, deprem koşullarında toplanma alanı olarak ilan edilen yerlerin bile alışveriş merkezlerine çevrildiği, altyapının yenilenmedi, “yeşilin ihtimal dışı, toprağı görmenin mümkün olmadığı” bir imar ve kentleşme anlayışı ile karşı karşıya kalınıyor.

İktidar zaman zaman bu anlayışın sürdürülebilir olmadığını kabul etmiyor değil; lakin o noktaya geldiklerinde önerdikleri çözüm de ilginç; yoğunlukları düşürmeyi hiç dile getirmeden, “dikey yapılaşmadan yatay yapılaşmaya geçeceğiz” diyorlar.Yani gökyüzüne yükselen betonu yatayda dökecekler. Diğer bir anlatımla, hani “insan ve su, toprağa hasret” diyoruz ya, işte o topraktan kaldıysa yatay kentleşme, onun üzerine de beton dökülmesi anlamına geliyor!

İktidar, İstanbul’un mevcut yapılı çevresinden, yaşayanların refahı ve güvenli pahasına, rant devşirip, kaynak yaratırken, o kaynaklar nereye akıyor? Kimsenin yaşamadığı, kentin su ve orman havzası Kuzeyi’ne ve kimselerin gitmediği ve gitmek istemediği yollara, köprülere, tünellere dökülüyor. Yani İstanbullu verdiği vergilerle, kendi sefaletini ve bir avuç azınlığın zenginleşmesini finanse ediyor.

Oysa son birkaç haftada bir kez daha gördük ki, mevcut İstanbul’un o kaynaklara acilen ihtiyacı var.Yaşanan sel felaketi birkaç noktada altyapının yetersizliğine işaret etmiyor; İstanbul’un neredeyse tamamında artık altyapı yetersiz ve bu yetersizliği gidermek için İstanbul’u bir bütün olarak dikkate alan bir müdahaleye ve dolayısıyla da kaynağa ihtiyaç var. Aynı biçimde, deprem karşısında güçlendirme bekleyen geniş bir yapı stoğunun da büyük kaynak gerektirdiğini biliyoruz.

Kendimi konunun uzmanı sayarak yapılması gerekenleri sıralamak istiyorum;

»İstanbul’un çoklu afetlere gebe olduğu ve önümüzdeki dönemde benzer durumların tekrarlanacağı bir veri olarak alınmalıdır.

»İstanbul’un planlamasındaki çok başlılık ortadan kaldırılarak, yetki Büyükşehir Belediyesi’nin elinde toplanmalı ve bütünlüklü bir planlama çalışmasına acilen başlanmalıdır.

»Bütüncül planlama anlayışıyla entegre edilmiş biçimde, Büyükşehir Belediyesi’nin merkezine konulacağı bir çoklu-afet yönetim ve planlama sistemi ve kurumsal yapısı hızla kurulmalıdır.

»İstanbul için kullanılan geniş kaynakların önceliklendirilmesi yeniden yapılarak, yapılaşmamış alanları hedefleyen mega projelerden vazgeçilmelidir.

»Kaynakların mevcut kentin sorunlarını çözmek için kullanılması sağlanmalı, mega proje aranıyorsa, bu adres İstanbul’un mevcut yapılı çevresi ve altyapısının sağlıklılaştırılması olmalıdır.

»Mevcut yapı stoğunun deprem açısından güçlendirilmesi sağlanırken, bu güçlendirme çalışmasıyla iç içe geçmiş biçimde, yoğunlukların düşürülmesi yönünde bir müdahale anlayışı benimsenmeli, yeşil alanların sayısı artırılmalı ve suyun toprağa erişimini artıracak, betondan arındırma projeleri uygulamaya sokulmalıdır.

»Bu güçlendirme/yenileme çalışmasının parçası olarak, afet durumlarında kullanılabilecek toplanma alanları gibi sosyal donatıların sayısını artırıp, dağılımı dengeli hale getirilmelidir.

»Sel karşısında yetersiz kalan bölgeler haritalanarak, bu bölgelerdeki altyapının bir sistem yaklaşımı içinde bütüncül olarak güçlendirilip, yenilenmesi sağlanmalıdır.

Bu tür bir kentleşme ve imar düzeni değişikliği, kaynakların hedefindeki kesimleri yeniden tanımladığı ölçüde, siyasal bir tercihtir. Ancak ortada ahlaki bir sorunun bulunduğu da tartışmasız; İstanbul’da yaşayanların verdikleri vergiler, mevcut düzende, onlar için harcanmıyor. Bu bir adalet sorunudur ve sorunun sahibi bizzat İstanbul halkıdır. Bu talepleri onlar seslendirdiğinde, siyaset tercihini başka türlü yapmak zorunda kalacaktır.

Öbür türlü durum felaket!