Birbiri ardına yaşanan afetler ve insanlık trajedilerinin acısıyla doluyuz hepimiz. Salgın, depremler, orman yangınları, seller… Birinin yasını yaşayamadan, diğerinin kaybıyla yüz yüze kalıyoruz.

Toplum olarak bitmeyen bir seferberlik, sürekli bir teyakkuz halindeyiz. Devletin hazırlıksızlığının, iş bilmezliğinin ve hesapsızlığının yarattığı çaresizliği el birliğiyle ortadan kaldırmaya çalışıyoruz.

Yaralarımızı dayanışmayla sarıyoruz…

HERKES İÇİN SARSICI DENEYİM

İnsanlar ve ülkeler için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar yaratan, olağan yaşamı kesintiye uğratarak toplulukları etkileyen doğa veya insan kökenli olaylar “afet” olarak adlandırılıyor.

Buradan bakıldığında, uzun yıllardır bitmeyen bir afetler çağının içinden geçiyoruz sayılabilir. Son bir buçuk yılda, sadece koronavirüs salgını nedeniyle dünya çapında 4 buçuk milyon kişi hayatını kaybetti ve salgın tüm ölümcüllüğüyle devam ediyor.

Resmi kayıtlara dahil edilmeyen ölümlerle birlikte neredeyse dünya savaşı boyutlarında bir insan kaybına yol açan bu salgın, uzun bir süreye yayıldığı için kendine ait bir rutin ve kabullenme oluştursa da hepimiz açısından sarsıcı bir deneyim aslında.

Salgının dışında da son dönemde çok sayıda sarsıcı afetle karşılaşıyoruz. Depremler, sel baskınları, savaşlar, heyelanlar, çığ düşmesi, orman yangınları ve şiddetli meteorolojik olaylar gündelik hayatımızın neredeyse bir parçası haline geldi.

Akdeniz kıyılarımızı kaplayan büyük orman yangınlarının ardından Karadeniz’de büyük bir yıkıma ve can kaybına yol açan sel felaketleri karşı karşıya olduğumuz tehdidin büyüklüğünü her defasında yeniden hatırlatıyor.

Yaşadığımız her deneyimde daha iyi anlıyoruz ki, türü ve boyutları ne olursa olsun, afetlerden ne derece etkileneceğimizin belirleyen en önemli şey, afete ne kadar hazırlıklı olduğumuzdur.

Bizler ülke olarak ne yazık ki bu konuda hep kötü sınavlar veriyoruz. Bütünlüklü bir afet yönetimi politikası geliştiremediğimiz için afetlerle yüz yüze kaldığımızda geçici, anlık, bireysel tepkilerle süreci yönetmeye çalışıyoruz. Öncesinde kamusal sorumlulukla alınmış tedbirler yerine, sonrasında belirli kişilerin fedakarlıklarına dayalı mücadele süreci bizim afetlerle başa çıkma stratejimizin temelini oluşturuyor.

Salgın döneminin başından bu yana fedakarlıklarına tanık olduğumuz sağlık çalışanlarının, doktoraların, hemşirelerin, hastabakıcıların yaşadığı durumu göz önünde bulundurun: Salgının en başından itibaren bütün yük adeta sağlık çalışanlarının omuzlarına bırakılmış durumda.

Benzer durumları diğer afetlerde de yaşıyoruz. Deprem olduğunda arama kurtarma görevlilerinin, orman yangını çıktığında itfaiye erlerinin, sellerde sivil toplum kuruluşlarının kahramanlaştığı ve kahramanlaştırıldığı bir afetle mücadele stratejimiz var.

KAPSAMLI PLANLAR YAPILMASI ŞART

Oysa afetler nasıl ki doğaüstü olaylar değilse, afetle mücadelede de doğaüstü güçleri olan kahramanlara ihtiyacımız yok, olmamalı. Bunun için de afetle mücadeleyi kahramanların sırtına yüklemek yerine kamusal bir sorumluluk olarak görmeliyiz. Şehir planlamasından sanayi alanlarının kurulmasına, yapılaşmadan ormancılığa kadar her alanda afet öncesinde önleme, risk azaltma, hazırlık gibi çalışmaları da kapsayacak şekilde planlamalar yapmalıyız.

Afetlere hazırlık ve afetle mücadele kamu otoritesinin başlıca görevi ve sorumluluğudur. Bu sorumluluğu yerine getirmeyen siyasi iktidarın her felaketi bir yardım kampanyasına tahvil etmesinin kabul edilebilir bir tarafı bulunmamaktadır.

İklim değişikliği ve diğer nedenlerle sıklığı giderek artan afetlerin toplumsal ve çevresel sonuçlarını azaltmak için afete hazırlık ve afetle mücadele programlarımızı derhal kamucu bir anlayışla yeniden yapılandırmamız gerekiyor. Bu konuda adım atmadığımız her gün, toplumun daha büyük felaketlerle yüz yüze gelmesine davetiye çıkartmaktadır.