Kentin yoksullarının, içinden geçtiğimiz zor zamanlarda daha da yoksullaştığını ve bu sürecin devam ettiğini belirten Doç. Dr. Murad Tiryakioğlu “Kent yoksulluğunun kaderi, izlenmeyen, hatta henüz tasarlanmamış politikalar sebebiyle gittikçe belirsiz ve ne yazık ki sürdürülemez hâle geliyor” diyor.

Afetlerle yoksullaşma

UMUT YÜKSEL

Geçen aylarda yayımlanan ‘Afetlerle Yoksullaşma: Salgınlar, Göçler ve Eşitsizlikler’ kitabı üzerine Afyon Kocatepe Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi ve kitabın derleyicisi Doç. Dr. Murad Tiryakioğlu ile konuştuk.

Kitap, farklı disiplinlerden 24 yazarın emeğini taşıyan kolektif ve bütüncül bir çalışma olarak yer alıyor. Öncelikle kitabın ortaya çıkış sürecinden ve ilgili literatürdeki konumundan biraz bahsedebilir misiniz?
Kitap, aslına bakarsanız, salgının bizi eve kapattığı günlerin bir ürünü. İsmini ise 21 Kasım 2019’da yaptığım bir konuşmadan alıyor. Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Politikalar Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin (HÜSPAM) 21 Kasım 2019’da altıncısını düzenlediği ‘Çevre ve Yoksulluk’ başlıklı sosyal politika panelinde sunduğum çalışmanın başlığı ‘Afetlerle Yoksullaşma’ idi. Güzel kazanımlara vesile olan bu panelin ilhamı ile bahsettiğiniz gibi farklı disiplinlerden 24 yazarın çok değerli katkılarıyla ortaya çıkan bu eser, aslında alanında bir ilk olan bu derleme, Efil Yayınevi etiketi ile 2016’da yayımlanan ‘Afetlerle

Kalkınma: Tecrübeler, Politikalar ve Beklentiler’ başlıklı çalışmanın devamı olarak (da) tanımlanabilir. Küresel salgının üzerini -belki de bir daha gizlenemeyecek şekilde- açtığı eşitsizliklerle, görmezden gelinen sorunlarla sert yüzleşmelerin yaşandığı zamanlara ilişkin değişimleri, dönüşümleri ve dahi tuhaflıkları tarihe not düşmek amacıyla tasarlanmış bir kitap ve tahmin edileceği gibi kapanma dönemlerinin ürünü. İklim krizi, iklim krizinin sayı ve şiddetini arttırdığı afetler ve çeşitli sebeplerle gittikçe artan göçler çerçevesinde, salgının da eklemlendiği büyük resme ilişkin çok sesli, çok disiplinli ve tabii ki çok öğretici bir kitap diyebiliriz özetle. Yazarlarımızın katkıları ve Bilgi Üniversitesi Yayınevi editörü sevgili Cem Tüzün ve ekibinin emekleri sayesinde okuyucu ile buluştu.

Her iki derlemenin de Türkçe literatüre önemli ve yenilikçi katkı sağladığını söylemek mümkün. Türkçe literatürün gelişimine katkı sunmanın ötesinde, araştırmacıların gündeminde bu kritik konuların yer almasını sağladığı, genç araştırmacılara bu ve ilgili alanlarda yeni araştırma soruları sordurabildiği için her iki derlemenin yazarlarının katkısı gerçekten çok değerli. Çok daha derinlikli, çok daha kapsamlı yeni çalışmalara altlık oluşturacağını ve ilham vereceğini umuyorum.

Kitabın derleyicisi olarak yazdığınız önsözde de ‘afetlerle kalkınma’ ve derlemeye de adını veren ‘afetlerle yoksullaşma’ olarak ifade ettiğiniz iki yaklaşımdan bahsediyorsunuz. Bu yaklaşımlarla vurgulamak istediğiniz noktalar nelerdir?
‘Afetlerle Kalkınma’, özetle, afetlerle birlikte kalkınmanın ihtimal dâhilinde, hatta tecrübeler izlendiğinde mümkün olduğunu vurgulayan iyimser bir yaklaşımı ifade ediyor. Tecrübelere, bu yönde izlenmiş politikalara ve belli ölçüde iyimser beklentilere ilişkin bir çerçevede okunabilir. ‘Afetlerle Yoksullaşma’ ise içinde bulunduğumuz sürecin sert bir biçimde evrilmesiyle romantik bir iyimserlikten gerçekçi bir iyimserliğe doğru geçmek gerektiğini vurguluyor. Eşitsizliklerin, göçlerin, toplumsal ve ekonomik kırılganlıkların acımasızca arttığı dünyaya gerçekçi bir yaklaşım olarak özetleyebiliriz sanırım.

Kitapta sıklıkla karşılaştığımız temel kavramlardan bir tanesi de ‘kırılganlık’. Bu kavramı afetler, eşitsizlikler ve yoksulluk çerçevesinde nasıl değerlendirebiliriz?
Kırılganlık, en basit şekliyle, şoklar ve öngörülemeyen krizler karşısında dayanıksız olmayı ifade ediyor. Ve kırılganlıkla gelir düzeyi arasında ters yönlü bir ilişki var. Gelir düzeyi arttıkça kırılganlıklar hem ekonomik hem de toplumsal olarak azalıyor. Yoksulluk, ne düzeyde değerlendirilirse değerlendirilsin, kırılganlığı arttıran bir durum. İklim krizi, afetler ve salgınlar gibi olağanüstü durumlar kent açısından, kent yoksulluğu açısından durumu çok daha karışık bir hâle getiriyor. Ekonomik kayıp açısından bakıldığında ise durum daha da karmaşıklaşıyor. Afetler karşısında düşük gelirli ve fakir ülkeler toplumsal açıdan çok daha fazla zarar görürken, yüksek ve yüksek-orta gelirli ülkelerin ekonomik kayıpları çok daha yüksek oluyor. Resim oldukça büyük ve çok parçalı. Anlamlandırabilmek içinse tüm parçaları özenle görmeliyiz.

Sabâ Yağcı ile birlikte kaleme aldığınız makalenizde kent yoksulluğunun salgınla birlikte derinleştiğini vurguluyorsunuz. Kent yoksulluğunu bu bağlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu çalışmada, başlıkta yer verdiğimiz soruya, derinleşen kent yoksulluğunun kaderinde salgının payının ne kadar olacağı sorusuna cevap arıyoruz. Diğer bir ifadeyle, düşük gelirli hizmet ve sorumsuz tüketim ekonomisinin mekânları olan kentlerde yoksulluğun bir kader olarak derinleşmesini anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Kentin yoksulları, içinden geçtiğimiz zor zamanlarda daha da yoksullaştı ve ne yazık ki bu süreç devam ediyor. Kent yoksulluğunun kaderi, izlenmeyen, hatta henüz tasarlanmamış politikalar sebebiyle gittikçe belirsiz ve ne yazık ki sürdürülemez hâle geliyor. Bu çerçevede toplumsal ve ekonomik kırılganlıklardan yola çıkarak erken sanayisizleşme, orta gelir tuzağı açmazları, iklim krizi ve küresel salgının kent yoksulluğuna yansımalarını tartışıyoruz. Kent yoksulluğunun artışının temelinde kırdan kente göç yer alıyor. Zira tarım politikasızlıkları, artan kuraklık ve değişen yağış rejimi, kırsal kesimde tarımsal üretimi çok büyük ölçüde sekteye uğrattığı için kent ekonomisine olan ilgi arttı. Yeni konutlar, daha fazla beton, topraksızlaşan yaşam (!) alanları derken her düzensiz yağışta seller altında kalan kentlerin yoksulları en çok zarar görenler olmaya devam ediyor. Nihayet salgınla birlikte artan işsizlik kırılganlığı arttırdı ve yoksulluğu derinleştirdi. Kentlerde gittikçe artan işsizliğe ve derinleşen yoksulluğa sosyal yardımlar, dayanışma ağları ve özellikle de yerel yönetimlerin sosyal dayanışmayı güçlendirecek uygulamaları olduysa da bu geçici çözümler yarayı iyileştirmedi. Bu çerçevede bahsettiğiniz çalışmada, izlenmesi gereken en önemli ve en öncelikli politikanın, işini kaybetmiş olanların yeniden istihdamını sağlamak ve alternatif istihdam alanları oluşturmak üzerine kurgulanması gerektiğini söylemeye çalıştık.

Son olarak, küresel salgın ile birlikte daha çok mercek altına alınan afetler ve yoksulluk tartışmalarının sizce yarına bıraktığı temel sorular nelerdir?
Aslında bu salgının ne ilk olduğunu ne de son olacağını söyleyerek başlıyor derleme. İçinde bulunduğumuz tuhaf zamanların geriden gelenler için çok daha anlaşılabilir olabilmesi gayretinde olan tartışmalar salgınlara, göçlere ve eşitsizliklere odaklanan sorularla şekillendi. Yarına kalan soruları ise ancak bugünkü soruları cevaplayabilirsek görebileceğiz. İstediğimiz sorudan başlayabileceğimiz bir durum yok ne yazık ki. İllâ bir soru sormamız gerekiyorsa o da şu olmalı diye düşünüyorum: Salgınla birlikte güçlenen, görünür olan birliktelik ve dayanışma güçlenerek artacak mı? Ve tabii öte yanda acımasızca artan eşitsizliğe ne ölçüde çare olacak?

Son olarak, bu keyifli sorular aracılığıyla Birgün Kitap okuyucularıyla buluşma imkânı sağladığınız için tüm yazarlarımız adına teşekkür ederim.