Deprem bilançosu ağırlaşırken kadın ve çocuk sağlığı da risk altında. Deprem bölgesinde 215 bin hamile var ve 23 bini bir ay içinde doğum yapabilir. Gülçin, “Doğumdan korkardım” diyor ve ekliyor: “Şimdi doğuramayacağımdan korkuyorum.” Esra ise “Hayat kalmadı burada” ifadesini kullanıyor.

Afette kadın olmak
Fotoğraf: DepoPhotos

Birgül ÇAY

6 Şubat 2023, pazarı pazartesine bağlayan gece... Saat 04.17'de Pazarcık merkez üssünde 7,7 ve ardından 7,6 büyüklüğünde iki deprem yaşandı. AFAD, 13 Şubat saat 10.55 itibarıyla hayatını kaybedenlerin sayısının 31 bin 643 olarak açıkladı. Aradan geçen zamana rağmen henüz hiç gidilmemiş köyler, girilmemiş bölgeler mevcut. Enkazlar kaldırılamadı. Enkazlar altında canlı insanlara ulaşılıyor ve anaakım medyada “mucize” olarak servis ediliyor. Enkazların başında yakınlarını bekleyenler saatler geçtikçe azalan umutlarını diri tutmaya çalışıyorlar. Artık umudunu kaybedenlerin ise tek istediği en azından beden bütünlüğü bozulmamış bir cenazeye erişebilmek…


Böylesine büyük bir yıkımdan 10 ilde 13 milyondan fazla insan direkt olarak etkilendi. Bu nüfusun yarısını kadınlar ve kız çocukları oluşturuyor. 60 yaş üstü nüfusun yüzde 54’ü ise kadın. Depremin ilk sekiz gününde 3 bin 677 bebek dünyaya gelirken Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) Türkiye’nin açıklamasında 214 bin hamile kadın olduğu, yaklaşık 24 bin kadının önümüzdeki ay içinde doğum yapacağı öngörülmüş.

İLAÇLAR ENKAZ ALTINDA

Gülçin de bu kadınlardan birisi. Malatya’da yaşıyor. Sadece kendisi için değil, bebeği için de çok endişeli. Yeterli beslenemediğini, tüm ilaçlarının enkaz altında kaldığını, yaşadığı yoğun stresin çocuğunu olumsuz etkileyeceğini bunu düşündükçe daha da strese girdiğini söylüyor. “Ben aslında doğumdan korkardım” diyor Gülçin: “Ama şimdi doğuramayacağımdan korkuyorum.”

NE HASTANE NE DOKTOR

Müzeyyen ise aynı süreci Hatay’da yaşıyor. O sadece bir arabada tek bir koltuğun üzerinde, sırtüstü uzanıyor. Daha önceki doğumu da sıkıntılı olmuş. Bu yüzden çok korkuyor. Diğer çocuğuyla ilgilenemiyor. İlgilenebilecek herkes enkaz altında. Doğumuna sayılı günler ve alması gereken ilaçlar var. Bir hastaneye yatması lazım. Oysa şehirdeki hastanelerin pek çoğu yıkık ve pek çok sağlık çalışanı da göçük altında. Onun kendi tabiri ile: “Ne hastane var ne de doktor… Allaha emanetiz!”

BİR DAMLA SU

Esra da Hatay Samandağ’da. Depremden 4 çocuk ile çıkmış. Eşi yurtdışında çalışıyor. Gece arabada kalıyorlar. Tuvalet için ise “yer evi” dedikleri tek katlı ve kısmi olarak hasar görmüş tek katlı bir eve girmek zorunda kalıyorlar. Ama hava kararınca çocuklar korkuyor ve evin içerisine girmek istemiyorlar. Dışarıda neresi uygun ise orayı tuvalet olarak kullanıyorlar. Ellerini, yüzlerini yıkayacak temizlik maddeleri yok. Çocukların temizliğini yardım arabalarında verilen ıslak mendille halledebiliyorlar. “Çok zorda kalınca verilen içme sularıyla bazı ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz. Bir damla suyun hesabını yapar olduk” diyor, Esra.

Çok korkuyor ve çok endişeli. Kendisi gibi tüm endişeli kadınların sorunlarını şu şekilde anlatıyor: “Her bir kadın depremde çocuklarına sarılarak ve ağlayarak çıktı. Çıkabilen çıktı! Yağmur, soğuk demeden, çocukları için yollarda ıslanarak yalın ayak, çorapsız bir şekilde kaldık. Sırf ısınabilmek, yağmurdan depremden korunabilmek için seralarda toprak üstünde yatıyoruz. Üzüntüden korkudan, dışarıda ne yemek bulursa yiyip, sütü kesilen, emziremeyen anneler var. Bu soğukta bebeklerin altını değiştirmek çok zor… Hasta olan bebekler var. Hava verilmesi gereken ama elektrik olmadığı için tedavi göremeyen çocuklar var. Biz kadınların özel günleri oluyor, bu zor günlerde karşı cinse söylemeye çekiniyoruz. Rahatsızlığımızı bir kenara bırakıp çocuklarımıza kanat olmaya çalışıyoruz. Ailemiz için kendimizden vazgeçiyoruz. Yemek bir sorun… Çoğu kadın önce çocuğunu doyurmaya çalışıyor. Sonra kendisini düşünüyor. Arabası olan yardım TIR’larından yardım alma imkânına sahip olabiliyor. Arabası ve eşi olmayan kadınlar hele ki köy gibi yerlerde olanlar çok zor durumda. Yardım alamıyorlar, çünkü dar yollardan yardım araçları geçemiyor. Benzin yok. Zor bulunur olduğu zamanda da 3 saat sıra beklemen gerekiyor. Biz kadınlar koşturuyoruz.”

Benzin önemli. Çünkü arabalar bir yurt olmuş onlara. Çocukları orada ısıtabilir, hava koşullarından kısmen koruyabilirler. Zira hava çok soğuk... Çocukları hasta olmamaları için mümkün olduğunca battaniyelerle sarıp sarmalıyorlar ama çok soğuk.

Etrafındaki pek çok kimse ya kendi imkânları ile yaptıkları çadırlarda ya da kısmı yıkık evlerde ateş yakarak kalıyor. Bu da ayrıca bir güvenlik sorunu doğuruyor. Şöyle diyor Esra: "Bir kadın olarak her gördüğümüz yabancı insandan korkuyoruz, uyuyamıyoruz.”

Esra gibi tüm kadınlar, enkaz çalışmaları, kayıplar, ölüm haberleri, yaralı akrabalar içerisinde kendi psikolojilerini ve çocukların psikolojisini korumaya çalışıyorlarsa da, bu pek kolay değil. Esra, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çocuklar her gecen araba sesini duyunca irkilerek uyanıyor, acaba yeni bir deprem mi? Oğlum bana, ‘Anne, lütfen bir yere yürüme’ diyor. ‘Sana bir şey olmasın, ben annesiz kalamam’ diyerek ağlıyor.”

HAYAT KALMADI BURADA

Çok değil bir hafta önce hayatının rutin bir parçası olan şeyler için “Duş almak, rahat bir uyku… Bunlar artık imkânsız gibi” ifadesini kullanıyor Esra: “Hayat kalmadı burada.”

***

Hamile kadınlar çok endişeli

Gene de pek çoğu gibi, bu yıkıntılar arasında hayatı inşa etmeye, çocukların öğünlerini düzenlemeye, bez bulamadığı için bulabildiği suyla çocuk bezlerini elde yıkayıp mümkün olan en üst düzeyde ailesini korumaya çalışıyor. Kezban ise genç bir kadın. O güzel Antakya’nın Defne ilçesinden…
“Bu durum tüm insanlar için ayrı ayrı çok zor fakat her yerde olduğu gibi kadınlar için ekstra zor” diyerek başlıyor sözlerine. “Bir kere en önemli şey, hijyen maddesi kullanamıyor olmak… Regle yakalandın ve böyle bir durumdasın, eline ne geçerse bez çuval torba onlarla kapatıyorsun. Tuvaletini mecburen olduğun yere yapıyorsun ve bu mikrop kapman için yeterli bir sebep. Temizleyecek bir şeyin olmaması, su olmaması çok zorluyor. Hamile kadının o stres ve şartlarda düşük yapma ihtimali çok yüksek. Hepsi korkuyor. Emziren kadınların bir şeyler yemesi gerekiyor ki süt gelsin ama gıda çok kısıtlı, kuru ekmekle idare edildi günlerce ve sadece su… Ha bir de su zaten yok ama olsa bile içmemeye veya çok az içmeye çalışıyorsun ki, tuvaletin gelmesin. Emziren ve hamileler için ısınma da önemli. Soğuk almaması gerekiyor aksi takdirde emdiği sütten dolayı soğuk alan bebeğe bu sefer ilaç ihtiyacı doğuyor.”

Velhasıl dinledikçe görüyoruz ki, bölgedeki her sorun başka bir soruna yol açıyor.

Kezban, sözlerini şöyle noktalıyor: “Ha bir de iç çamaşır sorunu var. Kadın gönüllü varsa böyle bir durumda bile bu ihtiyaçları daha rahat dile getiriyorsunuz, yoksa isteyemiyorsunuz. Utanılacak bir şey olarak görüyorsunuz çünkü zaten akıl sağlığınız allak bullak.”

***

Kadın gönüllüye ihtiyaç var

İrtibata geçtiğimiz tüm kadınlar, bölgedeki kadın gönüllü sayısının daha fazla olması gerektiğini söylüyor. Kadın kıyafetleri daha çok üst grupta gelmiş. Pantolon, eşofman kolayca bulamamışlar. Hijyen ürünlerine nasıl erişeceklerini bilememişler. Genel olarak gıda ve diğer ürünler ile aynı noktadan dağıtıldığı için isteyememişler. Aşırı stresten regl olamıyorlar ya da daha fazla kanamaları oluyor. Soğuktan yeterince korunamadıkları, tuvaletlerin olmaması, hamilelik süreçleri nedenleriyle üreme sağlığını korumanın çok zor olduğu, hastalık kapma risklerinin çok yoğun olduğu bir dönem yaşıyorlar. Emzirme yerleri yok. Bir çadır ya da arabada da yaşayanların da mahrem alanları yok. Derin bir yas sürecinde olmalarına rağmen çocuklarına karşı bu yıkımı hissettirmemeye çalıştıkları için yas sürecini sağlıklı yaşayamıyorlar. Henüz enkazda sevdikleri var. Bırakıp gidemiyorlar, zaten burası onların yurdu değil mi, nereye gidecekler?

Tıpkı Kezban gibi, onlar da bilmiyor.

“Bizi en çok acıtan sorulardan biri de bu, ne olacak? Planın ne, ne yapacağız? İnanın tek bir cevabı var: Bilmiyoruz… Koca bir hiç…”