“Bir Afgan’ı asla satın alamazsın, ancak kiralayabilirsin!” sözü ülkenin parçalı yapısı içinde iktidarların uzun süreli olmayışını, ittifaklar değiştikçe iktidarların da değiştiğini anlatır.

Afganistan: Ağla sevgili memleket

Gazeteci olarak bulunduğum her ülkeyi sevdim. Hatta âşık oldum oralara. Irak’a, Yugoslavya’ya, Azerbaycan’a, Arnavutluk’a ve Afganistan’a!

Bu, mesleki açıdan bir olumsuzluk da değil. Tersine… Oralarla ilgili yazarken tek kaygım o ülkelerin ve insanlarının iyiliği oldu.

O yüzden şimdi Afganistan’ı içim acıyarak izliyorum. Bizzat tanıdığım ve tanımadığım pek çok Afgan gibi kan ağlayarak. Şimdi Afganistan’la ilgili bir yazı için düşünebildiğim en uygun başlık, Alan Paton’un Güney Afrika’nın dramını anlattığı çarpıcı romanının adı oluyor: Ağla Sevgili Memleket!

Yıllardır Afganistan haberleriyle birlikte duyduğunuz isimler oldu hep. Duya duya ezberlediğiniz isimler. Artık yeni isimler olacak ve onlar üzerinden yazılacak Afganistan’ın hikayesi. Taliban liderleri Heybetullah Ahunzade, Molla Abdulgani Baradar, Molla Yakup, Siracettin Hakkani, Vahedullah Haşimi…

Ama o U.S. Air Force uçağının iniş takımlarına sarılanlar. Vücutlarının bir parçasını uçakta bırakıp, gökyüzünden yere çakılanlar. Onların isimlerini hiç bilemeyeceğiz. Oysa, Afganistan’ın hikâyesi asıl onların hikayesi. İnfaz edilen gazetecilerin, boğazlanan komedyenlerin, malum bir kaderi yaşamasınlar diye bebeklerini tel örgüler üzerinden yabancı askerlere atanların, kadınların hikâyesi…

Şimdi, bugünden yarına her şeyin değişebildiği bir ortamda ucunda ışık görünmeyen karanlık bir korku tüneline bakar gibi bakılıyor Afganistan’a. Ancak o tünelin ucunda bir ışık yakmaya çalışanlar da var. “Afganistan’da demokrasi değil, şeriat olacak” diyenlere karşı, onların en karşı konulmaz göründüğü şu günlerde, Celalabad’da ve başka başka yerlerde üzerlerine sıkılan kurşunlara rağmen Taliban bayrağını indirerek sokaklara dökülenler var, Penşir’de Taliban’a karşı direniş için toplananlar var. Taliban’ın reddeden bir Afganistan var.

Direniş varsa, umut da var!

NEREDEN NEREYE?

Bugün Afganistan’da iktidarı aldılar diyerek pek çok Batılı ülkenin tanımanın yolunu yaptığı ve tanımak için sıraya girdiği Taliban, 1999’da BM Güvenlik Konseyi tarafından El-Kaide ile ilişkili terörist bir grup olarak ilan edilmişti. Taliban’ın; Sovyetlere karşı mücahit mücadelesinin içinden çıkan, Pakistan ve Pakistan istihbarat teşkilatı ISI’nin besleyip büyüttüğü bir örgütler koalisyonu olduğunu söylemek mümkün. Bir kabileler topluluğu olan Afganistan’ın toplumsal yapısında belli ölçülerde zemin bulan Sünni şeriatçı bir grup. “Afgan halkı” ve kültürünün gerçek temsilcisi oldukları iddiasındalar. El-Kaide ile her zaman yakın ilişkileri vardı ve iç içeydiler.

9 Eylül 2001’de Taliban karşıtı Kuzey İttifakı komutanı Pensir Aslanı Ahmet Şah Mesud El-Kaide’nin düzenlediği bir suikast sonucu öldürülmeseydi, büyük olasılıkla bugünkü gücüne ulaşamayacaktı. El-Kaide Mesud’u katlederek Taliban’ın yolunu açtı. Mesud suikastını iki gün sonra 11 Eylül saldırısı ve ona karşı ABD’nin “teröre karşı savaş” ilanı izledi. Ve Afganistan’ın işgali başladı. Kabil’de iktidar koltuğuna oturmuş olan Taliban, ABD’nin “Bütün El-Kaide liderlerini ABD yetkililerine devredin ya da aynı kaderi paylaşın” ültimatomuna uymayınca, 7 Ekim 2001’de ABD ve İngiltere’nin bombardımanı başladı. Onları, Avustralya, Almanya ve Fransa’nın “teröre karşı savaş”a katılımı izledi. Nihayet NATO ve bütünüyle Batı, ABD öncülüğünde Afganistan’a yerleşti.

Şimdi, zamanının çoğunu geçirdiği Türkiye’den Taliban’la savaş için yeniden Afganistan’a dönen Raşid Dostum 9 Kasım 2001’de Taliban’ı, hafızalara kazınan katliam görüntüleriyle, Mezar-ı Şerif’ten çıkarmıştı. Taliban’ın Kandahar’ı teslim etmesi ve liderleri Molla Ömer’in kaçmasıyla, kısa iktidarlarının da sonu gelmiş, BM davetiyle Kuzey İttifakı’nın bel kemiğini oluşturduğu geçici bir hükümet kurulmuştu. Böylece ABD’nin yaklaşık 20 yıl süren “şeytandan arındırılmış” bir Afganistan’ın “yeniden inşası” macerası başlamıştı.

Seçimler yapılarak, Kabil’de merkezi bir “iktidar” oluşturularak, o iktidar için bir ordu yaratılarak geçen bu 20 yılın sonunda gelinen noktanın en önemli açıklaması “yolsuzluk” ve “çürüme”dir. Çok etnikli, çok kültürlü, çok dilli bir kabileler topluluğu olan Afganistan’da, ülkenin toplumsal gerçekliğine hiç uymayan merkezi bir yapıyla yukardan aşağı bir devlet inşa etme çabası, büyük ölçüde kabile çatışmaları, Batı’dan (ABD) gelen paraların belli ceplerde “kaybolması” sonucu başarısız oldu. Merkezde pozisyon tutanlar kendi aşiretlerini kayırıp, onlardan olanları kilit pozisyonlara getirince, diğer kabile ve aşiretlerin husumetini kazanarak onların da yalnızca kendilerini düşündüğü, ortak bir ülke hedefinin yok olduğu bir süreç yaşandı.

Şimdi, merkezi bir İslam emirliği kurma peşinde olan Taliban da aynı gerçekle yüzleşecek.

NATO ve ABD güçlerinin Taliban’la savaşlarında sıkça sivilleri vurması, ortaya çıkan katliam görüntüleri, merkezi otoritenin yetişmediği yerlerdeki istikrasızlık Kabil yönetiminin işgalci ve işbirlikçi görüntüsünü pekiştirirken, Taliban bu toplumsal zeminde yayıldı. Bu arada, 29 Ekim 2004’te Bin Laden El Cezire’de yayınlanan bir videoyla 11 Eylül’ün sorumluluğunu üstlendi. 2005’ten itibaren Taliban intihar saldırılarıyla öne çıkmaya başladı. 2005’te 27 intihar saldırı olurken, 2006’da bu sayı 139’a çıktı. İntihar saldırıları Taliban’ın ilerleyişinde önemli bir etkendi.

ABD’nin Afganistan’da başarı diye satabileceği tek somut şey 1 Mayıs 2011’de Bin Laden’in öldürülmesi oldu. Obama, 2012 yazında 33 bin askeri Afganistan’dan çekeceğini söyledi. Artık bir numaralı gündem maddesi çekilme olmaya başlamıştı. 2018’de bir yandan ABD ağır bombardımanı yaşanır, Taliban da saldırılarını artırırken, öte yandan da Taliban’la görüşmeler için ilk adımlar atılıyordu. 2019’da ABD Doha’da Taliban’la resmen barış görüşmelerine başladı. 29 Şubat 2020’de ABD ile Taliban arasında ABD’nin çekilmesini ve Taliban’ın da ülkenin terör faaliyetleri için üs olmasına izin veremeyeceği anlaşması imzalandı.

Ağustos ayında Taliban ordunun hiçbir direniş göstermediği koşullarda beklenmedik bir hızla bütün büyük şehirlere girmeye başladı ve nihayet her Afganistan savaşında kazanan için en büyük hediye olan Kabil’e de girdi. 1996 yılı sonunda oturup 2001 sonunda kalktığı koltuğa 20 yıl sonra geri dönerken, ABD de ardında soru işaretleri ve kaos bırakarak gidiyor.

İKİ CUMHURBAŞKANI, İKİ FARKLI SON…

Taliban geçen pazar bir direnişle karşılaşmadan Kabil’e girip de insanlar canhıraş birbirlerini ezerek şehirden kaçmaya başlamadan evvel “Kan dökülmesine engel olmak için ayrılmamın daha iyi olacağını düşündüm” diyen cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin kaçışı bana, 1988 ve 1989’da iki kez görüştüğüm “komünist” cumhurbaşkanı Necibullah’ın sonunu hatırlattı.

Bizzat “ulusal kahraman” madalyası taktığı Raşid Dostum Kabil’in kapısını mücahitlere açıp da Ahmed Şah Mesud’u şehre alınca onun iktidarı da sona ermiş, 1992’de Hindistan’a kaçışı havaalanı yolunu tutan Dostum güçleri tarafından engellenmiş, yanındaki BM temsilcisi ile Kabil’deki BM yerleşkesine sığınmış, 1996’da Taliban Kabil’e girerken Ahmed Şah Mesud’un Kuzey’e geçme teklifini reddetmiş, 4.5 yıl kardeşiyle birlikte bir tür hapis hayatı yaşadığı yerleşkeye yanlarında bir ISI subayıyla giren küçük bir Taliban grubu tarafından yakalanmış, dövülmüş, bir Jeep arkasına bağlanarak sürüklenmiş, cinsel organı kesilmiş, kurşunlanmış ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı dışında bir trafik lambası direğine asılmıştı.

İnsan, dünyayı şok eden ve Taliban destekçisi Suudi Arabistan tarafından bile “İslamiyet dışı” olarak nitelenen bu korkunç sonu düşününce, Taliban gelmeden kaçan Gani’nin ne kadar şanslı olduğunu anlıyor.

Necibullah 1987’de Moskova desteğiyle cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan sonra; ülkeyi, partiyi ve kendisini Sovyet “komünist” çizgisinden “Afgan milliyetçisi” bir çizgiye taşımıştı. Uygulamaya koyduğu “Ulusal Uzlaşı Politikası” ile barışı sağlamaya çabalıyordu. İki kez yaptığımız uzun görüşmelerde, “hiçbir zaman komünist olmadıklarını”, kendilerine komünist damgası vuranların “Batılı fanatikler” olduğunu anlatmış, Sovyetlerin çekilişinden memnun ve Batı’yla uzlaşmaya açık bir yaklaşım sergilemişti.

Koşulların bir dayatması da olsa, Necibullah’ın bu tavrında samimi olduğunu ve bunca yıl yaşanan çatışmalar yaşanmadan önce uluslararası toplumun alacağı uzlaştırıcı bir inisiyatifle bugünkünden çok farklı, barbarlıktan ve İslami fanatizmden uzak bir Afganistan’a varılabilirdi.

Necibullah’ın komünistlikten uzaktan yakından ilgisi olmayan ama “komünist” denilen iktidarı boyunca, Kabil’de çok sayıda “Türkiye dostu” üst düzey yönetici ve bakan vardı. Bir tür Diyanet İşleri Başkanlığı denilebilecek Şura-i Ulema’da Atatürk’ün ruhu için Fatiha okuyan din adamları vardı. Yıllarca Türkiye’de eğitim görmüş hukukçular, askerler, Askeri Yargıtay başkanları, Yeni Harman sigarasının tadını unutamamış devlet bakanları vardı. Karşılaştığı Türkiyeli gazeteciye ilk sorusu “Türkan Şoray hala sağ mı?” olan, ardından “Ya Filiz Akın?” diye ekleyen yöneticileri dünyanın bir başka ülkesinde görebileceğinizi hiç sanmam.

Onlar hep Türkiye’den uzanacak bir el beklediler. Kabil Radyosu’nda bir Özbek müdürün bana dediği gibi; “Türkiye savaşın bitmesinde çok rol oynayabilir. Müslüman devlet. Burada elçiliği var. Pakistan ile ilişkileri iyi. Tarafsız devlet olarak iyi iş yapar. Pakistan ile Afganistan’ın ortasına girse, savaşı bitiriş için. Biz Özbekler, Türkmenler burada çok prestij kazanırız. Barışı Türkler getirdi deriz.”, beklentisi içinde oldular.

Türkiye ise hiç onlardan yana bakmadı! Onları tanımadı. Biz de burada hep Gulbeddin Hikmetyarları, Burhaneddin Rabbanileri haber yaptık.

BİR AFGAN’I ASLA SATIN ALAMAZSIN…

Yalnızca çatışmalara, çatışmaların olduğu yerlere, ölmelere ve öldürmelere bakarak Afganistan’ı anlayamazsınız. Bu ne dün mümkündü ne bugün mümkün ne de yarın mümkün olacak. Ülkenin çok etnikli, çok kültürlü, neredeyse 300 dilin konuşulduğu bir tür aşiretler ve kabileler yumağı olan yapısını kavramadıkça oraya dair her analiz boşta kalır.

Orayı ve ülkede iktidarların nasıl oluşup, nasıl değiştiğini bir parça anlamamı sağlayan bir Afgan özdeyişi olmuştu: “Bir Afgan’ı asla satın alamazsın, ancak kiralayabilirsin!”

Tarih boyunca Afganistan’da iktidarları belirleyen hep farklı kabilelerin birbirleriyle geçici ittifakı oldu. Özbeklerin lideri konumunda olan Raşid Dostum, Necibullah’ın finanse ettiği, pozisyon verdiği, “ulusal kahraman” madalyası taktığı biriyken “komünist” yönetimi ayakta tutuyordu. İstediği isimler istediği yerlere atanmayıp; Kabil’den gelen paralar da kesilir gibi olunca, saf değiştirdi ve Kabil’in kapısını mücahitlere açtı. Onun saf değiştirmesi iktidarın el değiştirmesinde önemli bir etkendir.

Mücahitlerin iktidarının sonunu getirip Taliban’ı iktidar eden de Kuzey ittifakı içindeki ayrışma ve çatışmalardır.

General Şahnavaz Tanay, Necibullah yönetiminin Savunma Bakanı’ydı. Afganistan Demokratik Halk Partisi içinde mücahitlere karşı daha sert bir çizgi izlenmesini savunuyordu. 1989 Aralık ayında onunla görüştüğümde, Kabil’deki Türkiye Büyükelçisi Zeki Karaca, “Görüştüğü ilk Batılı gazeteci sizsiniz” diyerek Batılılara ve medyaya ne kadar mesafeli olduğunu anlatmıştı. Tanay, Mart 1990’da Necibullah’a karşı başarısız darbe girişiminden sonra mücahitlerin en önemli liderlerinden, Erdoğan’ın dizininin dibinde fotoğraf çekindiği Hikmetyar’ın yanına gitti.

“Komünist” yönetimin Ankara’daki büyükelçisi Abdül Samed’i, yıllar sonra İstanbul’daki bir Afganistan konferansında sakallarıyla mücahit heyeti içinde görmüştüm. “Ya sen komünist değil miydin?” soruma gülerek “sus” işareti yapmıştı.

Taliban’ın bu kadar hızlı ilerlemesinin nedeni de bazı savaş ağalarının ve hatta ABD’nin eğittiği ordudaki kimi askerlerin yer değiştirmesidir. Karşılarında iç bütünlüğü sağlamayı kolaylaştıran bir yabancı kâfir düşman olmadan iktidar koltuğuna oturduklarında, mücahitlerin iktidarı Taliban’a kaybetmesine yol açan iç çatışmaları bu kez de Taliban arasında görmemiz büyük olasılık.

Kabil’de oluşturulan bir merkezi yönetimle tüm Afganistan’da kamu otoritesi kurmayı hiçbir güç beceremedi. Daha şimdiden Taliban’ı reddeden gruplar kuzeyde toplanmaya başladılar. Zamanla ve iktidardan bekledikleri payı alamadıkça Taliban hâkimiyetinin dışına çıkacak gruplar ve onların kontrol ettikleri bölgeler de olacak.

“Bir Afgan’ı asla satın alamazsın, ancak kiralayabilirsin!” sözü ülkenin parçalı yapısı içinde iktidarların uzun süreli olmayışını, ittifaklar değiştikçe iktidarların da değiştiğini anlatır. Şimdi, İslam Emirliği şeklinde merkezi bir iktidar kurma peşinde olan ve farklı grupların bir tür koalisyonu olan Taliban da birlik-bütünlüğünü kolaylaştıran “işgalci kâfirlerin” olmadığı koşullarda aynı özlü sözle sınanacak.

TALİBAN “EHLİLEŞTİ” Mİ?

Şimdi en sık sorulan soru bu ve bu budalaca soruya hiç de iyi niyetli olmayan bir “evet” cevabı verenler var. Sorunun temelinde Taliban yöneticilerinin yaptığı açıklamalar yatıyor: Kadınlara daha fazla serbestlik tanıyacaklar, okullara gitmelerine izin verecekler, intikam peşinde olmayacaklar, terörü desteklemeyecekler, uluslararası sistemle uyumlu bir ilişki kuracaklar…

Bir süre başta Kabil olmak üzere bazı büyük kentlerdeki uygulamalarıyla, misal kızların okula gitmesine izin vererek, dünyaya bir “ehlileşme” vitrini sunacaklar. Ancak, bunun dışındaki bölgelerde bambaşka bir pratik olacağını kestirmek zor değil.

Kuşkusuz Taliban’ın; geçmiş yılların deneyiminden, Suriye’de IŞİD’in başına gelenlerden, El-Kaide örneğinden çıkardığı dersler var. Daha önemlisi tek kuruşa muhtaç bir ülkeyi uluslararası destek ve meşruiyet olmadan, tanınmadan yönetemeyeceğinin farkında. Rusya, Çin ve İran gibi güçlü ülkelerle komşuluğun avantajlarının ve dezavantajlarının farkında. Kendisini var eden ve bugünlere getiren Pakistan üzerindeki ABD etkisini hesap ediyor. Onun gizli desteğiyle bir savaşı yürütmek mümkün olsa da bir ülkeyi yönetmenin mümkün olamayacağını biliyor.

Rusya ve Çin’e karşı kozu, onların yumuşak karnı olan İslamcı hareketleri desteklememe, bu ülkelerin radikal İslamcı grupları için bir üs olmama garantisi. Çin’de Uygur meselesini kanatmazlar, Orta Asya’da da El-Kaide ve türevlerini desteklemezlerse, Rusya ve Çin’den mali destek alabilecekler. Taliban’ın dış politikası içeride bir yönetim olabilmenin “gerçekler”i ve çağdışı, gerici, bağnaz ideolojisi arasında sıkışıyor. Yönetim düzeyinde “gerçekçi” olsalar da bu gerçekçiliği aynı oranda tabanlarına doğru taşımaları zor.

Şimdi, bir süre dünyaya “ehlileştik” mesajları verecekler. Ancak, daha şimdiden o mesajlar kimi pratiklerle çelişiyor. Burka giymediği için infaz edilen kadınlar var. 1996’da Kabil’e girdiklerinde yaptıkları hatıralarda canlı. İnsanlar bu yüzden canlarından vaz geçerek uçaklara asılıyor, bebeklerini tel örgülerin üzerinden yabancı askerlere atıyorlar.

Başta “ehlileştik” görüntüsü verme çabaları olsa da, iktidarlarını konsolide ettikçe ideolojik yaklaşımlarının öne çıkacağı kesin. Üstelik, kendi aralarında “ehlileştiremeyecekleri” ve asla kontrol edemeyecekleri gruplar olacak ve onların vahşetiyle de yüzleşecekler.

El-Kaide ve IŞİD gibi gruplar da parçalı Taliban yapısı içinde Afganistan’a sızma kanalları bularak aşağıdan yukarı Taliban üst yönetiminin “gerçekçiliğini” zorlayacaklar.

Şimdi Penşir’de direnişi toparlamaya çalışan Afganların efsanevi komutanı Ahmed Şah Mesud’un oğlu Ahmed Mesud’un da dediği gibi; “Ehlileşmiş Taliban kocaman bir yalan. Suriye’ye ve dünyanın başka yerlerine cihada gidenler dönüyorlar ve bunlar eskisinden de beter. Çin’i, Rusya’yı, İran’ı ve tüm dünyayı istikrarsızlaştıracaklar.”

ŞİMDİ NE OLACAK?

Bu sorunun ilk yanıtı BELİRSİZLİK! Bugünden yarına neler olacağını kestirmek zor. Ancak, “Şimdi ne olacak?” sorusunu kimi alt sorularla derinleştirmek bazı yanıtların da önünü açabilir.

Taliban gerçekten farklı grupları da içeren “kapsayıcı” bir hükümet kuracak mı? El-Kaide ve benzerlerine destekten vaz geçecek mi? Kendi bütünlüğünü koruyabilecek mi? Bilindik barbarca uygulamaları olmayacak mı? Eski yönetimin içine battığı yolsuzluk bataklığına onlar da gömülmeyecek mi? Dün bir türlü istikrara kavuşmamış bölgelerdeki iş güç sahipleri, şimdi istikrar umuduyla ehven-i şer gördükleri Taliban’a tavır alacaklar mı? Taliban’la kendi inancı arasında fark olmadığını söyleyen ve Taliban’ın mesajlarını olumlu bulan Türkiye yönetimi hem Taliban’la savaşacak Raşid Dostum’u hem de Taliban’ı idare edebilecek mi? Mülteciler gelmesin diye her şeyi yapan iki yüzlü Batılı ülkeler, demokratik kamuoylarının baskısı ve Taliban’ı tanıma eğilimleri arasında ne yana düşecekler?

Bütün bu belirsizlikler içinde belirli olan bir şey var; Taliban’a karşı direnenler olacak.

Direniş kanadının en ilgi çeken ismi ise “Penşir Aslanı” olarak bilinen, Taliban’ın önündeki en önemli engel olarak görüldüğü için El-Kaide suikastıyla katledilen, Afganistan’ın çoğu evinde resmi asılı Ahmed Şah Mesud’un İngiltere’de siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler Master’ı yapmış 32 yaşındaki oğlu Ahmed Mesud.

Mesud’a göre, Taliban’ın karşısına diş geçiremeyeceği bir askeri güçle çıkmadıktan sonra onlarla masaya oturup barış yapmak olanaksız. Eşref Gani’nin kaçmasının ardından kendisini meşru cumhurbaşkanı ilan eden Amrullah Salih de onun yanında. Raşid Dostum ve kimi diğer liderlere bağlı güçler de Penşir’de toplanmaya başladılar.

Afganistan’da merkezi bir yönetimin başarılı olamayacağını, bir anayasada anlaşmış yerel liderlerin esnek birliği ve her birinin kendi bölgelerini savunacakları askeri güce sahip oldukları bir yapının ülke gerçeklerine daha uygun olduğunu savunan Ahmed Mesud böylesi bir yönetim için mücadele edecek. Batı’dan çok daha kolay destek bulacak bir siyasal figür olduğu kesin ve babasının ünü de önünü açıyor.

Ahmed Şah Mesud’un yakın arkadaşı ve ona düzenlenen suikastta hemen yanında olup da sağ kurtulan tek kişi Masud Halili, Afganistan’ın önemli şairlerinden ve diplomat, bir röportajda arkadaşı ve komutanı Mesud’u bana şöyle anlatmıştı: “1979-1980 yıllarında Che Guevara okuyordu. Che ile yakından ilgileniyordu. Gerilla hareketi ile ilgili kitaplar okuyordu. Bize Che’den çeviriler yaptırırdı. Kitleleri nasıl kazanırsın? Kafasındaki en önemli soru buydu. ‘Köylüleri biz harekete geçiremezsek bize karşı harekete geçirirler’ derdi. Hep çok okuyan biriydi. Âdeta gezici bir kütüphaneyle dolaşırdı.”

Farklı bölgelerden yükselecek Taliban karşıtı hareketleri koordine ettiğinde ve dış destek aldığında, Kuzey’de Ahmed Mesud kimliğinde sembolleşecek Taliban karşıtı güçlü bir hareketin oluşması ciddi bir olasılık.

Kim bilir, belki de oğul Mesud, “Dini kullanan, dini siyasi amaçları için kullanan kim savaşı kazanabilir ki? İnanç başka bir şey, din başka bir şey. Dini kullananlar sonuçta mutlaka kaybederler.”, mesajları veren babasını doğrular.

Oğul Mesud’un şimdi dünyadan önemli bir isteği var: Taliban’ı tanımayın, onlara meşruiyet vermeyin!

AFGANİSTAN DERSLERİ

ABD, kendi karizmasını Saigon’dan çekilirken nasıl çizdirdiyse Kabil’in düşüşünü de aynı şekilde seyretti. Geride tam bir kaos bırakarak gidiyor.

On yıllardır kanayan Afganistan’dan öğrendiğimiz ilk şey, emperyalizmin ipiyle hiçbir kuyuya inilemeyeceği, ABD’ye bel bağlayarak istikrara kavuşulamayacağı olmalı. ABD, bin bir beklenti yaratarak girdiği bir yerden, ona umut bağlayanların yarısını uçaklarının tekerlerinde bırakıp yarısını da yere çakarak çekip gidiyor.

Bütün bu gidiş ve yaşananlar baştan beri planlı değilse bile, artık “Talibanistan”ın kendisi için en büyük tehdit gördüğü Çin’e ve Rusya’ya radikal İslamcı hareketler üzerinden istikrarsızlık taşıması için elinden geleni yapacak.

Afganistan bize şunu da öğretmiş olmalı. Laiklik en önemli değerimiz. O olmadan barış ve istikrar mümkün değil. Bundan bir an için taviz verip İslamcı örgütlerle iş tutmanın sonu felaket oluyor.

Dilerim artık on yıllardır kanayan Afganistan’dan başta Afganlar olmak üzere herkes gereken dersleri alır ve bu sevgili ülkenin gözyaşları durur!