Türkiye İran’daki Molla “devrimini” iyi yorumlayamadı. Liberallerimiz bu açık gerilemeyi devrim olarak vaftiz etmeyi pek sevdiler. Şimdi de Taliban güzellemeleri piyasayı sarmak üzere. Pek bilimsel makaleler boy göstermeye başladı.

Afganistan’da ölümün adı Taliban

Şeriatçı Taliban’ın, ABD’nin işgali sona erdirdiğini açıklamasından, gerçekte var olmayan İslamcı Gani’nin bakanlara bile haber vermeden kaçmasından sonra Başkent Kabil’i ele geçirmesi hiç de zor olmadı. NATO destekli ABD işgali bitti, Taliban’ın işgali başladı. Yine bir başka kardeş terör örgütü El Kaide’nin bir zamanlar Bush ailesi ile sıkı ilişkiler içinde palazlanmış Bin Ladin’in İkiz Kuleler terör eyleminden sonra başlayan ABD işgali; Pakistan’da filizlenmiş, büyütülmüş, Sovyetler’e karşı silahlandırılmış terör örgütü Taliban’ın geçici başarısını hızla yok etmişti. Şimdi sıra yeniden Taliban’a gelmiş gibi görünüyor. ABD, daha fazla askerini yitirmemek için geri çekildiğini ilan etti. Avrupa ise ortaya çıkan bu vahim sonuçtan tedirgindir. Hayır yanlış anlaşılmasın, bildiğiniz gibi Avrupa “demokrattır” ve Afgan halkına ne olacağı onların umurunda değildir. Olsa olsa “yapmayınız, bu kadar da olmaz, lütfen insan haklarına biraz saygılı olunuz” demekle yetineceklerdir. Kaygılarının nedeni Afganistan değil, Taliban teröründen kaçan, bunun için yollara düşen on binlerin AB topraklarına ulaşmak için havadan, karadan, denizden kapıları zorlaması, baş edilmez bir göçmen tsunamisinin sınırları aşıp geçmesidir.

Yinelemekte yarar var; göçler savaşlardan, yoksulluktan, dünya çapında eşitsiz gelir dağılımından kaynaklanır. Çaresi karşı çıkmaktan değil; gelenlerin, gelip geçenlerin, tümünün insan olduğunu bilmekten, göçü düzenlemekten, kapılarını korkuyla kapatan büyük ve zengin devletlere sorunun kaynağı, nedeni olduklarını sert bir şekilde hatırlatmaktan geçer. Şimdi kitleler halinde ülkelerini terk etmek için her şeyi göze alan Afganlara neden ülkelerinde kalıp Taliban’la savaşmıyorlar diyerek aşağılamak işin kolayına kaçmak, aynı zamanda şoven milliyetçilikten ırkçılığa doğru giden yolu açmakla eş değerdedir. İnsanlar her zaman her koşulda savaşçı, militan olamazlar. İlk ve haklı refleks beladan korunmaktır. Hiç kuşku yok, Afganistan’da Taliban’la savaşmayı sürdürecek, şeriat düzenine karşı çıkacak insanlar vardır; Kuzeyde Pencir eyaletinde sokaktalar, örgütlenmeye çalışıyorlar; ama öldürülmemek, bir toplu mezarda kaybolup gitmemek için binlerce kilometre yolu yürüyüp sınırları aşmayı göze alanlara “Ne haliniz varsa görün bizim rahatımızı kaçırmayın” diyenlerin insanlık kavramı üzerine yeniden düşünmelerinde yarar yok mu?

KIŞ UYKUSUNDAN UYANANLAR

Burada duralım ve talihsiz Afganistan hakkında konuşalım biraz. Çok çekmiş, oradan oraya savrulmuş bir halktır Afgan halkı. Çok parçalıdır, çok dilli, çok kültürlüdür; kabile düzenini aşamamış, bir türlü gelişememiş olsa da bir arada durmayı başarmış olmaları adeta bir mucizedir. Belki de onların bu mucizeyi gerçekleştirmiş olmaları sürekli başka güçlerin egemenliğine girmiş olsalar da sonunda yine kendi kendilerine kalmış olmalarındandır. Timur’dan Büyük İskender’e, Perslerden Birleşik Krallık’a, Sovyetler’den ABD’ye. Daha arada sayamadıklarımız var ama bir türlü gelişme olanaklarını yakalayamadılar. Cumhuriyet denemeleri başarısızlıkla sonuçlandı, sosyalist uyanış yeterli olamadı, komşularda yakılan terör ateşinden bir türlü kurtulamadı Afganistan. Ve bu terör ateşinde en çok yanan çocuklar, genç kızlar, kadınlar oluyor. Nefes alabildikleri kısa aralıklarda hızla okuma-yazmayı, toplum içinde yer almayı, halklarını savunmayı öğreniyorlar ama terör her defasında umutlarını yok ediyor. Fotoğrafı görmüşsünüzdür, hiç değilse çocuklarını kurtarma umuduyla uzattıkları bebeği ensesinden hoyratça çeken ABD askerini ya da “Beni öldürecekler ama buradayım, bir yere gitmeyeceğim” diye bürosunda bekleyen, güç elde edilmiş başarıyı kolay teslim etmeyeceğini söyleyen, Afganistan’ın ilk kadın belediye başkanı Zarifa Ghafari’yi duymuşsunuzdur belki.

Türkiye İran’daki Molla “devrimini” iyi yorumlayamadı. Liberallerimiz bu açık gerilemeyi devrim olarak vaftiz etmeyi pek sevdiler. Şimdi de Taliban güzellemeleri piyasayı sarmak üzere. Pek bilimsel makaleler boy göstermeye başladı. Bir zamanlar kadını yok eden burkayı özgürlük diye tanıtanların pek bilimsel eserlerden alıntılar okuyorum sağda solda. Taliban’ın beceriksizce denediği takiyye sırıtıyor olsa da umutlarını tüketmeyenler var. Gerçeği görenler de var kuşkusuz. ABD’de Büyükelçi olarak görev yapmış diplomat Namık Tan’ın Afganistan’la ilgili bir değerlendirmesi durumu uzun uzun anlatıyordu ama o makalenin en önemli cümlesi en son cümlesiydi, Yetkin Report’ta şöyle yazmıştı Tan: “Türkiye ne Taliban’ı ne Afganistan’ı, ne kontrol edebilir ne değiştirebilir. Ancak fazla içli dışlı olunursa, Taliban etkisi Türkiye’yi değiştirir.” Böyle bir değişikliğe heveslenenlerin sevinç çığlıkları, Taliban’ın zaferi için lokum dağıtanların, cübbeli cübbesiz hocaların pervasız sözleri belki küçümsenebilir ama onlara bu cesaretin nereden geldiğini, nerelerden kaynaklandığını unutmak ne kadar büyük bir yanlış olur. Ama belki de Afganistan’daki bu son saldırı bizi çok yönlü, çok boyutlu düşünmeye yöneltebilir. Aslında göçmen sorununu insan hakları çerçevesinde düşünmek, savaştan kaçanları durdurmak için uydurulmuş içi boş sözleri bir yana bırakmak, felaketlerden çıkar sağlayan kapitalizmin suçuna ortak olmamayı başarmak pekâlâ mümkündür.

GARDİ GEÇ’İN ANLATTIĞI

İnsanlık, iddia odur ki çok tanrılı dinler dönemini geride bıraktı. Aydınlanma ile din arasındaki çatışma ve çelişki de kalıcı olduğundan emin değilim ama aydınlanma lehine sonuçlandı. Tek tanrılı dinlerin ise farklı anlayışlara bölündüğünü, örneğin İsa dininin kendi içinde farklı kiliselere ayrıldığını, İslam’da ise tarikatlar eliyle en katı şeriat yöntemlerinden moderniteyle barışmayı gelecek için gerekli gören anlayışlara kadar geniş bir yelpazeden söz edilebileceğini biliyoruz. Türkiye’de aklı başında hiçbir Müslüman şeriat dinini istemiyor, kadınları eve kapatan, burkayla hiçleştiren, hayat hakkı tanımayan bir yorumdan yana değil. Laikliği akılla birlikte anlayan ve dini de aklın sınırları içinde gönlünce yaşamak isteyenler hâlâ çoğunluktadır. Müslümanlar kitabın bir olduğunu, ama yorumların farklı olabileceğini söylerler.

Afganistan’ı çok ama çok iyi anlatan Joseph Kessel’in Atlılar (Can Yayınları) romanındaki bir bölüm aklıma geliyor bu konuyu düşündüğümde. Baş kahramanlardan Buzkaşi ustası Uraz yaralı, hasta, bitkindir. Kaygılı bir sesle başucunda bekleyen yaşı belirsiz Cümle Alemin Atası Gardi Geç’e sorar: “Kitapların kitabı Babür’ün zamanında gerçekten şimdikinin aynısı mıydı?” “Her satırına, her sözcüğüne, her virgülüne kadar” diye karşılık verdi Gardi Geç. “Öyleyse değişen onu öğretenlerin kendi anlayışları” dedi Uraz. “Ya da duyguları” dedi Gardi Geç. “Öyleyse o zamanların öğretmeleriyle bizim zamanının öğretmenlerinden hangisi gerçeği gördü?” “Ne şimdiler ne de o zamandakiler.” Ural gözlerini ateşten ayırıp Gardi Geç’e baktı. “Demek karar vermek bana düşüyor, dedi, kendi mantığıma kendi yüreğime göre.” Sonra Uraz bitkin düştü uykuya geçmeden önce son bir söz duydu Gardi Geç’ten. “Tanrılar herkesin yardımcısı olsun.” “Neden tanrılar, diye mırıldandı Ural, bir tek tanrı var.” “İnsan dünyada çok dolaşınca, hele yıllar boyu dolanınca buna inanmakta zorluk çekiyor” dedi Gardi Geç.

***

Afganistan, Uraz’ın zamanındaki Afganistan değil, bir şimşek yalımı gibi uçan Cahil adlı at da dolaşmıyor artık dağlarda. Cümle Alemin Atası Gardi Geç kim bilir nerededir. Belki Mezar-ı Şerif’te bir köy kahvesinde çevresinde toplananlara uzaktan gelen silah seslerine aldırmadan, o büyük mücadeleyi Buzkaşi’yi anlatıyordur…