NguguwaThiong’o, Bir Buğday Tanesi adlı romanında Kenya’nın bağımsızlık sürecini anlatıyor. Afrika edebiyatında, edebiyatseverlerin ilgisini haiz olacak, oldukça keyifle edebi problemlerle karşılaşmanın mümkün olduğu bir eser

Afrika’da zaman ve sembol

MURAT ÖZBEK

Kenyalı edebiyatçı NgũgĩwaThiong’o, İngilizce ve anadili olan Gĩkũyũ dillerinde eserler kaleme almaktadır. İlk eserlerini İngilizce kaleme alan yazar, dilinde sömürgenin dispostifi olduğuna kanaat getirdikten sonra eserlerini ana dilinde yazmaya devam eder. İngilizce yazdığı dönemlerde Hıristiyan olan Ngũgĩ, İngiliz dilinin yanında Hıristiyanlığı da sömürgeci olarak kodlar. Burada dil tekil olarak sömürgeci değildir ama Afrikalı olmayı iptal etmek için müthiş bir araçtır. Dolayısıyla dilin kullanım biçimi manipüle edilmeye oldukça müsaittir. Bu durum aynı zamanda “Vatandaş, Türkçe konuş” kampanyasını anımsatmaktadır.
NgũgĩwaThiong’o, Bir Buğday Tanesi isimli romanında Kenya’nın bağımsızlık sürecini anlatırken zamanı üçe böler. Bağımsızlık öncesi, bağımsızlık evresi ve bağımsızlık sonrası olmak üzere kodlanan zaman, aynı zamanda İngilizlerden önceki bağımsızlık dönemi ile İngilizlerden sonraki bağımsızlık dönemini de kıyaslamaktadır.


Sömürge, bağımsızlık, yabancılaşma
Zamanın bölünmüş olarak okuyucuya sunulması, bir daha birleştirilemeyeceğinin habercisidir. Zaman meselesini şekillendiren temel konu özgürlük olarak tanımlansa da, yazar, sömürgenin kabile, arkadaşlık, dostluk, aşk ortamlarında kişilerin hayatlarında neden olduğu travmatik süreci karakterlerin toposa olan yabancılaşması olarak işlemiştir. Toplama kamplarına gönderilenlerin geride kalanlar tarafından ihanete uğraması romanda karşımıza çıkan bir diğer önemli temadır. Bu da yabancılaşmayla beraber yazarın her fırsatta sömürgeyi suçlayıp kolaycılığa kaçanlara yönelik bir eleştirisi olarak okunabilir. Romanda, arkadaşlar, dostlar ve âşıklar arasında yaşanan ihanetler, sürgüne gönderilenlerin hayatlarına geride bıraktıkları yerden devam edemeyeceklerini ve Afrika’daki günlük akışın bir bozguna uğratıldığını oldukça gerçekçi bir dille aktarır.

Yazarın vurguladığı yabancılaşma Maurice Blanchot’nun “İdil” öyküsünde geçen şu müthiş pasajı anımsatır: “Bu evde yabancı olmanın zor olduğunu, aynı zamanda yabancı olmaktan kurtulmanın kolay olmadığını öğreneceksiniz. Kendi ülkenizi özlersiniz, buralarda her gün onu özlemek için daha çok neden bulacaksınız; ama unutmayı ve yeni yerinizi sevmeyi başarırsanız, sizi kendi ülkenize göndereceğiz ve orada bir kez daha yersiz olacağınızdan yeni bir sürgüne başlayacaksınız.”

Romanın kahramanlarından Gikonyo tevkif kampına götürüldüğünde geride annesini, karısı Mumbi’yi ve arkadaşlarının bir kısmını bırakır. Gikonyo altı yıl süren işkencelerin ardından serbest bırakılır ve evine geri döner. Geride bırakılan yere geri geldiğinde karısının, arkadaşı Karanja’dan bir çocuğu olduğunu öğrenir. Bu olay Gikonyo’yu dehşete düşürür. Sürekli Mumbi ve Karanja’nın sevişmelerini, Mumbi’nin Karanja’yla sevişirken duyduğu hazzı, bu hazzın Mumbi’ye çığlıklar attırdığını düşünür durur. Gikonyo’nın bu düşünceleri biçim değiştirse de bir süreklilik arz eder. En nihayetinde Gikonyo tevkif kampında yaşamayı Mumbi ve çocuğunu görmeye yeğler. Gikonyo’nun eskiden olduğu kişi olmasına izin yoktur artık. Kenya özgürleşir ama Gikonyo, Kenya’da yabancıdır artık. Blanchot’nun öyküsünden yola çıkarsak; Gikonyo ülkesine geri gönderilmiştir ve orada bir kez daha yersiz olmuştur.



Yabancılaşma ve içsel sonsuzluk
Yabancılaşma konusunun açığa çıkarılması için zaman vurgusu roman içerisinde önemli bir yer işgal etmektedir. Roman zamanla beraber sembollerle güçlendirilmeye çalışılmıştır. Zaman meselesi her ne kadar romanın gradosunu yukarılara taşımış olsa da semboller vasatın ötesine geçememiştir. Sembollerin vasatın ötesine geçememesinin nedeni değersiz sembol seçimlerinden ziyade sembolün zamanla uyumu yakalayamamasından kaynaklanır.

Kitabın ismi üzerinden ilerlersem sembollerle ne kast ettiğim açığa çıkmış olacaktır. Bir Buğday Tanesi sömürgeye karşı mücadeleyi sembolize eder ve sömürgeye karşı verilecek mücadelenin bir şekilde ateşlenmesi gerekliliğini vurgular. Zaman konusunda içsel bir meseleyi açığa çıkaran yazar, bu açığa çıkarmayı sembol ile güçlendirme gayesindedir. İngiliz romantiklerden alışkın olduğumuz bu yöntem doğa ve benlik arasında kurulan analoji üzerinden işler. Fakat zamanın ortaya çıkardığı içsel sonsuzluk buğday tanesi sembolüyle bir paradoksa dönüşür. Buğday tanesi bir başlangıcı ve bir bitişi kodlar. Oysa zamanın üçe bölünmesi ve Blanchot’dan yaptığım alıntı sonsuzluğa göndermedir. Mugo’nun yeniden eski benliğine kavuşması imkânsızdır. Her yer değişikliği (bu yer değişiklikleri yerlerin kendi aralarında olsa bile) Mugo’nun yabancılığını katmerleyecektir. Mugo gittiği her yerde yeniden (imkânsız olsa bile) eski benliğine kavuşmayı isteyecektir. Mugo’nun yabancılığı mücadelenin başarısından ve başarısızlığından bağımsızdır artık. Kenya’nın bağımsızlığından da bağımsız bir içsel meseleye dönüşmüştür.

Yer meselesi Türkiye okuyucularının Yusuf Atılgan ve Edip Cansever gibi otel temasını işleyen yazar ve şairlerden alışkın oldukları bir mesele. Özellikle Edip Cansever’in dramatik monoloğu olan Ben Ruhi Bey Nasılım kitabının Bir Otel Katibi şiirinde geçen “Sararmış bir sürahide kirli bir su gibi bekletilirim” dizesi zamansal kurgusunu müphemlik üzerinden kurar. Dolayısıyla söz konusu karakterler Mugo ve Ruhi Bey üzerinden bir kıyaslama yaparsam zamansal müphemliğin içsel sonsuzluğu paradokstan kurtarabileceğini söyleyebilirim.

Yusuf Atılgan’ın Zebercet karakteri, Blanchot’un Akim’i, Edip Cansever’in Ruhi Bey’i ile NgũgĩwaThiong’o’nun Mugo’su arasında ortak bir nokta yakalanabiliyorsa söz konusu olan yer meselesinin içsel sonsuzluğun Kenya’nın bağımsızlığının ötesine geçebildiğini bize işaretler. Buradan hareketle yazarın, sembollerle kurguyu güçlendirme çabasının yazarın amacına hizmet etmediği netleşmiştir.
Bir Buğday Tanesi Afrika edebiyatında, edebiyatseverlerin ilgisini haiz olacak oldukça keyifle edebi problemlerle karşılaşmanın mümkün olduğu bir eser.