MUALLA UÇMANER Tarih her zaman sorunlu bir alan olmuştur. Çünkü tarihi her zaman kazananlar yazar. Dolayısıyla kahramanlıklar da zekâ da başarı da kazananlarındır. Bunun dolaysız sonuçlarından biri tarihin aynı zamanda erkek bir alan olmasıdır diyebiliriz. Bütün bir sınıflı toplumlar tarihinin muzaffer erkekleri anlatması şaşırtıcı değil. Yine de tarihi efsanelerde bazen, kadınların varlığından bahsedildiğini söyleyebiliriz. Ataerkil […]

Afrika’nın öncü ‘feministleri’
MUALLA UÇMANER

Tarih her zaman sorunlu bir alan olmuştur. Çünkü tarihi her zaman kazananlar yazar. Dolayısıyla kahramanlıklar da zekâ da başarı da kazananlarındır. Bunun dolaysız sonuçlarından biri tarihin aynı zamanda erkek bir alan olmasıdır diyebiliriz. Bütün bir sınıflı toplumlar tarihinin muzaffer erkekleri anlatması şaşırtıcı değil. Yine de tarihi efsanelerde bazen, kadınların varlığından bahsedildiğini söyleyebiliriz. Ataerkil düzene tümüyle geçmemiş, hâlâ kadın hükümdarlar tarafından yönetilebilen ülkelerin tarihlerinde bu kadın savaşçıların hikâyeleri anlatılır: Ninovalı Semiramis, Orta Asyalı Tomris, Halikarnas kraliçesi Artemis, Palmira kraliçesi Zenobia…

Yine de insanlık tarihinin içinde çok küçük bir yeri işgal eder kadınlar. Tarih sahnesinde oynadıkları rollerin görmezden gelinmesi vukuat-i adiyeden sayılır. Son yıllarda alternatif tarih araştırmalarının yükselişe geçmesiyle birlikte tarihe farklı bir zaviyeden bakan çalışmalarda bir artış oldu. Bu da aynı zamanda farklı bir kadın tarihi yazımını olanaklı kıldı. Bu açıdan ele alındığında önemli bir alternatif tarih çalışması olan ABD’li araştırmacı ve Afrika uzmanı Stanley Bernard Alpern’in geçen günlerde Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “Afrikalı Amazonlar: Dahomey’in Kadın Savaşçıları” kitabı, erkek işi sayılan askerliği kendilerine kader olarak seçmiş kadın savaşçıların görmezden gelinen tarihini konu ediniyor.

Güçlü kadınların tarihi

Alpern, öncelikle amazonların tarihini özetliyor okurlarına. Savaşmak söz konusu olduğunda kadınların sözünün geçmeyeceğini düşünenlerin tarih tarafından yalanlandığını anlatıyor bu bölümde Alpern. Kadın hükümdarların, hükümdarları koruyan yüksek nitelikli kadın savaşçıların ve hükümdar olmayan ama erkeklerin yanında ülkelerini savunan ‘ilham verici’ kadın kahramanların isimleri anılıyor bu bölümde. Ninovalı Semiramis’ten Jeanne d’Arc’a, Jeanne Hachette’e kadar birçok kadının tarihteki konumlarını hatırlatıyor yazar. Afrika’nın Amazonları olan Dahomey’in kadın savaşçılarına gelinceye kadar güçlü kadınların varlığını; unutturulmuş, görmezden gelinmiş ya da kutsallık haresiyle çevrelenerek istisna damgası vurulmuş bir kadınların tarihini hatırlıyoruz böylece.

Amazonların sadece mitolojik bir efsane olduğuna dair anlatıyı da ele alıyor Alpern: “İki İskit prensesi, aileleri ve destekçileriyle Karadeniz’in kuzeyindeki vatanlarından sürgün edildiler ve Kafkasya bölgesine göç ettiler. İsyan eden yerli halkları kontrolleri altına alarak bastırdılar ve bütün erkekleri öldürdüler. İskitli kadınlar silahlarına sarılıp kendilerini başarıyla savundular ve içinde erkek barındırmayan militarist bir ülke kurdular. Nihayetinde, Kuzey Anadolu’da, Karadeniz’e dökülen Terme Irmağı’nın çevrelediği zengin bir ovaya yerleştiler. Irmağın ağzına da başkentleri Temiskira’yı inşa ettiler.” Mitolojideki Amazonlar, evliliği reddeden, küçük yaşlardan itibaren savaşmayı, acı çekmeyi, dayanıklılığı öğrenen, savaş olmadığı zamanlarda hem gündelik işlerle uğraşıp hem de savaş talimlerini aksatmayan, avcılık, dans ve müzik yetenekleri güçlü, korkusuz savaşçılardı.

Fakat Amazon efsanesi Yunanların onları yenilgiye uğrattıklarına dair efsanelerle unutulmaya terk edildi. Amazonlar ataerkinin kendini temize çıkardığı masalların canavarları olarak kaydedildi: “Kamusal söylemi tekeline alan Yunan erkeklere göre, Amazon toplumu alt üst olmuş, doğal olamayan, düzeni bozulmuş, uygarlaşmamış, barbar ve hatta vahşi bir dünyaydı; bu yüzden de ölüme mahkûmdular.”

Kara kıtanın amazonları

Amazon efsanesine eşlik eden modern anlatılar dünyanın pek çok yerinde kadın savaşçıların olduğu toplulukların varlığından bahsediyor. Fakat gezgin kayıtlarında, sözlü tarih çalışmalarında ve aktarılan anekdotlarda adı geçen bu toplulukları kanıtlayan hiçbir belge yok. Alpern, bu durumun tek istisnası olan Dahomey’in kadın savaşçılarına odaklanıyor. Yazarın kaynakları olan Batılı gezgin, kâşif, maceraperest, misyoner ve sömürgeci birliklerin Afrika’da doğrudan belgeledikleri ve ‘Dahomey Amazonları’ adını verdikleri kadın savaşçıların yaşamları tüm yönleriyle ele alınıyor kitapta.

Alpern, Afrikalı amazonların sadece iktidar odakları içinde konumlarına odaklanmıyor: Günlük yaşamlarından kıyafetlerine, silah kullanımlarından yaşadıkları evlere, askeri eğitimlerinden danslarına, şarkılarına ve müziklerine, geçim araçlarından savaşlarına kadar tüm yaşamlarının ayrıntılarının dökümünü yapıyor. Yazarın amacı Dahomey’in kadın savaşçılarının tarihlerinden günlük yaşamlarına kadar her konuda okuru bilgilendirmek. Bu açıdan araştırmacının sesinin çok az duyulduğu bir çalışma ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Her konuda farklı kaynakları kullanıp bunlara dair yorumları genellikle okura bırakmayı tercih ediyor Alpern.

Afrikalı amazonlar, mitolojideki atalarından farklı olarak ataerkil bir düzen içine doğuyorlar. Onlar gibi bekâret yemini edip, onlar gibi çocuk denilecek yaşta eğitiliyorlar ama onlar gibi erkeklerin toplum dışına itilmesi söz konusu değil. Tam tersine hükümdarın özel koruması olma nitelikleri olsa da aslında ataerkil düzenin bir dişlisi konumundalar. Küçük yaştan itibaren kralın emirlerini dinleyen savaş makinelerine dönüşmüşler. Toplum içinde ezenle işbirliği yapmış durumdalar. Belki de bu ikircikli konumları, feministlerin ilgisini azaltmış olabilir.

Yine de Afrika’nın amazonları, Avrupalı hemcinsleri bisiklet binebilmek için pantolon yasasının çıkmasını beklerken, toplum içerisinde merkezi ve özerk bir konum elde etmeleriyle öncü feministler olarak anılmayı hak ediyorlar. “Afrikalı Amazonlar: Dahomey’in Kadın Savaşçıları” da bu kadın topluluğunun yaşamını her yönüyle ele alan önemli bir çalışma.