Esenyurt’u ‘yurt’ edinen Afrikalı göçmenlerin sorunları dağ gibi. Togolu Angelus, “Yunanistan’a gizli yoldan giden arkadaşlarıma hak veriyorum. Toplum bizi kabul etmiyor” diyor. Kamerunlu Patrick de “Buradan gitmek istiyorum” ifadesini kullanıyor.

Afrikalı siyah göçmenler anlatıyor: Sınırı geçenler haklı çünkü toplum bizi kabul etmiyor!

Uğur ŞAHİN

Kent çeperlerinde, kalabalık bodrum dairelerinin rutubetli odalarında yaşama tutunmaya çalışan siyah Afrikalı göçmenler, toplumun geniş kesimince “seyyar satıcılık” işiyle bilinir. Büyük umutlarla, yeni bir hayat kurmak için geldikleri 16 milyonluk İstanbul’da çoğunlukla yol kenarlarında saat, kemer vb. ürünleri satarken görürüz onları. Peki ya görmediklerimiz? Jean-François Pêrouse’nin, “en fazla parmakla gösterilen ve en fazla damgalananlar” olarak tanımladığı Afrikalı göçmenler; tekstil gibi sektörlerde güvencesiz, düşük maaşla, uzun saatler ter akıtarak geçinmeye çalışıyor. Akademisyen Doğuş Şimşek, tekstil atölyelerinde çalışan Afrikalı göçmenlerin patronlarından en çok duyduğu sözcüğün “çabuk” olduğunu söyler. Saatler süren bu “kayıtsız” işçilikte göçmenlere işin çabuk bitirilmesi telkin edilir. Onların yaşadığı sorun, tabii ki bunlarla sınırlı değil. Arka sokaklarda yaşamaya mahkûm edilen göçmenler, üstüne üstlük bir de “uyuşturucu satıcısından”, “hırsız”a bir dizi yaftalamayla karşı karşıya. Neredeyse yaşamlarının her noktasında ayrımcılık ile boğuşuyorlar.

İstanbul’da Afrikalı göçmenler bir dönem eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “devlete çarpık bakmanın yuvası” ifadeleriyle tanımladığı Tarlabaşı’nda yoğunlaştı. Fakat önce “İstanbul’un ötekilerine kucak açan” Tarlabaşı’nın kentsel dönüşüm projesiyle çehresi değişti. Ardından da görece konut kiralarının daha düşük olması nedeniyle nam-ı diğer “Esencılıs” yani Esenyurt’ta yoğunlaştılar. Esenyurt, 957 bin 398'e ulaşan nüfusuyla ülkenin en kalabalık ilçesi. Öyle ki, 57 ili geride bırakmış durumda. Fatih ile birlikte “yabancılara” ikamet sınırlamasının getirildiği bu dev ilçe, son olarak bir emlak ofisinin “Siyahlara daire kiralamıyoruz” şeklindeki ırkçı tavrıyla gündeme geldi. Sık sık “Yabancıya ev yok” yanıtı alan göçmenler, emlak ofislerinde sadece ayrımcılığa maruz kalmıyor, aynı zamanda kandırılıyorlar da…

Kentin Soluğu’nda bu hafta Esenyurt’ta yaşayan Afrikalı göçmenler var. Afrikalı göçmenlerin sağlığa erişim hakkını savunan Göçmen Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği’nde (ASEM) bu durumdan mustarip olan mülteciler beni bekliyor. Derneğin Başkanı Gineli Dr. Sekouba Conde ile eşi Lerzan Caner Conde, karşılıyor beni. Bir süre sonra da sohbete başlıyoruz.

ŞU AN EVSİZ DURUMDAYIZ

Emlakçılar tarafından kandırılanlardan Kamerunlu Hamza, 1,5 yıldır Türkiye’de yaşıyor. Önce Sefaköy’de oturdu, ardından da Esenyurt’a yerleşti. Evinde kalorifer olmadığı için taşınmak istedi ve başına gelmeyen kalmadı. Zira tüm parasını emlakçıya kaptırdı, bugünlerde eşiyle birlikte bir arkadaşında kalıyor. Üstelik herhangi bir işi de yok. Aktardığına göre Başakşehir’de bir fabrikada çalışırken işinden atıldı. “Zaten kontratım da yoktu, pandemi başladı ve beni dışarı attılar” diyor. Türkçe bilmiyor, derdini Fransızca anlatıyor, Lerzan Caner Conde, Türkçeye çeviriyor.

Hamza, geçen hafta çarşamba günü yaşadıklarını unutamıyor ama daha öncesini yani emlakçıyla tanışmasını anlatıyor: “Ev değiştirmek istiyordum çünkü evimde kalorifer yoktu. Bir emlakçı beni yanına çağırdı ve bir eve götürdü; iki odası, güzel mutfağı ve bir banyosu vardı, hiç kimsenin daha önce oturmadığı, yeni bir apartman dairesiydi burası. Kiranın bin TL olduğunu söyledi ama pazarlık yapıp 800 TL’ye düşürdüm. Üç aylık kira, depozito, emlakçı ücreti için toplam 4 bin 600 TL istedi. ‘Yarın büroma gel’ dedi, ‘Tamam’ dedim ve 4 bin TL götürdüm. 600 TL eksik kalmıştı. Orada bir kontrat imzaladım ve parayı verdim. Emlakçı, ‘Bir hafta sonra ev sahibi de bunu imzalayacak, şimdi git, o zaman gel’ dedi. Bir hafta sonra gittim ve ‘Hazırlamadı, bir hafta sonra gel’ dedi. Sonra tekrar gittim, yine aynı cevabı aldım. Üç gün sonra, beş gün sonra derken hep oyalıyordu.”

Hamza, bir süre daha emlakçının bürosuna git gel yaptı. Anlattığına göre, ne yapacağını bilemez haldeyken emlakçının yakınlarında bir markete girdi ve esas şoku orada yaşadı. Gerisini ondan dinleyelim: “Markette iki siyah gördüm, onlara yaşadıklarımı anlatmak istedim. Meğerse onlar da benimle aynı durumdaymış. Onlara da ne kontrat ne de dairenin anahtarını vermişler. Üstelik aynı emlakçı…”

POLİS BİZ ÇAĞIRINCA GELMEDİ

Hamza’nın sözünü ettiği kişiler, 1,5 yıldır Esenyurt’ta yaşayan 26 yaşındaki Kongolu Christian ile 1 yıldır Türkiye’de olan Togolu Junior Angelus. Şimdi üçü de karşımda, yarınları meçhul; çaresiz ve evsiz haldeler…

Hamza, sonrasında hep birlikte emlakçıya gittiklerini ancak burada hemen polis çağrılmakla tehdit edildiklerini söylüyor. Ne de olsa bir göçmenseniz, “kağıtsız” haldeyseniz, ikamet izniniz yoksa, sınır dışı edilme riski her zaman var. Hamza sözlerine devam ediyor: “Polis çağırdılar, biz de Türkçe bilen bir arkadaşımızı. Orada emlakçı, ‘Paralarını yarın vereceğim’ dedi. Ertesi gün oldu, gittik ve ‘Beni sıkıştırmayın, polis çağırırım’ dedi. Bu sefer polise biz gittik, ne de olsa olayı biliyorlardı. Polis, ‘Siz bürolarına gidin, gidince bizi arayın, geleceğiz’ dedi. Biz büroya gidince, onlar da polis çağırdı. Polis geldi ama biz çağırınca değil. Çünkü arkadaşımız, ‘Biz geldik, gelin’ deyince ‘Gelemeyiz’ yanıtı verdiler. Onlar çağırınca geldiler ama.”

Hamza, hep beraber karakola gittiklerini söylüyor. Ancak karakolda, konu bir anda “oturma iznine” gelmiş: “Polis bizim ikamet iznimizi istedi. Bitmişti ama yenilemek için başvurumuz vardı. Bunu belirttik, belgelerimizi verdik. Türkçe bilen arkadaşımıza ‘sen git, onlar kalacak, biz Göç İdaresi’ne soracağız, yenileme için başvurdular mı?’ dediler. ‘Onlar dil bilmiyor, kalayım’ dedi ama gönderdiler. Sonra nezarethaneye koydular bizi.”

OYSA HAKLI OLAN BİZDİK…

Haklılardı ama ne fayda… Haklarını aramak, emlakçının kendilerini mağdur ettiğini söylemek için gittikleri karakolda, “ikâmet izinleri olmadığı” şüphesiyle nezarethanede bekletilmiş ve bir anda “suçlu” oluvermişlerdi. Şöyle devam ediyor Hamza: “Bizi tek tek bir odaya çağırıp bir şeyler imzalattılar ama tercüman yoktu, neyi imzaladığımızı bilmiyoruz ve serbest kaldık. Peki, ama bizim paramız ne olacak diye sorduk. Gülmeye başladılar. Biz bu kadar şeyi paramızı geri alabilmek için yaşadık dedim. İçlerinden biri cebinden 10 kuruş çıkardı ve ‘Siz bunu mu istiyorsunuz?’ dedi. Sonra ‘gidin’ dediler.”

Hamza, bu tavır nedeniyle kendini aşağılanmış hissettiğini dile getiriyor, “Hayal kırıklığına uğradık” ifadesini kullanıyor. “Haklı bir şey için gittik ama bizimle alay edildi, hakaret edildi” diyor ve ekliyor: “Bizi nezarethaneye koyarak korkutmak istediler. Paramı alamadım ve şimdi evsizim. Eşyalarımın bir kısmını arkadaşıma bıraktım. Eşimle birlikte şimdi başka bir arkadaşımda kalıyorum.”

Hamza’nın sözü bıraktığı yerden, Junior Angelus devam ediyor. Bir sitede temizlik yaparak hayata tutunmaya çalıştığını belirtiyor, yaşananlar için ise “Bu ülkede yabancıyız ve haksızlığa uğradık. Şimdi arkadaşımın yanında kalıyorum” şeklinde konuşuyor.

Christian da son derecede üzgün… O da yaşananlara tepkili. Eğitim almak için önce Ankara’ya yerleştiğini sonra ekonomik nedenlerle okulu bırakmak zorunda kaldığını kaydediyor. “Evsiz kaldığından” dem vuruyor: “Ev kiralamak istesek ‘yabancıya yok’ diyorlar. Bizi nedensiz yere işten de atıyorlar. Bu daha çok tekstil işinde oluyor.”

Bir süre sessizlik oluyor ve ardından konu ırkçılıktan açılıyor. Hamza’ya göre, ırkçılık karşılaştıkları günlük bir davranış biçimi haline gelmiş. Bunu şu sözlerle açıklıyor: “Mesela ben otobüste bir yer boşalınca oturuyorum, yanımdaki hemen kalkıyor. Otobüs çok kalabalık oluyor, benim yanım boş oluyor. Kimse oturmuyor yanıma, ayakta gidiyorlar. Bir kere otobüs durağında iki kişi oturuyordu, ben ve arkadaşım yanlarına oturduk, hemen kalktılar. Belki yarım saat otobüsü ayakta beklediler ama yine de oturmadılar bizim yanımıza.”

Junior Angelus, Türkiye’den Avrupa’ya giden arkadaşlarına hak verdiğini söylüyor. Angelus’a göre toplum onları kabul etmiyor: “Çalışıyoruz ama paramız verilmiyor. İki beyazın yapacağı işi bize veriyorlar ve onlardan daha az ücret alıyoruz. Bu, gerçekten çok kötü bir şey. Yunanistan’a gizli yoldan giden arkadaşlarıma artık hak veriyorum. Çünkü buranın toplumu bizi kabul etmiyor.”

BURADAN GİTMEK İSTİYORUM

Ardından dört yıldır İstanbul’da yaşayan Kamerunlu Mommo Patrick ile konuşuyorum. Patrick’in boynu sargılı. Sesi zor çıkıyor, öksürerek konuşuyor. Aktardığına göre Okmeydanı’nda bıçaklanmış. Tam dokuz gün Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu Şehir Hastanesi’nde tedavi görmüş ama hâlâ pek de iyi sayılmaz. Yaralandığı esnada telefonunu kaybetmiş, yenisini alacak gücü yok. Telefonunu arıyor, eşi ve 2,5 aylık bebeği İzmir’de. Onlara ulaşamamaktan şikâyetçi. Elinde bir kâğıt var, bana gösteriyor, üzerinde “Eşyaları polis merkezinde yok” yazıyor. “Telefon nerede?” diye soruyor: “Acildeyken eşyalarımı geri verdiler, param vardı, onu da verdiler ama telefonum yok. Arkadaşların telefonunu ödünç alıyorum ama çok vermek istemiyorlar. Eşim İzmir’de, orada doğum yaptı. Çünkü orada ücretsiz sağlık hizmeti veren bir kuruluş var. Bebeğimiz 2,5 aylık.”

Mommo Patrick, ne Türkiye’de kalmak istiyor ne de Kamerun’a dönmek. “Avrupa’ya gitmek istiyorum” diyor: “Ben burada ölümden döndüm, o yüzden burada kalmak istemiyorum. Kamerun’a da dönemem, tek çözüm Avrupa.”

SİYAH KADIN OLMAK ZOR

32 yaşındaki Angolalı Princess Romano ile de görüşüyorum. Kucağında bebeği var. 2019’dan beri Türkiye’de, Esenyurt’ta yaşıyor. Eşi de kendisi de çalışamıyor. Ekonomik anlamda zor durumda olduklarına dikkat çekiyor, yaşadıklarını ise şöyle özetliyor: “Bebeğim var ama burada bebeği olanlara yardım yapılmıyor. Sosyal yardım olmadığı için burada kalmak istemiyorum zaten. Hastanelerde de kolaylık gösterilmiyor. İki çocuğum var, biri altı yaşında ama okula gidemiyor.”

Romano’ya “Irkçılığa uğruyor musunuz?” diye soruyorum. Cevabı çok net: “Evet!” Türkiye’de siyah bir kadın olmanın zor olduğuna vurgu yapıyor Romano: “Otobüste ya da dolmuşta size dokunuyorlar, taciz ediyorlar. Tepki verdiğimde buna kimse müdahale de etmiyor.”

***

afrikali-siyah-gocmenler-anlatiyor-siniri-gecenler-hakli-cunku-toplum-bizi-kabul-etmiyor-846673-1.

Ölüme terk ediliyorlar

ASEM’de yoğun bir gün… Buradaki göçmenlerin hepsinin ayrı bir derdi, ayrı bir sorunu var. Dernek, göçmenlerin sağlık hizmetine kavuşmasının önündeki engelleri kaldırmaya çalışıyor. Dernek Başkanı Gineli Dr. Sekouba Conde, “2012’de göçmenlere yardım amacıyla bu derneği kurduk” diye başlıyor sözlerine.

Hemen devamında da siyah Afrikalıların yaşadığı problemleri özetliyor: “Hastaları hastanelere gönderiyor, onlara yardım ediyoruz. Hastaları tedavi etmekte çok büyük zorluklar yaşıyoruz. Devlet hastaneleri hastalara büyük sorunlar yaşatıyor. Göçmenlere de turist fiyatı uyguluyorlar. Adımınızı atar atmaz 300 TL ödüyorsunuz. Bu insanların durumunu gördünüz, bebekleri için bile kıyafet bulamıyorlar. Bazısı savaştan çıkıp geliyor, bazısının başka problemleri oluyor. Bütün bunların Türkiye’ye gelme nedeni, buradan Avrupa’ya geçmek istemeleri.”

Göçmenlerin barınma şartlarının oldukça kötü olduğunu aktarıyor Dr. Conde: “Bazıları tüberküloz… Çünkü çok kötü şartlarda yaşıyorlar. Biz bu hastaları hastanelere götürüyoruz; hem onlar tedavi olsun istiyoruz hem de topluma bulaştırmalarını engelliyoruz. Bazısının pasaportu olmuyor, kaybetmiş oluyor, verem savaş dispanserleri zorluk çıkartıyor, illa pasaport istiyorlar. Bir de HIV pozitif olan hastalar var; bunlar gerçekten ölüme terk ediliyorlar.”

Dr. Conde, “yabancılar için ikamet sınırlamasının” doğru olmadığını vurguluyor: “Bir sürü göçmenin oturma izni yok. Yüzde 90’ı Türkiye’ye legal şekilde geliyorlar. Oturma izni için başvurdukları zaman onlara çok sorun yaratıyor ve izin vermiyorlar. Göç idaresinin aldığı kararla aynı fikirde değiliz, buna karşıyız. Her insanın istediği yerde oturma hakkı vardır. Bu karar normal bir karar değil.”

Dr. Conde, Afrikalılar ile birlikte Afganların çocuklarının eğitim alamadığının altını çiziyor: “Çocukların eğitimleri çok büyük sorun, okula gidemiyorlar. Özellikle Afganların ve Afrikalıların çocukları okula gidemiyor. Ya babasının ya da annesinin oturma izni olmadığı için okula gidemiyorlar. Hem annesi hem de babasının ikameti olan kişi sayısı çok az. Çocuk kayıtsız kalıyor. Esenyurt’u örnek aldığımız zaman burada göçmenler bir ev tutuyorlar. 2 ay kira, depozito, emlakçı ücreti de istiyorlar. Daha 3’üncü ayda, diyor ki: Ev satıldı, çıkın.”

Dr. Conde’nin eşi Lerzan Caner Conde, bir dönem “gizli tanık” ifadeleriyle DHKP-C soruşturması kapsamında tutuklanmış, sonra tahliye edildi. Polislerin yaptığı baskıdan şikâyetçi olan Dr. Conde ise bu yüzden dokuz ayı aşkın bir süre aralarında Binkılıç, Kumkapı, İzmir, Kırklareli, Aydın ve Antalya’nın da bulunduğu “geri gönderme merkezlerinde” tutuldu. Bugünlerde ise hâlâ İstanbul Göç İdaresi’ne imza vermeye gidiyor. Bunun kaldırılmasını istiyor: “Üç yıldır Göç İdaresi’ne imza atıyorum, hâlâ atıyorum. Gerçekten bıktım, adalet istiyorum. Sadece adaleti uygulasınlar. Ben suçlu değil, doktorum.”