Türkiye’nin tarihi iktidar blokunun sivil kanadının muhalefeti yok etme adına militarist aktörlerle iş tutmasının hazin sonuçları ile dolu. Erdoğan’dan çok daha önce aynı yöntemi denemiş sağcı aktörler ülkeyi üstü kapalı emperyalist müdahalelere ve askeri darbelere mahkûm etti. 12 Mart öncesinde, Demirel askerlere ödün üzerine ödün verirken kendi iktidarını uzatmak istemiş ama muhtıra ile şapkasını alıp gitmek durumunda kalmıştı.

Benzer bir tespiti 12 Eylül öncesi için yapmak da mümkün. Faşist çetelere geniş hareket alanı açan, derin devlet unsurlarına madalya takan Milliyetçi Cephe hükümetleri, iç savaş ortamından siyasi ikbal çıkarmaya kalkmış ama pişirilen askeri darbeye hizmet etmekten başka bir netice elde edememişlerdi. Bugün Saray etrafında örülen iktidar bloku TSK’nin ve derin devlet unsurlarının önünü açarak açık faşizme giden yolu kısaltıyor. Afrin harekâtı bu noktada kritik bir dönemeç. Gidişatı ve kapsamıyla ülke içinde tahmin edilmeyen sonuçları tetikleme potansiyeline sahip.

Nasıl daha önce ordu-istihbarat unsurları anti-komünizm adına taşeron kullandıysa şimdi de aynı yapı Suriye’de ÖSO’yu taşeron olarak kullanıyor. Saray’ın ve yandaş kalemlerin ÖSO’ya siper olmaları ve “kader birliğinden” söz etmeleri, 12 Eylül öncesinde faşistleri eleştirenlere “bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyen Demirel’in tutumunu hatırlatmakta. Ancak vekalet savaşlarının bir parçası olan ÖSO; yapısı, hedefleri ve siciliyle saatli bir bomba gibi. ÖSO’nun TSK ile işbirliği içindeki operasyon dışında cihatçılarla beraber Suriye’de Esad rejimini hedef alacak güçlü bir saldırı peşinde olduğu bilinmekte. Hal böyleyken ilerleyen günlerde ÖSO ile yapılan operasyonların Türkiye’yi yine köşeye sıkıştırmak için kullanılması kuvvetle muhtemel.

Afrin harekâtı bahanesiyle kamuoyunda estirilen rüzgar çoktandır inşa edilen militarist atmosferin büyümesine neden oluyor. Diyanet, tarikatlar, SADAT’çılar çatışma dönemini “fırsata çevirip” bu militarist iklimi İslamcılaştırıyor. Doğrudur, Kore Savaşı’ndan Kıbrıs harekâtına oradan 1990’lı yıllardaki operasyonlara tüm örneklerde İslam, milliyetçilikle kol kola seferber edilmiştir. Ancak bugün bu seferberliği yöneten aktörün kendisi bizzat İslamcıdır ve topluma giydirmek istediği elbiseyle İslamcı militarizm tıpatıp uyumludur. Erdoğan “Gazi” sıfatını, yeni kurmak istediği rejim için gerekli ve işlevsel görmektedir.

Savaşlar, safları sıkılaştırır ama bir süreliğine… Sermaye çevreleri Afrin operasyonuna destekte ilk sırayı kimseye kaptırmadı. “OHAL kalksın” diyen patronlar bile suspus. Ne de olsa operasyon bahanesiyle grevler yasaklanıyor, sendikalar baskılanıyor! Medya istisnalar hariç tam bir savaş medyası hüviyetine büründü. TTB örneğinde olduğu gibi cadı avına dönüşen karalama kampanyaları çığ gibi büyüyor. Bir yanda muhbirler, haysiyet avcıları, kadrolu şakşakçılar diğer yanda barış sözünün arkasında duranlar. Hatırımızda kalsın gelecekte şimdilerde savaş çığırtkanlığı yapan ünlüler değil onuruyla, vakarıyla, cesaretiyle diktatörlüğe ve militarist politikalara karşı çıkanlar hatırlanacak.

Bugün için sosyalistler ve Kürtler dışındaki kesimlerin egemen savaş diline eklemlenmiş olması umutsuzluk nedeni olmasın. Bu eğreti angajman, mutlak bir bağlılık ya da Saray’a teslimiyet olarak görülmemeli. Afrin operasyonunun uzaması ve hatta genişletilmesi durumunda şimdi sıcak olan kaygan desteğin yitip gitme olasılığı yüksek. Türkiye için Güneydoğu’da, ABD için Vietnam’da, SSCB için Afganistan’da tecrübe edilen olgu, siyasi hırslar uğruna yapılan uzatmalı askeri operasyonların boomerang etkisi yaratmasıdır. Zamanla homurtuların artması, zafer çığlıklarının örttüğü haklı kaygıların daha çok dillendirilir olmasıdır. Öyleyse şu soruyu sormak gerek; Suriye’de cephe açma macerası genişler mi? Bu sorunun cevabı bölgedeki emperyalist aktörlerin tutumundan bağımsız cevaplanamaz. Ama öyle ya da böyle görünen o ki Saray, seçime savaş atmosferinde girmek için her fırsatı değerlendirecek. Savaş koalisyonu bataklıkta çırpındıkça daha da batacak ve ülkeyi de kendiyle birlikte derinlere çekecek. Saray’ın seçim hesabının bu bataklıkta hiçbir anlamı kalmayacak.

Bir kez daha yazalım. Açık faşizme gidişin emareleri bu denli net iken CHP ve HDP dışında kalan sol, sosyalist özne, aktör ve yapıların sandıkta ve sokakta yapılacaklar konusunda ortaklaşacakları bir arayışı vakit kaybetmeden ete kemiğe büründürmesi bu nedenle elzem. Böylesine bir bir araya gelişin CHP ve HDP’ye sırt çevirmek anlamına gelmediği, ancak mevcut haliyle onları ittifaka zorlama ya da demokrasi cephesi kurma hayalleri yerine somut adımlar atarak pusula olma işlevini üstlenmek olduğu açık.