Film, iki zıt ideolojinin siyasal ağına takılan basit bir balıkçının portresi üzerinden son derece politik bir değerlendirme yaparak, insanın bu çarpıklık içindeki değerini ve bağımsızlığını sorguluyor

Ağ: İdeolojilerin kıskacında bir balıkçı

Güney Kore sinemasının en üretken, en sıra dışı yönetmenlerinden olan Kim Ki-duk’un son filmi Ağ (The Net/Geu-mul), Kuzey Kore’de eşi ve küçük kızı ile sıradan fakir ama mutlu bir hayat süren balıkçının, teknesinin motoru bozulması sonucu Güney Kore sularına sürüklenmesi ve orada gözaltına alınması ile başından geçenleri anlatıyor. Gözaltında tutularak, casus olduğunu itiraf etmeye zorlanan balıkçı çok sert sorgulamalardan geçer. Güney Kore’de yaşadıklarının ardından medya gücü daha doğrusu şarlatanlığı sonucu Kuzey Kore’ye iade edilen balıkçı burada da aynı çarpık sistemin içinde kalır.

Ekstrem ama sanatsal mı?
Arıza filmler çekmesi ile meşhur Kim Ki-duk seyirciyi şok etmeyi seven bir yönetmen. Yönetmenin filmlerindeki işkence, aşırılık içeren cinsellik, dehşete düşüren şiddet sahneleri ile yönetmenin sanatsal ve entelektüel tavrı arasında bağ kurmak bazen oldukça güç. Bu güçsüz bağ, kültürel farklılıklarımızdan dolayı komik gelen oyunculuklar ile birleşince izleyici de karışık hisler içine giriyor. O yüzden ‘film nasıldı?’ diye soranlara ‘Nasıl olsun Kim ki-duk filmi’ diye cevap veririm. Fakat Ağ filmi bildiğimiz Kim Ki-duk filmlerinden farklı. Son derece konuşkan karakterlerin olduğu bu psikolojik dramda insanların paramparça edildiği, aile içi cinsellik ve şiddet içeren ekstrem görseller yok. Son derece güncel toplumsal bir meselesi olan filmde oyuncu yönetiminde de farklılıklar var. Özellikle Ryoo Seung-Bum’un Kuzey Koreli balıkçı performansı oldukça iyiydi. Tüm değişimin sebebi yönetmenin artık daha büyük festivallere katılım sağlamak istemesi olabilir. Bunu yönetmenin bir sonraki filminde daha iyi anlayacağız.

Dogmatik itaat
Ağ, Kim Ki-duk’un en normal filmi. Diktatörlük ile demokrasi kılıklı kapitalizm arasında fark olmadığını gösteren hikayesi ne yazık ki usta izleyici için biraz yavan kalıyor. Mesajların etkisi çabuk alınıp çabuk tüketilince de geriye uzun bir bekleyiş kalıyor.

Film, iki zıt ideolojinin siyasal ağına takılan basit bir balıkçının portresi üzerinden son derece politik bir değerlendirme yaparak, insanın bu çarpıklık içindeki değerini ve bağımsızlığını sorguluyor. Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan bu film Kim Ki-duk’un en siyasal filmi. Hikayenin geçtiği coğrafya Güney ve Kuzey Kore olarak çizilse de, film aslında dünyada ideolojiler yarışında her yerde her insanın karşılaşabileceği bir dramı anlatıyor. Sorgulama için Seul’a götürülen balıkçı kendi ülkesine döndüğünde de bir sorgulama yaşayacağından emindir ve yetkililere hiçbir şey söylememek için gözlerini kapar ve şehre bakmaz. Onu sorgulayan dedektif ise tam bir paranoyaktır, psikolojik ve hafif fiziksel bir işkenceye tabi tutar balıkçıyı. Bir yandan da yetkililer balıkçıyı dönüştürmek istemektedirler. Seul’u tercih etmesi için onu etkilemeye çalışırlar. Kısacası işler saçma sapan bir hal alır çünkü dogmatik inanç yıkılması en güç ve en tehlikeli olandır.

Kim Ki-duk ve hayvan zulmü
Düşük bütçeli ilk filmi Crocodile (1996) ile ülkesinde sansasyon yaratan Kim Ki-duk asıl uluslararası ününü Uluslararası Toronto Film Festivali’nde gösterilen The Isle filmi ile kazanıyor. Ardından festivallerin aranan yönetmenleri arasında yer ediniyor. The Isle filmi hayvan zulmü içeren sahneleri ile çok tepki almıştı. Benim için de kabus filmlerden biriydi. Bu filmden sonra yönetmeni tepki içinde takip ettiğimi itiraf ediyorum. Yönetmenin kurbağa ve balıklarla ilgili bu dehşet sahneleri kültürel farklılıklara dayandırarak açıklamaya çalışması daha da vahimdi. Bu yönetmenin filmlerini izlerken bunun tekrarlanmaması için dikkatle takip etmek gerekir. Bu yüzden hatırlatma yapmakta fayda görüyorum. Filmlerdeki hayvan aktörlere, hayvan kullanımına seyirci olarak dikkatli olmaya devam etmeliyiz.