Ağa yakalanmış sinek

Hal Niedzviecki, ‘Dikizleme Günlüğü’nde ‘Dikizleme Çağı’na çoktan girdiğimizi anlatıyor. “Bizler sürekli başkalarını dikizlerken, birileri de bizi dikizliyor her an. Bu yeni durum, biz farkına varmaksızın, mahremiyet, bireysellik, güvenlik, hatta insanlık algımızı bile değiştirdi, değiştiriyor,” diye yazılı kitabının tanıtımında. Yazar, okura önemli bir soru yöneltiyor: “Bu ağın üzerindeki örümcek miyiz; yoksa ağa yakalanmış birer sinek mi?”

Bu satırları okurken yıllar önce bir fotoğraf festivalinde Wilco van Herpen’ın kendi çektiği yüzlerce fotoğraftan oluşan bir slayt gösterisini anımsadım. Gösterisinin ana teması dikizci olmak üzerine kuruluydu. Sunum biçimi ise çağın hız hastalığıydı. Aralarında birer saniye geçiş olan fotoğraflar, yüksek volümlü müzik eşliğinde çok hızlı şekilde akıtılıyordu. Gündelik hayatlarında insanların kaçamak bakışlarını yakalamış ve bunları bir slayt-şov’a dönüştürmüştü. Çekim mekânı olarak kalabalık caddeleri tercih etmişti.

Wilco, aslında gösterim sırasında izleyeni bir deneyime sokuyordu. Fotoğrafın bir tekini görmek ile, o fotoğrafın bellekten silinmesi, peşisıra gelen diğer fotoğraflar sayesinde oluyordu. İzleyicinin tepkisini merak ediyordu. Sunum sonrası izleyici; fotoğrafa uzun uzun bakmak gerektiği, anlam yakalamak için bunun şart olduğunu söylüyor ve bakıştan uzaklaştırılan bu görüntülerin hızlı tüketilmesini eleştiriyordu.

Wilco’nun gösterisini izleyenlerin hemen hepsi fotoğrafçıydı. Birer saniyelik aralıklarla yüzlerce fotoğrafa bakan izleyici; daha önceki kendi fotoğrafçı ‘deneyim’ini öncüleyerek bilgiçlik yapıyordu -fotoğrafa uzun bakmak gerektiğini söylüyordu-, ama yüzüne vurulan gündelik yaşamında yaptığı dikizleme refleksine karşı da savunma mekanizmasını devreye sokuyordu. Wilco’nun yaptığının bir performans olduğu algılanmamıştı. Üstelik onlar fotoğrafçılardı...

“Fotoğraf çekmek, dünyayla, her türlü olayın anlamını düzleyen bir kronik dikizci ilişkisi kurdurmaktadır,” der Susan Sontag.

Buradan bakınca fotoğraf, fotoğraf makinesi ve fotoğraf sanatı, ‘dikizleme’yi kültüre, algılara ve sıradan bireylerin hayatına sokan ve bunu da kapitalist bir dayatmayla yapan en büyük etkendir. Fotoğrafın varlık kazanmasından sonra dünyada gözlemleme algısı evrim geçirdi. Cep telefonları ise herkesi birer röntgenciye dönüştürdü.

Şimdi burada bir mola verip, bir başka örneğe geçmek ve “Platon Bir Gün Kolunda Bir Ornitorenkle Bara Girer...” kitabının yazarları Thomas Cathcart/Daniel Klein’e söz vermek istiyorum. Kitaptan:

Komiser, dedektiflik eğitimi gören üç adayı görüşmeye alır. Şüpheliyi tespit yeteneklerini sınamak amacıyla ilk adaya beş saniyeliğine bir fotoğraf gösterir... “Şüphelin bu,” der. “Nasıl tanıyacaksın bakalım?”

Aday yanıtlar: “Kolay. Anında tanırım çünkü tek gözlüydü.”

Komiser; “Salak,” der. “Sana gösterdiğim fotoğraf yandan çekilmişti.”

Ardından komiser fotoğrafı beş saniyeliğine ikinci adaya gösterip, saklar.

... “Hah!” der ikinci aday, “çok kolay çünkü tek kulağı var.”

Komiser öfkelenir. “Oğlum,” der, “aklınızı başınıza toplayın. ...bu mudur elinizden gelen?”

...resmi bu sefer üçüncü adaya gösterir ve sorar.

Üçüncü aday, “Şüpheli lens kullanıyor,” der. Komiser şaşalar, çünkü şüphelinin lens takıp takmadığını bilmemektedir.

“Hım, ilginç bir yanıt,” der. “Bir dakika bekle, şunun dosyasına bakayım.”

... şüphelinin dosyasını inceler. Döndüğünde gülümsüyordur. “Vallahi aferin,” der. “şüpheli sahiden lens takıyormuş. Aferin. Böyle keskin bir gözlemi nasıl yapabildin, söyle bakalım.”

“Kolay,” der üçüncü aday, “hiç kimse tek kulağı ve tek gözü varken gözlük takamaz.”

Evet bu bir fıkra, ama biraz düşününce üçüncü adayın, ilk iki adaydan deneyimlendiğini söyleyebiliriz. Her şeyin bir sebebi vardı ve üçüncü aday hiç olmazsa sebep sonuç ilişkisiyle bir akıl yürüttü. Wilco’nun izleyicileri ise, Wilco’nun neden böyle bir sunumu tercih ettiğini bile düşünmedi. Eleştirisi klasik bir bilgiydi, ucuz edebiyattı, kitsch’ti. Dikizcilik kadar, hızla akan bir hayatın eleştirisini de içinde barındırdığını göremedi.

Sosyal medya aracılığıyla milyonlarca fotoğraf paylaşmak da, bir o kadar fotoğrafa kaydırarak bakmak da, cep telefonundan şak şuk fotoğraf çekmek de algılarımızı değiştirdi. Her şey kısa ve çabuk, tweet vuruşu kadar... Düşünmeye, anlamaya, anlamlandırmaya, okumaya, yorumlamaya, itiraz etmeye zaman yok... istek hiç yok...

Şimdi, Hal Niedzviecki’nin sorusuna geri döneyim: “Bu ağın üzerindeki örümcek miyiz; yoksa ağa yakalanmış birer sinek mi?”