Cumhurbaşkanı Erdoğan bu hafta memleketi Rize’de, “Ayder’i kirlettik, rezil ettik” dedi. Kulağa ilk anda bir özeleştiri gibi gelse de, kentsel dönüşümün gerekliliği üzerine devam eden konuşma şaşıranları fabrika ayarlarına geri döndürdü. Ancak bunun kontrollü, sorumluluk örten bir özeleştiri olduğunu varsayabiliriz. Çünkü 1994 yılında Milli Park, 1998 yılında ise doğal sit alanı ilan edilerek koruma altına alınan Ayder Yaylası için oluşturulması gereken Koruma Amaçlı İmar Planı aradan 19 yıl geçmesine rağmen hazırlanmayarak kaçak yapılaşmanın önü açıldı. Açıklamanın ardından, önceki gün Ayder için kentsel dönüşüm projesi ihalesi yapıldı. Amacın, kaçak yapılarla hırpalanmış Ayder’i korumak mı yoksa ranta açmak mı olduğu konusundaki derin kuşku, gücünü yine AKP’nin 15 yıllık yıkıcı çevre politikalarında alıyor. Turizm tesisleriyle donatılması planlanan yaylaları ağaçları kese kese birleştirme projesi olan ‘yeşil yol’ a karşı çıkan yöre halkının mücadelesi hâlâ çok yeni.

• • •

Doğa, yapısı gereği affedici olmadığı gibi intikamcı da değil. Nisan yağmurlarından sonra Mayıs ve Haziran aylarında 40 gün akşamüzerleri çisil çisil yağması beklenen kırkikindi yağmurları, bugün babanızla yaptığınız bir sohbetin anılar kısmında kalmışsa ve artık biz olağan bir doğa olayını tufan diye rutine bağladıysak, bütün yüküyle bizden ötürü. Cumhurbaşkanı’nın “artık fırtına çıktı, sis çöktü, trafik durdu gibi haberleri geride bırakıyoruz” diyerek açılışını yaptığı Avrasya Tüneli ikidir yağmur yüzünden kapanıyor. Deniyor ki, ama bunlar normal yağmur değil. Evet değil. İstanbul’un bir avuç parkında kalan üç beş ağaca bile göz diken bir şehirleşme anlayışıyla toprak betona kesti. Ağaçsız, gölgesiz, rüzgârsız şehirler cayır cayır yanıyor. Aşağıdaki sıcak yukarıdaki soğukla daha şiddetli çarpışıyor. Çisil çisil yağmurlar yerini sellere, tufanlara bırakıyor. Yaşaması, doğaya uyumuna bağlı olan insanın, kısacık ömrünü merkeze alarak inşa etmeye kalkıştığı o plastikten, betondan hayat, elbette ki hadsizliğine yakışır biçimde üzerine çökmeye mahkm.

• • •

İktidar, çevre duyarlılığı taşıyan, aşırı tüketim ve zehirli üretimin neden olduğu iklim değişikliğinin insan hayatı üzerindeki ölümcül ciddiyeti konusunda uyarılarda bulunan bilim insanlarını görmezden, duymazdan geldi. Geçen yıl ‘99 baraj ve HES’ açılışında konuşan Erdoğan, çevrecilik konusunda birinciliği hiçbir çevre örgütüne kaptırmayacağını şu sözlerle ilan etmişti: “Greenpis, yani adı üstünde pis gri, bizimki temiz, tam yeşildir.” Cumhurbaşkanı’nın ‘aydın müsveddeleri’ olarak tanımladığı bilim insanlarının uyarıları maalesef ve beklendiği üzere gerçekleşti. Türkiye’nin en çok yağış alan kenti Rize’de kurulu HES’ler nedeniyle Salarha, Güneysu ve Gürgen derelerinin büyük bir bölümü kurudu. Antalya’daki doğa harikalarından biri olan Düden Şelalesi’nin suyu da HES nedeniyle kesildi. İstanbul’un son ormanlık alanı, su ve tarım havzası olan Kuzey ormanları da, 3. Havalimanı, 3. Köprü ve Kanal İstanbul gibi ‘mega projelere’ kurban ediliyor. Binlerce yılda oluşan ekosistem, doğa ile uyum göstermeyen, kısa vadeli kazançlar için yok ediliyor. Buna karşın Başbakan Yıldırım, inşaat için ağaç kesimi ve sıklıkla görülen orman yangınlarına rağmen Türkiye’nin ağaç servetini, yaklaşık 4 milyar fidan dikerek yüzde 30 artırdıklarını söylüyor. Peki kestiğinin yerine yenisini dikmek çözüm mü? Değil!

• • •

Kişisel yeteneklerinin yanında laik ve bilimsel eğitimden yana; 4+4+4 gibi bir projeyle, kız çocuklarını sisteminin dışına itmemiş bir ülkede doğmuş olmasının da sağladığı avantajla öğrenim hayatını tamamlayan ekolojist Suzanne Simard, 1997 yılında, ağaçlar arasında iletişim olduğunu kanıtladı. Simard, laboratuvar dışına çıkarak bitkiler arası iletişimi ormanda, doğrudan bitkileri inceleyerek ortaya koyan ilk bilim insanı oldu. Ağaçlara karbon gazı enjekte ettikten sonra yaptığı ölçümler sonucu, huş ve köknar ağaçlarının ihtiyaçları doğrultusunda birbiriyle karbon alışverişi yaptığını gözlemledi. Bu, ağaçların yeraltından köklerine yerleşen mantarlar yoluyla iletişim kurduklarını gösteriyordu. Simard, işin bununla da kalmadığını, büyük (anaç) ağaçların mantar ağını kullanarak genç ağaçların hayatta kalmasına da yardım ettiğini, gerektiğinde de örgütlü bir savunma kalkanı oluşturduklarını açıkladı. Yani, ne orman basit bir ağaç topluluğu ne de ekosistem, kesilen bir ağacın yerine yenisi dikilerek sürdürülebilen bir şey. Yaşlı bir ağacı kesmek, bilge bir insanı öldürmekle aynı anlama geliyor. Toplumun ayakta kalabilmesi için bilgi ve deneyime, insanların hayatta kalabilmesi için koruyan, besleyen büyük ağaçlara ihtiyacı var. Aksi, mutlak yenilgi.