Bunlar niye ağacı sevmiyorlar? Bunlar neden ormanı sevmiyorlar?

Çünkü parayı seviyorlar, çünkü talanı seviyorlar.

Çünkü “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” şiirini ve şiarını kendi köhne düzenlerine dümdüz giden bir tehdit diye belliyorlar. Ağaç şiirdir ve orman şairdir. Namı diğer Nazım Hikmet’tir.
Erk Acarer de yukarıdaki soruyu sordu ve cevabını Kaz Dağları’na meyilli küçük bir sokağı olan Ayvalık’ın Karaağaç köyünden Dedesi Emin Bey’in ağzından verdi.


Orman Bölge Şefi Ahmet Pekdemir’in oğlu da bu sorunun cevabını bulmak zorundadır. Çünkü bu soru tek tek kişisel meselemizdir ve hepimizin kişisel meselesi olunca artık kişisel olmayan meselelerimizin toplamıdır.

Ahmet Bey’in kişisel hayatı kaçakçılarla mücadeleyle geçti ve eserleri de diktirdiği ağaçlar oldu. Orman kaçakçılarıyla müsademeler yapardı, pusu atıp kaçak tomruk kamyonlarının lastiklerini tabancasıyla patlatırdı.
(Orman, Taşova’daki tabelasında okuma yazma bile öğretmişti! Bir gün, bizim ilkokulun Başöğretmeni, “Yahu Ahmet Bey, Allah senden razı olsun” demiş. “Senin sayende bizim öğrenciler okumayı çok çabuk söküyorlar.” “Niye ki?” diye sormuş babam. O da “Her sabah okula gelirken ve giderken Orman Bölge Şefliği’nin önünden geçiyorlar ya, durup senin tabelayı okuyorlar!” Hakikaten dairenin dış kapısında kocaman bir tabelada şöyle yazıyordu: “Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Vekâleti Orman Umum Müdürlüğü Amasya Orman Baş Müdürlüğü Taşova Orman Bölge Şefliği.”)

Önce Gezi Parkı ağaçlarıyla ifşa oldu düşmanlıkları. Ve zaten ağaç da onlar için sadece Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin Gökçek döneminde 449 fidan için ödediği 9 milyon 126 bin 235 liranın faturasıdır. Avenesi için bir gürgen ağacına 19 bin 150 lira, bir meşe fidanına 16 bin lira ödenmiş olmasıdır. Ve orman onlar için sadece siyanürle imha edecekleri ve maden arayacakları sahadır.

Özelleştire özelleştire, her şeyi satıp bitirdiler. Paraya doymadılar. HES’lerle dereleri kuruttular, balıkları öldürdüler. Paraya doymadılar. Dereler bitti tepeler bitti dağlara göz diktiler.

Kahrolsun hayat, yaşasın altın, yaşasın ölüm diyenler için, ağaç hayata dair üçlü bir simgedir ve öyleyse onlar için üçlü bir tehlikedir. Tohumdur, fidedir, fidandır. Köktür, gövdedir, dal ve yapraklardır. Her yıl ağacın yeni filizler vermesidir. Doğada ve toplumda fidanlar büyümemelidir. Kökler sökülmelidir. Gövde parçalanmalıdır. Dallar kırılmalı ve yapraklar dökülmelidir. Çünkü saltanatları yaşamalıdır, çünkü paraya tapılmalıdır.

Orman, bir ekosistemdir. Yani ve yine Kaz Dağları’dır. Ağaçlar, çalılar, otlar, bitkiler, mantarlar, böcekler ve hayvanlar ülkesidir. Besler ve beslenir. Ama onlar sadece beslemedir. Onların besini çürüyen toprak, kuruyan ağaç ve yok edilen ormandır. Çünkü onlar kapitalizmdir.

Ülke genelinin %27,6’sini kapsayan ormanların kapsama alanı artık bir maden alanıdır. Oysa yok edilen karlı kayın ormanıdır. Gülhane Parkı’ndaki ceviz ağacıdır. Subaşında durduğumuz çınardır. Kızılçamdır, Meşedir,

Ardıçtır ve Kavaktır. O şarkıdakinin tersine asi rüzgârların ayak sesleridir, gençlerimizdeki yeni yeni kavak yelleridir. ODTÜ kavaklarının yelleridir.

İşte bu meseleyi her birimiz, mesela Erk gibi, mesela benim gibi tek tek kişisel meselemiz de yaptığımız ölçüde ortak bir çözümümüz olabilecektir.

Çünkü Gülten Akın da Ağıtlar ve Türküler kitabında (s. 217) “dağların ve ormanların yerlisi” dediği babam Ahmet Bey’in böyle bir meselesi olduğunu anlatmıştır: “Çamların altına, çayıra uzanırlar. Gökyar’ı gözlerler.

Kartal yuvalarına bir orda yukarıdan bakılır. Ve yarın yamacına düşecekmiş gibi asılmış üç beş ahlat ağacına, bodur çama.”