Dünyadan habersiz, olup bitenlere ilgisiz sanılan gençlerin Gezi Parkı'ndaki mücadelesi onlara tepeden bakan ebeveynlerine “kapak olurken”, sosyologlara da “Y kuşağı” falan diye iş çıkmıştı günlerce

Ağaçtaki Kız’dan “gardıroptaki aile”ye

TÜREY KÖSE

Şebnem İşigüzel’in Ağaçtaki Kız kitabı “şimdiki zaman”da geçen, “Gezi” dilli genç bir roman. Hani Gezi Direnişi'nden sonra üzerinde epeyce kalem oynatılan zamanımızın gençleri var ya; onların dilinden konuşan, onların sesini, soluğunu duyuran bir roman. Çok kırılmış, çok yaralanmış kahramanı Gülhane Parkı'nda bir ağaca sığınırken; onun “şimdiki zaman”da geçen hikayesi kuşağının diğer kadınlarının “tarih” olmuş hikayelerine ekleniyor.

Roman “Bu bir özgürlük ve aşk hikayesidir. İki hasta gencin hikayesi. Biri benim” diye başlıyor. Kahramanımız 17 yaşında, “hayatın şiddetinin bir ağacın tepesine fırlattığı” bir genç kız. Hikaye aslında ağacın tepesinde başlamıyor. Çünkü, “İnsan bir başkasının hikayesidir. En çok anne ve babasının.” Sonra, babaannesinin, halasının, teyzesinin…Ya aşk? Murathan Mungan’ın dizelerindeki gibi: “tarih, yarın, ütopya dolu sandıklar arasında/ birbirimizi yaralarından tanıdık/ dışı korsan, içi iç denizlerde yaşayan çocuklardık.”

Kitabın kahramanı ağaçtaki kız ve arkadaşları Gezi’den sonra farkına varılan kuşağın bireyleri. Cep telefonu ve bilgisayarsız nefes alamayan, varoluşları “online” olma durumuna endeksli, sosyal medyada “yaşayan” bu gençler Gezi isyanında ansızın fark ediliverdi. Dünyadan habersiz, olup bitenlere ilgisiz sanılan gençlerin Gezi Parkı'ndaki mücadelesi onlara tepeden bakan ebeveynlerine “kapak olurken”, sosyologlara da “Y kuşağı” falan diye iş çıkmıştı günlerce. Edebiyat da onlara kayıtsız kalamazdı. Şebnem İşigüzel “şimdiki zaman”da geçen bir roman yazmanın risklerini göze alıp, çıkmış yola. Yaşananların demlenmesini, tarih olmasını beklemeden sıcağı sıcağına yazıp ustalığının cesaretini konuşturmuş. Gezi Direnişi ve arkasından gelen ölümler, patlayan bombalar, yaşanan trajediler tarihçilere bırakılmayacak kadar kıymetli, acılı hatıralar. Onları en iyi edebiyatçı anlar, anlatır.

Şebnem İşigüzel kitabını “öldürülen çocuklar ve gençlere” adamış. Gezi Direnişi günleri, Amy Winehouse’un ölümü, Kobane’deki çocuklara oyuncak götürmek için gittikleri Suruç’taki bombalı katliamda öldürülen gençlerin hikayesi, ağaçtaki kızın hikayesiyle bütünleşiyor. Ağaçtaki Kız’ın kuşaktan kuşağa aile hikayesi de 6-7 Eylül olaylarına dek uzanıyor. Her kuşağın trajedisi farklı acılarla yazılıyor. Babaannenin hikayesine damgasını vuran 6-7 Eylül olaylarıysa, halayı yaralayan bir aşk hikayesi, Ağaçtaki Kız’ı vuran da Suruç Katliamı oluyor. Sonra katliamlar başka katliamlara, hikayeler başka hikayelere ekleniyor, “Benim derdim dünya” diyen 17 yaşındaki genç kız bir ağacın dallarına sığınıyor.

İktidar dili Gezi direnişçilerini “Gezi zekalı” diye küçümsemeye kalkışıyor ya; bu kitap işte tam da o “Gezi zekalı” “Gezi dilli” gençlerin hikayesi. Romanın genç dili en belirgin özelliklerinden. Öyle ki Şebnem İşigüzel’e bir arkadaşı “Bu kitabı kızın mı yazdı” diye sormuş! Bölüm başlıkları da kitabın dili hakkında bir fikir verebilir: “Sen buralarda yokken” “Bildirimler”, “Favorilerine ekle”, “Seni Takip Ediyor”, “Stalk’lamak”, “Bunu silmek istediğinden Emin Misiniz?”, “Geri Al”, “Diğer seçenekler”, “Beğenilerin”, “Çıkış” v.s. v.s.

Şebnem İşigüzel hikayesini özellikle genç ve kadın kahramanların gözünden anlatmış. İşsiz kalmış, küçümsenmiş, zorbalığa maruz kalmış kadınların gözünden... Dünya giderek tekinsiz bir yer olurken; genç kızın sığındığı ağaç da umudun, direnmenin sembolü olarak romanın kahramanları arasına katılmış. Şebnem İşigüzel, BirGün’e verdiği söyleşide “Gülhane Parkı sultanların bahçesiydi. O ağaçlar asırlık. Ne siyasetçiler bitti, onlar bitmedi, ayakta. Ağaçlar umut verici şeyler. Her şeyin geçici olduğunu söylüyor bize” diyerek bunun altını çizmişti. O yüzden kitap pek de umut verici bir sonla bitmese de, umuttan vazgeçmemek için nedenlerimiz var. Zorbaların eninde sonunda gidici olmasına ve onlardan nicelerini uğurlamış ağaçların görmüş geçirmişliğine güvenebiliriz.

Şebnem İşigüzel’in kitabı kahramanı banyo küvetinde yaşamak isteyen ve “bir tür modern Oblomov” olarak anılan Jean Philippe Toussaint’in Banyo romanını anımsattı bana. Dış dünyadan kaçan kahraman kendini iyi hissettiği tek yer olan banyo küvetinde uzanıp duvarlara bakıyordu. Ancak iki kitap arasındaki bağlantı sadece bir mekansal kaçış arayışıyla sınırlı. Ağaçtaki Kız’ın kaçışı daha aktif bir karşı çıkışı, reddedişi de içinde barındırıyor.

Bazı kitapları bitirirsiniz ama hayatınızdan öyle kolayca çıkmazlar. Ağaçtaki Kız, işsiz gazeteci hala, bir türlü tutunamayan anne, döneme ayak uydurmayı bilen teyze kafamda dolanıp dururken; “Gülen Adam filmi gerçek oldu: Evsiz kalınca gardırobunu eve dönüştürdü” haberini okudum. Utançla, üzüntüyle. Haberde üç aydır kira, elektrik, su parasını ödeyemediği için evden çıkarılan hurdacı Veysi Hurma’nın, Kartal Tibet’in yönettiği, Kemal Sunal’ın oynadığı filmden esinlenerek altına teker taktığı gardırobu tek gözlü mobil eve dönüştürdüğü, eşi ve üç çocuğuyla burada yaşamaya başladığı anlatılıyordu.

Şebnem İşigüzel’in kahramanı bir ağaca sığınıyor, Urfalı aile bir gardıroba... Edebiyatçının gösterdiği sığınak daha şiirli, çağrışımlarıyla daha vaatkar; hurdacı Veysi Hurma’nınki ise bir tür “çaresizliğin çaresi”. Ağaçtaki Kız’ın reddedişi, gardıroba sığınanların çaresizliği neye dönüşürse işte o geleceğimizi belirleyecek! Acı çekerek, öfke duyarak, isyan ederek, “Hayır” diyerek kendilerine dayatılanı reddedenler, çaresizliğin çaresini bulacak...Hem de “şiirlisinden”...