AKP-MHP iktidarının ülkeyi içine sürüklediği karanlık, hafta başında, alınan Gezi kararı sonucu, kelimenin tam anlamıyla “ağırlaştırılmış” bir özellik kazandı.
Pazartesi akşamı bültenlere düşen ve kayda geçirilmesi gereken haber şöyleydi:

“Gezi Davası, Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet; Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Yiğit Ali Ekmekçi’ye 18’er yıl hapis ve tutuklama ile sonuçlandı.”


Gezi ağırlaştırması olgusu, bir büyük niteliksel değişimdir, alacakaranlıktan daha koyu bir karanlığa geçilmesidir. Ülke siyasetinin ve giderek tüm toplumun 25 Nisan sonrası, öncesinden çok, ama çok, farklı olacaktır.

İKTİDAR, İSTEYEREK AĞIRLAŞTIRIYOR

İktidar, karanlığı, bilerek ve isteyerek ağırlaştırıyor. Gerçekte bu son karartma, yıllar boyu süregelen ve biri birini tamamlayan uygulamaların doğrudan bir sonucudur.

En tepeden başlanırsa, yasamanın, yargının ve yürütmenin almış olduğu biçim, gerçekte, bu gidişi tüm çıplaklığıyla göstermekteydi. Kamu kurumlarının, en görünür olanları, TCMB, TÜİK, Sayıştay başta olmak üzere getirildiği yapılanma, ünlenen beşliye verilen ihaleler, 4-5 yerden maaş almalar ve işe almalarda sergilenen ağır ayırımcı ve buna bağlı olarak yargıyı bile içeren ideolojik kadrolaşma bugüne gelişin işaretleriydi.

Önemle eklenmelidir ki, aynı dönemde Diyanet İşleri Başkanının devlet yönetiminde kazandığı belirleyici ve yön verici konum çok daha açık bir göstergeydi.
Basın yayının aynı dönemde çok büyük bölümüyle geldiği iktidara bağımlı durum, bu amaca ulaşılması içindi.

Bitmedi. Eğitimin çöküşü; üniversitenin içinde sürüklendiği bilimden uzaklaşma süreci ve binlerce bilim insanının işinden uzaklaştırılması. Giderek göçmen politikasıyla toplumsal yapının değişimi.

Ekonomide, “kör kör parmağım gözüne” bir tutumla sergilenen faizlerin Nass’a bağlılık öne sürülerek düşürülmesi ısrarı ve bu tutumun, başta geniş kitlelerin yoksullaşması olmak üzere ekonomide yarattığı yıkım. Dış politikada ülkeyi Avrupa Birliği’nden uzaklaştırma ve Ortadoğulu yapma çabaları.
Muhalefete yönelik terörist, vatana ihanet türü suçlamalar, hepsinden öte, İYİ Parti genel başkanına İkizdere’de yapılan saldırıdan sonra söylenen “bunlar iyi günler, daha neler olacak” anlamındaki sözler.

Burada sıralananlar ve daha da eklenebilecek olanlar toplandığında, görülür ki, bütün bunlar, tam bir iç tutarlılıkla biri birlerini tamamlıyor ve besliyor.
Gezi Kararı, bu gidişin yeni, ancak, çok etkili bir ivmesini oluşturuyor.

Sanki ilk kez olmuş gibi, “hukuk elden gitti” “vicdan kalmamış” “karar siyasidir” yorumları havada uçuşuyor.

Oysa, hiç unutulmaması gereken, önemli bir gerçek var: Siyaset, özünde ideolojidir, niteliği gereği, ideolojiyi içerir. Bu durumda Gezi kararı ile ilgili sorulması gereken ana soru, kararın hangi ideolojinin ürünü olduğudur. Bunun cevabı da, yıllardır bellidir: Siyasal İslam.

İKİ ISRAR DA YANLIŞ

Bu köşede de muhalefetin daha etkili ve başarılı olması amacıyla çok şey yazıldı. Bugün muhalefetin iktidar karşısında açık bir üstünlük sağladığı söylenemiyor.

Neden?

Çünkü, muhalefetin altı partisi, girilmekte olan ağırlaştırılmış karanlığın asıl kaynağının iktidarın ülkeyi kendi ideolojisine göre yönetme kararlılığı ve ısrarı olduğunu, ısrarla ve inatla görmezlikten geliyor, iktidarın ideolojisine dokunamıyor. Elbette elektriğin kesilmesi, pahalılık, yoksullaşma, işsizlik giderek göçmen sorunu çok önemlidir. Ancak, bunlar birer sonuçtur. Altılı muhalefet esas olarak bu sonuçlarla ve dahası birlikte değil, tek tek uğraşıyor; iktidarın ideolojisini görmemekte; ona muhalefet etmemekte ısrar ediyor.

Ancak, hafta içinde İYİ Parti Genel Başkanı Akşener’in “Türkçü açılım” diyebileceğimiz “istibdat” (baskı) hürriyet, adalet, müsavat(eşitlik)” yaklaşımı, bu genellemeden ayrı tutulmayı hak ediyor.

Vurgulamakta yarar var: İktidar, ülkeyi insanlığın özgürleşme eksenli gelişme doğrultusundan ayırmaya çalışması nedeniyle, muhalefet de iktidarın gerçek ideolojisini sürekli olarak görmezlikten gelmesi ve ona dokunmaktan çekinmesi nedeniyle, yanlış yapıyor.

AĞIRLAŞAN SORUMLULUK VE GÖREV

Gezi kararı ile karanlığı daha da ağırlaştıran bir iktidar varken, ülkenin yazgısını belirleyecek olan gelecek seçimleri kazanmak başlı başına bir büyük sorundur.

Ayrıca, seçim kazanılsa bile sonrasında bu ağırlaşan karanlıktan çıkış ve yıkıcı gidişi durdurmak ve hele de tersine çevirmek, hiç ama hiç kolay değildir.
Böyle bir ağırlaşmış ortamda birilerinin çıkıp “arkamdan gelin” çağrısı yapması tamamıyla yanlıştır.

Bu nedenle, ülkenin, insan hak ve özgürlüklerini, eşitliği ve barışı içselleştirmiş tüm bireylerinin, onların partilerinin ve öbür örgütlerinin, önce seçimi kazanacağı kesin olan bir adayla yola çıkılması için çaba göstermesi ve muhalefet partilerini uyarması sonra da seçimin kazanılması için tüm varlığıyla çalışması, çok büyük bir önem taşıyor.

***

Bugün, 1 Mayıs, tüm emekçilerin bayramını ve yarın başlayacak Şeker Bayramını kutluyorum.