Los Angeles, 1992 ayaklanmalarının hatırasının hâlâ diri olduğu bir şehir. Sırt çantalarımıza protestoda gerekecek birkaç şey koyup yola çıkıyoruz. Eşimle daha çok polisin zorlayacağı, herkesin çıkmayı göze alamayacağı yerleri desteklemek istiyoruz. Gezi ruhuyla sokakları arşınlarken, yaşananlara gözlerim doluyor…

Ağızlarımız maskeli ama gözler her şeyi söylüyor

ELİF SAVAŞ/ LOS ANGELES

Pazar sabahı, saat 5. Uyumak mümkün değil. Okumak, yazmak, ezber yapmak, akşamki provaya hazırlanmak mümkün değil. Acı haberler, tepede 24 saat dolaşan helikopterler, polis sirenlerinin kulağa durmak bilmeyen tecavüzü beyni ve vücudu tamamen ele geçirmiş durumdayken, yenilen lokmanın bile ne olduğunu algılamak mümkün değil. Ya bu beyine ihtiyacı olan çıkış sunulacak ya da çıldıracağım.

Neden sokaklardasın, neden protestolara katıldın diye sorana cevabım bu. Ya protesto edeceğim, beynimi vücudumu etimi kemiğimi sokağa koyacağım ya da çıldıracağım. Yedi sene olmuş; aynı hisleri, aynı rahatsız huzursuz halleri aynı insanı içinden tırmalayan o korkunç elektriksel yoğunluğu Gezi’ye katılabilmek için Türkiye’ye gitmeden önce de duymuştum. Ya sokağa çıkacaksın, ya da… Kimliğin yok olacak.

FLOYD’UN SON SÖZLERİ: NEFES ALAMIYORUM

25 Mayıs’ta George Floyd adında, 46 yaşında, iki kız babası bir adam, hakkında 18 adet şikâyet bulunan bir polisin dizinin altında, iki diğer polisin de sırtına çökmesi marifetiyle, boğularak can verdi. Floyd, her zaman gittiği bir bakkaldan bir paket sigara alırken sahte yirmi dolar kâğıt para kullanmış. Bakkal paranın sahte olduğunu fark edince sigarayı geri istemiş, Floyd reddedip dükkândan çıkmış, bakkal polisi aramış. Polis, Floyd’u tutuklarken öldürmüş. Olayı görüp, etrafında toplananların çektiği kayıtlarda da görüldüğü üzere; polisin dizi, yüzüstü yatırılıp, elleri tersten kelepçelenmiş, başı yan dönmüş Floyd’un gırtlağının tam üzerinde; dakikalarca süren bu pozisyonda polisin yüzündeki ifade, bir insanın piknik yaparken uçmasın diye piknik örtüsünün üstüne dizini koyması ile birden bire o piknik örtüsünün üstünde beliren böceği ezmekten duyduğu hazzın karışımı bir şey. Başının derde girmeyeceğinden emin, zevkin doruklarında bir zafer hissi. Burası onun egemenlik bölgesi. Floyd’un son sözleri: Nefes alamıyorum.

agizlarimiz-maskeli-ama-gozler-her-seyi-soyluyor-739648-1.

Bu ülkenin, ataları ülkeye kaçırılarak getirilmiş, köle edilmiş, ekonomisinin devleşmesine zorla katkıda bulunmuş siyah insanları nefes alamıyor. Sistematik, bilinçli, bilinçsiz ırkçılık onlara nefes aldırtmıyor. Sadece Trump zamanına özel bir durum değil.

Sabah, internette protestoların nerede yapılacağı bilgisine ulaşmaya çalışıyorum. Girdiğim hiçbir platformda tam bilgi yok. Var olanlar ise daha çok orta sınıfın, fazla tacize uğramadan, nispeten emniyetli protesto edebileceği yerler. Gezi’nin Bağdat Caddesi… Eşim ve ben daha çok polisin zorlayacağı, herkesin çıkmayı göze alamayacağı yerleri desteklemek istiyoruz. Eşim daha önce New York’ta Occupy Wall Street protestolarına katılmış, tutuklanmış biri. Deneyimi var. İkimizin de gerekirse ağır stres kaldırabileceğine karar veriyoruz. Cumartesi günü Los Angeles Belediye Binası ve önündeki parka toplanmak yasaklanmış. Oysa orada toplanmak Amerikan milletinin demokratik hakkı… Demek sivil itaatsizlik yapmak gerekirse oraya gitmek en mantıklısı. Üstelik belediye binasının sembolik önemi var ve şehrin tam göbeğinde. Kararımızı veriyoruz. Her ne kadar internette bilgi yok ise de, biz oraya gideceğiz.

Los Angeles, daha önce şehri alev alev yakan 1992 ayaklanmalarının hatırasının hâlâ diri olduğu bir şehir. Üstelik o ayaklanmaların da sebebi polis vahşetiydi. O yüzden sinirler gergin. Polis korku ve endişe içinde. Orta sınıf beyaz halk ürkek. Sırt çantalarımıza protestoda gerekecek birkaç şey koyup yola çıkıyoruz. Belediyenin etrafı burnuna kadar silahlanmış polis ve ulusal muhafızlarla dolu. Biraz uzağına park edip yürümeye başlıyoruz. Birkaç sokak sonra elli altmış kişilik bir gruba rastlıyoruz. Ellerinde pankartlar, slogan atarak yürüyorlar. Katılıyoruz. En önde ne yaptığını biliyor görünen iki genç adam var. Hızlı hızlı yürüyoruz. Ama belediye binasına doğru değil, birkaç sokak etrafından, yanından, biraz yakınından, biraz uzağından, bir çeşit görünmez daire çizerek. Grup gittikçe büyüyor. Önce sadece kaldırımdayız. Sonra yavaş yavaş yola yayılıyoruz. Sayımız arttıkça daha çok yayılıyoruz. Saatler geçiyor, hâlâ sokaklarda hızlı hızlı yürümekte ve slogan atmaktayız. Herkesin hiç konuşmadan, tartışmadan hissettiği bir birliktelik hissiyle, birbirimize güvenerek, dayanarak. Artık o kadar kalabalığız ki, yolun tamamını alıyoruz. Işıklar yeşil, ışıklar kırmızı; ama biz hiç durmuyoruz. Otomobiller sabırla bekliyor, çoğu camlarını açıp bizleri destekleyen şeyler söylüyor, kornalarına basıyor. Gittikçe büyüyen, çok hücreli tek bir canlıyız. Etrafta hiç polis yokken dev gibi bir polis otosu aramıza giriyor, bizleri tahrik etmeye çalışıyor. Birkaç kişi yaklaşıp bir şeyler söylüyor. Birden polis gaza basıyor, protestoculardan birine çarpıp eziyor. Adamın üstündesin, öldüreceksin diye bağırıyorum. Geri vitese alıp geriliyor. Eşim ve diğerleri önden koşarak otomobile saldırıyorlar, biri elindeki zincirle arka camı patlatıyor, birileri plastik su şişeleri atıyor. Ben de otomobile doğru koşuyorum. Elimden gelse suratını parçalayacağım. O kadar kızgınım. Ezilen çocuk şaşkın, adrenalinden olmalı, hacı yatmaz gibi hemen ayağa fırlıyor. “Gel buraya” diyorum, oturtuyorum. Ayakkabısını çıkarıp ezilen ayağına bakıyoruz. Bir tane gönüllü sağlıkçı vardı; onu buluyoruz. Ayak kırık büyük ihtimal, birkaç çürük çizik ama başka bir şey yok. Arkadaşları çocuğu götürüyorlar.

GEZİ’NİN MİRASI: GAZA KARŞI DİRENÇ GELİŞTİRDİM

Ben Gezi Parkı protestolarına katıldım. Günlerce gaz yedim. Gaza karşı dirençli olduğumu öğrendim. Korkularıma karşı dirençli olduğumu öğrendim. Daha önce kendim için umarım ben böyleyimdir diye ümit ettiğim ne varsa, hepsini inatla, neredeyse sistematik olarak gerçekleştirdim. Gezi benim direniş gururum. Gezi’de mert insan olmayı öğrendim. Özel biri değilim. Hatta oldukça sıradanım. Sıradan insanın da köşeye sıkıştırılırsa insanlık gururu adına ayaklanabileceğini öğrendim. Pazar günü Gezi ruhuyla sokakları arşınlarken, olduk olmadık şeylere gözlerim doldu.

DAHA YOLUN BAŞINDAYIZ

Saat 16.30 sıralarında, sokaklarda hortum gibi döne döne sonunda polis ve muhafızlardan yüzlerce kat daha kalabalık bir sayıya ulaşınca son hamleyi yapıyoruz. Bazı sokaklarda yüzlerce polis otomobili park etmiş, sirenleri yana yana bizimle kafa kafaya toslaşmayı bekliyor. Ama grubun önderleri kurnaz, grup öyle bir dev yılan gibi ilerliyor ki, çatışmaya girmeden koskoca şehrin bütün yollarını bloke etmek imkânı yok. Herkesin elinde telefonlar, bir yandan da televizyon ve radyo kanalları hareketimizi izliyor. Evet, Amerikan polisinin kaydedilirken bile bir adamın gırtlağına diz basıp öldürdüğü doğru. Ama binlercemizi öldüremez. Parkın hemen önündeki yoldayız, yaya polisler parktan çekilmiş, arkamızdan sirenler yaklaşıyor, ama yolda o kadar çok sivil otomobil var ve onlar da işi o kadar ağırdan alıyorlar ki, polis otoları yetişemiyor. Protestocuların bazıları ürkek; hissediyorum. Ağızlarımız maskelerle kapalı, ama gözleri her şeyi söylüyor. Çoğu gencecik Güney Amerika asıllı kızlar, oğlanlar. Translar en gür sesleriyle sloganları idare ediyorlar. Sonunda parka akın ediyoruz. Durdurmaları mümkün değil. Oradan belediye binasının önüne geliyoruz. Belediye binasının merdivenleri polis ve muhafız dolu. Bir genç çocuk var, zinciriyle polis otosunun camını patlatan. Kavga için o kadar çok kaşınıyor ki, hiç durmadan polislere laf atıyor. Yanına gidiyorum; çok kadın var, çok genç, yaşı çok küçük çok insan var. Herkes birbirine güveniyor, sana güveniyoruz. Heriflerin silahları gerçek mermiyle yüklü, saldırırlarsa çok insanın canı yanar. Hem daha işin başındayız, buraya her gün gelmeliyiz diyorum. Dinliyor, aklına yatmış gibi. Sonra aramızda polislerin kılıklarıyla korkaklıklarıyla dalga geçip gülüşüyoruz biraz. Sakinleşiyor. Grubun önderlerinden birkaç konuşma dinliyoruz. Lütfen yağma yapanları durdurun, dükkânlara zarar vermeyin, ve maskelerinizi takın ki korona kapmayın; çünkü hepinize ihtiyacımız var, diyorlar. Şu son senelerde polis tarafından öldürülen onlarca insanın isimlerini tek tek slogan halinde söylüyoruz, beş dakika sessiz duruyoruz. Daha işin başında olduğumuzun farkında, ama basının inatla yağma olaylarını öne çıkartmasına, orta sınıf beyaz halkın korkup desteğini çekmesine, hükümetin hikâyenin yolunu değiştirip hepimizi marjinalleştirmesine nasıl engel olacağımızın endişeli düşünceleriyle, evlerimize gitmek üzere dağılıyoruz.