Niksar Kalesi’nde, çocukluğumuzda gidip hayretle baktığımız, bir ağlayan kaya vardı. Kaya değil de, kale duvarından kopmuş kocaman bir parçaydı. Yazın kavurucu sıcaklarında bile nasıl olup da için için su sızdırdığına akıl sır erdiremezdik.

O kaya hala ağlıyor mu, ilk fırsatta gidip kontrol edeceğim.

Bizim memlekette ağlayan kayalar çoktur. Tunceli’de, Gebze’de, Şile’de, Denizli’de, Manisa’da… Kim bilir daha nerelerde. Çoğunun da bir hikâyesi vardır.

Misal, Manisa’nın ağlayan kayası; eski çağlarda oralarda yaşayan 12 çocuklu Nioble adında bir annenin, sürekli böbürlenerek sadece iki çocuğu olan Tanrıça Leto’yu bile küçümseyip arkasından konuşması sonucu tanrıçanın gazabına uğraması, 12 çocuğunun da tanrıçanın iki oğlu tarafından katledilmesine dayanamayıp oracıkta taş kesmesiyle oluşmuştur!*

Yalnızca kayalar değil, ulu çınarlar da ağlar bu memlekette. Bursa’nın Gölyazı Köyü’nde, hoş orası da mahalle oldu ya, hikâyesi epey acıklı bir Ağlayan Çınar vardır. Rivayet edilir ki, köyün birbirine sevdalı gençleri Mehmet ve Eleni, Kurtuluş Savaşı yıllarında Rumlar gitmek zorunda kalınca ayrı düşmüşler. Sevdiğini aramaya çıkan Mehmet’i Eleni’nin ağabeyi bıçaklayıp öldürmüş. Ulu çınarın altında Mehmet’in cesedini gören Eleni de oracıkta canına kıymış. İşte o günden beri çınarın gövdesinden sevenlerin kanı damlarmış.**

O ağzı dili yok kayaların ve ağaçların yıllardır ağlayıp durmalarını anlıyorum da, seçimin üzerinden 10 gün geçmesine rağmen hâlâ ağlayıp duranları anlayamıyorum!

Dikkat edin; “ağlayıp duran” diyorum ve kastettiğim sadece ağlamaları değil, ağlamaları ve durmaları!

Siyaset profesyonelleri ne oldu, neden oldu, nasıl olduyu anlamak için sandık sandık rakamları dökmeye, istatistikten yardım alıp yol yordam bulmaya çalışadursun, kendileri için hiçbir şey istemeden her şeylerini vererek çalışanların artık ağlamayı bırakmaları, bu kadar durmak yeter deyip “yapmaya” başlamaları gerek. Önümüzdeki maçlar için!
Biliyorum, seçim gecesi en umut bağladıkları insanın görünmez olmasının yarattığı travma büyük. Liderlik asıl kriz anlarında ve kriz yönetimiyle kendini gösterir ve gerekçesi ne olursa olsun bütün gözler sizi ararken görünmez olmak büyük bir liderlik zaafıydı.

Durup lider aramak, “ikinci Atatürk” hayali kurmak, bütün sorunu liderde görüp lider değiştirince her şeyin değişeceğini sanmaksa bir başka zaaf.

Her şeyi seçime indirgemek ve toplumsal değişmeyi yalnızca seçimden seçime çalışarak gerçekleştireceğimizi düşünmek ise en büyük zaaf.

Bu köşede birkaç kez, toplumsallaşabilmek ve büyümek için solun “ş kapısı”ndan geçmesi gerektiğini, “18’inci fil” olması gerektiğini yazdım.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Türkçeye özgü bir sözcük üretme yöntemi olan “Ş kapısı”ndan söz ederken, bu kapıdan geçilerek üretilen sözcüklerin eşitlikçiliğini vurgular. Misal, hegemonik ve tek taraflı bir eylem olan “öpmek” ş kapısından geçip “öpüşmek” olduğunda, bir tarafın yaptığı değil iki tarafın birlikte yaptığı bir eyleme dönüşür.

Sol siyasetin “ş kapısı”ndan geçmesi; işçi ve emekçileri, yoksulları, hadi seçmenleri de katalım, sadece seçim zamanları “görmek”le kalmayıp, onlarla sürekli “görüşmek” demektir.

“18’inci fil” olmak, hikâyeyi bilmeyenler eski yazılardan çıkarıp okuyabilir, “sorun çözmek” demek. İnsanlar sorun çözen ve başarı hikâyesi olanları izler, onlara dikkat kesilirler. Her sol siyasi öznenin kendisine siyasi çalışma yaptığı alanda hangi sorunları saptayıp, hangilerini çözdüğünü sorması gerekir. Buna verecek net ve çok yanıtınız olduğunda artık ağlamazsınız!

İşte önümüzde yerel seçimler var; belediyeler –sorun çözmeyi temel siyaset yapma tarzı olarak benimseyenler için- olağanüstü fırsatlar sunar.

Anadolu’nun yerinden kımıldayamayan kayaları ve çınarları gibi “ağlayıp durmayı” bırakmak ve bir an önce bir yerden başlayıp yapmak gerek!

*http://cbuturkceciler.blogspot.com/2018/01/aglayan-kaya-efsanesi-ece-demir.html

**Ahter Kutadgu & Bülent Demirdurak, Burası ANADOLU Kıymetini Bilelim, İstanbul: GİTa, sf. 161