Dört yıldır “Kötü Adam Trump” hakkında epey yazdım. Trump oldukça Hitler’e ihtiyaç duyulmayacaktı. En vahimi dünyanın dört bir yanında onu rol modeli alan eski-yeni Trumpçıklar kostaklanacaktı. Ayrıca Trump İngiliz argosunda osurmak demekti. Zart-zurt’u anlaşılabilirdi yani. Yellendikçe yalan söyleyen bir organizmaydı. ABD niyetlerini diplomatik veya dolaylı dille değil camışın göle bıraktığı gibi pattadanak söylüyordu, hepsi buydu. (Böylece yıllardır dediklerimizin bir kısmını bir de onun ağzından duymuş oluyorduk!) Nitekim seçimlere giderken Trump da konuyu hemen dış güçlere bağlamış, Rusya ve Çin’in seçimlere müdahale ettiğinden söz etmiş, kilise önüne gitmiş ve eline İncil almıştı.

Ve... İşte bu Trump bizde pek yadırganmamıştı, yoksa çok mu aşinaydık? Trump ise son bir kez düşeş atabilirim sandı ama Tek değil Hepyek Adam olarak tarihe geçti. Başkanlığının bittiğinin resmen ilan edileceği gün yüz binlerce taraftarıyla Amerikan Kongre binasının önünde miting yaptı. TRT’deki Diriliş dizisini seyrederken başlarına tencere takıp ellerine tahta kılıç alanların benzerleri, “God God” nidalarıyla kongre binasına saldırdılar, sonrasını biliyorsunuz.

Sonrasını biliyoruz ama “daha da sonrasını” bilebiliyor muyuz? ABD’de otoriter/faşist biri gitti de “demokrasi” kurtuldu mu? Trump (şimdilik?) sahneden indirildi ama Trumpist faşist kitle hareketi ayaktayken neler olacak?

Counterpunch adlı bir web sitesinde Lehigh Üniversitesi Siyaset Bilimi Doçenti olan Anthony Dimaggio’nun bu sorulara cevap veren iki yazısını okudum. Dimaggio “Washington’da Darbe: Neden Herkes Trump’ın Faşist Politikasına Şaşırıyor ki?” başlıklı ilk yazısında ABD’li gazetecilerin, sağcılara hedefi olmamak uğruna Trump’a faşist demekten kaçındıklarını söylüyor. Trump’ı destekleyenlerin üçte ikisinin bu nitelikleri zaten taşıdığını vurguluyor. Trump’un faşist uygulamalarını tek tek sıralıyor. Hatta son zamanlarda Adalet Bakanlığı’nın Obama da dâhil olmak üzere üst düzey Demokratların tutuklanmasını ve yargılanmasını talep ettiğini hatırlatıyor. (Bu taleplere de aşina mıyız?) Joe Biden’ın kendi yönetimine karşı darbe yapmaya çalıştığını da iddia ediyor. (ABD hakkında yazıyorum, yine “kimse üzerine alınmasın” demek zorunda mıyım?)

Dimaggio’nun ikinci yazısının başlığı “Gaz Lambası Tarzıyla Faşizm: Trump’ın Darbesi ve Ayaklanma Stratejisinin Kitle Tabanı”. “Gaz Lambası” derken, Türkiye’de “Işıklar Sönerken” adıyla gösterime giren ve başrollerinde Ingrid Bergman’ın da oynadığı 1944 yapımı Amerikan psikolojik gerilim filmine gönderme yapılıyor. Peki Gaslighting /Gaz Lambası tekniği nedir? Karşıdaki insana çeşitli oyunlar oynayarak zamanla kendisinden şüphe etmesini sağlamasına yönelik bir psikolojik işkence/manipülasyon yöntemidir. Bu işleme maruz kalan kurbanlar sık sık kendilerini özür dilerken bulabilmektedirler. (Yoksa bu tür maniple yöntemlerinin ana muhalefetimize layıkıyla uygulandığını da mı söylemek istiyorum?) Dimaggio’ya göre Trump da faşist gaz lambası örneğini sergilemiş, kendisini olup bitenlerin dışında göstererek, destekçilerinin darbe girişimini de desteklemiştir. Zaten “seçimlerde hile yapıldı” demeden önce de, ne diyorsa tersini yapmış, ne yapıyorsa tersini söylemiştir. Clinton, Bush ve Obama dönemlerindeki ince ayarlı ırkçılık Trump koşullarında artık tamamen açığa çıkmış ve liderlerin seçim yoluyla iş başına gelebileceği fikri artık temellerinden sarsılmıştır. Çünkü yine ve yeniden “Çünkü çaldılar” denilebilecektir. Yine Dimaggio’ya göre Trump gitti diye Trumpçılar “yücelik” söylemiyle sahne almaktan ve demokrasiden nefret etmekten vazgeçmeyecektir, çünkü bu siyasetler yıllar boyunca gerici sağcıların nefret ideolojileri ve siyasi söylemleriyle körüklenmiştir. Ve şimdi cin şişeden çıkmıştır. Dört yıl sonraki seçimlerde Trump’ın faşist gaz lambasının fitilini tutuşturacak başka biri yine sahne alabilecektir.

Kısacası, orada olup bitenlerin Hitler’in birahane baskınını akla getirmesi boşuna değildir.

Aşina olduğumuz “Çünkü çaldılar” propagandası orada da sürdürülmüş ve nüfusun neredeyse yarısını oluşturan kendi kitlesini coşturmuş ve pekiştirmiştir. Trump başkanlık makamına kendisini kayyum olarak atamaya girişmiş, becerememiştir; ama Amerika’da seçilmiş başkan yerine kayyum peşinde olan yeni ve güçlü kitlesel bir faşist hareket de gelişmektedir.

Kayyumlar kötüdür. Boğaziçili gençlerimiz de kabul etmiyor ve “yuh yuh” derken küresel faşizme de karşı çıkmış olmuyor mu?