Jacky Fleming, Kadınların Nesi Var adlı eserinde abartıya dayalı mizahın çok hoş bir örneğini vermiş. Binlerce yıllık haksız uygulamaları destekleyen, kadınlara dair yanlışlığı su götürmez yargıları gözümüze sokmuş. Kökleşmiş çarpıklıkları komikleştirerek görmemizi sağlamış. Sokaktaki insana ilişmeden, medeniyetin, anlı şanlı temsilcilerinin görüşlerini teşhir etmiş.

Ah bu kadınlar

TOPRAK IŞIK

İyi ve kötü yanlarıyla binlerce yıllık bir mirasın kucağında yaşıyoruz. Biz uygarlığı, geçmişten bugüne var etmiş ve bugünden yarına dönüştürmeyi sürdürürken uygarlık da sınırlı yaşam süremiz içinde bizi şekillendiriyor. Bunu yaparken de yine kendi eserlerimizi kullanıyor. Sanat gibi, bilim gibi, felsefe gibi… Durağan olmayan, canlı bir birliktelik içindeyiz. Bu çift yönlü ilişkiyi konumlandığımız yere göre çok farklı yorumlayabiliriz. Ve tuhaf olan şu ki, ne durduğumuz yeri belirlemede alabildiğine özgür bir iradeye sahibiz, ne de gördüklerimizi yorumlamada… Doğru yerde konumlanıp doğru olanı görmek için yardıma ihtiyacımız var.


Sanatın bir işlevi de bize sıradan bakışın fark edemeyeceklerini göstermesi. Çoğu zaman, gerçeği azıcık değiştirip önümüze koyarak yapıyor bunu. Mizah zaten varlığını, bir şeyin özünü ortaya çıkarırken, gerçek çizgilerden bambaşka bir üslup kullanma becerisine borçlu. İyi mizah, olanı olduğu gibi sunmaz ama olmayanı da varmış gibi göstermez. Çizdiği tablo gerçeğinden abartısı ile farklıdır. Biraz büyük olan burnu iki okka çizince sahibini şıp diye tanırız.

Jacky Fleming, Kadınların Nesi Var adlı eserinde abartıya dayalı mizahın çok hoş bir örneğini vermiş. Binlerce yıllık haksız uygulamaları destekleyen, kadınlara dair yanlışlığı su götürmez yargıları gözümüze sokmuş. Kökleşmiş çarpıklıkları komikleştirerek görmemizi sağlamış. Sokaktaki insana ilişmeden, medeniyetin, anlı şanlı temsilcilerinin görüşlerini teşhir etmiş. Diğerlerini temize çıkarmak amacıyla değil, kitabın kapsamını netleştirmek için belirtmekte yarar var: Yanlışları besleyen ataerkil kültürün temsilcileri olarak görüşlerine yer verilen düşünür, sanatçı ve bilim insanlarının neredeyse tamamı Batılı.

Kitabı gülmeden okuyabilmek için özel çaba gerekli. Eskiden hiç kadın olmadığını öğrenmek sizi sadece şaşırtmayacak, aynı zamanda gülümsetecektir: “Bu yüzden tarih derslerinde kadınlara rastlamazsınız. Erkekler elbette vardı ve büyük bir kısmı da dâhiydi.”

Kitap böyle başlıyor ve ardından çoğunluğu dâhi olan o erkeklerin kadınlar hakkında birbirinden dâhiyane görüşlerini paylaşıyor. Bunları okurken şunu fark ediyorsunuz: Medeniyetimiz bazı konularda kadınları azıcık mağdur etmiş olabilir ama onların toplumdaki ayrıcalıklı yerini oluşturabilmek ve koruyabilmek için kafa yormaktan hiç erinmemiş.

Flemming’in keskin dilindeki öfke de kolayca fark ediliyor. Görüşlerini ele almak için seçtiği dâhilerden biri Jean-Jacques Rousseau… Sahneye davet ederken, Aydınlanma Çağı’nın yorulmaz dâhisi ve hevesli teşhircisi diye anons ediyor onu Flemming. Ve Rousseau şöyle diyor: “Kızlar erken yaşlardan itibaren engellenmeli ve bastırılmalıdır ki, erkekleri memnun etmek konusundaki tabii vazifeleri, tabii olarak yerleşsin.” Tabii vazifenin tabii bir şekilde yerleşmesi için tabii olmayan engellemenin gerekliliği okurun takdirine kalmış.

İngiliz yazar, şair ve eleştirmen John Ruskin yiğidi öldürürken hakkını teslim ediyor. Bir kadın dehasından bahsediyor ama bu dehanın yaratıcılığa ve mucitliğe uygun olmadığını da duyuruyor. Peki neye uygun? Erkekleri övüp yüceltmeye elbette…

Fleming sanat dünyasını temsilen kitabına Picasso’yu konuk etmiş. Bu büyük sanatçıya göre kadınlar dert çekmek için yaratılmışlar. Yani onların sıkıntılarına bakıp düzende bir yanlışlık olduğunu düşünmek saçmadır.

Aşkın Metafiziği’nin yazarı Schopenhauer, kadınların sanatta veya başka bir alanda önemli ve özgün bir başarıya ulaşmaktan aciz olduklarını kanıtladığını ilan ediyor. Çünkü dâhi saçından yoksunlarmış. Böyle bir iddia mizahçıların eline düşerse bin yıl sonra bile köpürtülür elbette. Fleming o kadar beklemeden sıcağı sıcağına yapmış bunu. Eşsiz saptamayı, Schopenhauer’ın kendi saçının yanı sıra Beethoven ve Einstein’ınkilerle de desteklemiş. Hatta Darwin’in evrimsel açıdan önemli bulduğu sakalı da buna eklemiş; tanıdık dâhilerin sakallarıyla zenginleştirmiş örnekleri. O saçlardan ve o sakallardan mahrum bir kadının dehalığa soyunmasının arkasındaki cüreti kavrayabilmek çok güç. Belki de bu cüret değil, kadınların pek çok değerli meziyetin yanı sıra kendi durumlarını görme becerisinden de yoksun olmalarının sonucudur.

Schopenhauer, hiç ihtiyaç yokken görüşüne bir kanıt daha sunmuş: “Deha için gereken bütünsel nesnellik yalnızca erkeklerde mevcuttur ve yalnızca görünüşüne bakarak bile, bir kadının aklı veya fiziğiyle pek de iş görmeye uygun olmadığını anlamak mümkündür.”

Erkeklerin kadın konusundaki görüşlerine değinip de Freud’tan bahsetmemek olmaz. Kadınların erkeklere özenmelerinin kanıtını, ‘penis kıskançlığı’nı fark eden büyük insan… Kadınlar konusunda iyi niyetinden sual olunmayacak tek bir bilim insanı varsa o da Freud’tur. Kötü niyetli olsaydı bir kadının kız çocukluğundan kurtulup gerçek bir kadın olmak için mutlak erkek desteğiyle nasıl bir orgazm yaşaması gerektiğini öğretir miydi onlara?

Okumanın göğüslerde sarkmaya neden olması, okuyan kadınların çocuklarının bir köşede büzüşüp kalması ve erkeklerin dünyasına çiçek olarak gönderilmiş kadınlar hakkındaki daha nice dâhiyane görüşün her biri sayfalar arasında çiçek gibi duruyor. Koparıp soldurmadan buraya taşımak olanaksız. Yine de tartışmaya cesaret edecek bir kadın hakları savunucusu varsa onun için Darwin’in koyduğu son noktaya yer verilebilir:

“Tanınmış, saygın adamların bir listesini yapıp tanınmış, saygın kadınların listesiyle yan yana koyarsak, erkeklerin her konuda üstün olduğu açıkça çıkar ortaya.”

Buna da “Of ki, ne of!” dedikten sonra şakaları bir kenara bırakmalı ve geçmişten devraldığımız sorunun büyüklüğünü kabul etmeli. Bilime, sanata, felsefeye paha biçilmez katkıları olan büyük erkek beyinlerinin bile kadınlar konusundaki gelişmişlik seviyesi bu mudur? Belki de anlı şanlı deha oldukları için bu acayip düşünceleri üretmişlerdir. Kadınlar toplumun yarısını oluşturuyorlar. Onların mağduriyetleri üzerine bir düzen kurmak ancak çarpık teoriler ile mümkün olabilirdi. Bu zor görevi yerine getirmek elbette ki dehalara düşer ama öyle görünüyor ki onlar bile bunun altından kalkamamışlar.

Mızrak çuvala sığmıyor. Böyle gelmiş böyle gitmez diyenlerin sayısı çok. Jack Flemming de, yazdığı bu güzel eserle erkek egemen dünyaya meydan okumuş: “Bütün dehalarınızı alın gelin. Siz hepiniz ben tek.” Kitabı okuduğunuzda bu meydan okumanın altında kalmadığını görecek, o anlı şanlı ‘adamlar’ adına utanacaksınız.

Kadın hakları savunucularının işi kolay değil ama güçlü bir silaha sahipler: Haklılık… İnsan bu kadar haklı iken kimsenin desteğini almadan da gözünü karartıp mücadeleye girebilir. Yine de Anadolu’dan, sekiz yüz yıl önce kız çocuklarını okutun diyen Hacı Bektaşi Veli’nin, yüzümüzü ağartan sesini gönderebiliriz Flemming’e:

“Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yok
Noksanlıkla eksiklik senin görüşlerinde”