Kulüp isimli dizinin tarihi gerçekliğe dayanan iç burkan çatışmasının dışında onu enerjik tutan şey, aile meselesiyle ilgili hikâyesi olması ve her bir kahramanının kendisini ötekileşmiş birer birey olarak hissetmesi

Ah Kulüp’teki o sahne yok mu!

Kulüp dizisi, güçlü hikâye anlatısı ve derin karakter yaratımıyla özel bir yapım. İstanbul, Galata ve Beyoğlu civarlarında geçen Türkiye Yahudileri başta olmak üzere, birçok azınlığın, köyden şehre göçenlerin, İstanbulluların eşliğinde kurmaca hikâyesiyle, çok kültürlü İstanbul sunan bir dönem dizisi. Galata’daki azınlıkların yaşantısını ve 50’lerin politik atmosferini doğru yansıttığını da söyleyebiliriz. Türkiye Yahudileri’nin bu ülke topraklarında yaşamak zorunda bırakıldıkları acı gerçekler hafta boyunca konuşuldu. Ve ne sevindirici ki bu konuda esas konuşması gerekenler konuştu. BBC Türkçe’den Efe Öç’ün hazırladığı “Netflix’in Kulüp dizisi için Türkiye Yahudileri ne diyor?” ve ardından Burak Abatay ile Günce Akpamuk’un doküman incelemesi yaparak hazırladığı “Varlık Vergisi nedir, kimler etkilendi, neden tartışılıyor?” başlıklı makale, dizinin ardından okunması gereken güncel çalışmalardan.

Büyüdüğüm semt Gayrettepe’de komşularımın hepsi Türkiye Yahudileri ve onlar şu an sadece bu diziyi konuşuyorlar. Dizi sonrası birlikte yaptığımız sohbetlerde, duygularını “inanılmaz” olarak tarif ettiler. Kendilerini ilk kez bu denli gerçekçi karakterlerle bir yapımda görmüş olmalarından dolayı duydukları şaşkınlığı ifade ederek ne kadar mutlu olduklarını söyleyip durdular. En sevdikleri sahneyi sorduğumda ise komşum Rozi Hanım’ın, “Ah Kulüp’teki o sahne!” diyerek, Matilda’nın kızı Raşel’i kendi çocukluğunun geçtiği apartmanın önüne götürdüğü ve kendi geçmiş güzel günlerini anlattığı sahneden bahsetmesini asla unutamayacağım.

ÇOCUKLAR VE AİLELERİ

Kulüp dizisinin hikâyesinin bu denli iyi işler olmasının sebeplerinden biri herkesin bir çatışma ve etkileşim içinde bulunması. En figüran karakterinden en ana karakterine kadar herkes, hikâyede manalı bir yer edinmiş durumda. İlk paragrafta bahsettiğim, dizinin politik haritasını çıkaran ve tarihi gerçekliğe dayanan iç burkan çatışmasının dışında akışı enerjik tutan şey ise aile meselesiyle ilgili hikâyesi ve de bu hikâyelerin her bir kahramanının hem aile hem toplum içerisinde ötekileşmiş birey olarak hissetmeleri. Baktığımızda, Matilda’nın, kızı Raşel ile, Selim’in, babası ile, Orhan’ın, annesi ile İsmet’in, babası ile bitmeyen dinamik, duygusal, gerilimli çatışma içerisinde olduklarını görüyoruz. Ayrıca tüm bu karakterler de birbirleriyle farklı ilişkiler içindeler. Elbette bu denli çok karakterin olduğu bir dizide hikâyenin odak noktasını kaçırdığı anlar da yok değil. Ancak ilk sezon finali biraz bilinmezlikte dondurulduğu için, hikâyedeki bu noksanların devam edip etmeyeceğini görmek için son dört bölümü beklemeyi daha doğru buluyorum.

ah-kulup-teki-o-sahne-yok-mu-943524-1.

KATMANLI KARAKTERLER

Lakin oyuncu zafiyetinden kaynakladığı belli olan bazı noksanlarına şimdilik değinebilirim. İsmet’in Raşel ve diğer herkesle ilişkisi, özellikle İsmet karakterini canlandıran Barış Arduç sebebiyle biraz zayıf ve anlaşılmaz boyutta ilerliyor. Bunun sebebi kameranın, karakterin duygu ve düşüncelerini her yakalamak için ona yaklaştığında, Arduç’un seyirciye bir şey geçirememesiydi. Her ne kadar Ayhan Işık’ı hatırlatan Fıstık İsmet, dizinin melodram aracı olsa da, Barış Arduç, kadrodaki diğer oyuncular gibi o dünyaya girememişti. Bunun aksine, mesela Orhan’ın annesine elektroşok uygulandığı sahnede, Metin Akdülger’in yakın çekimde gösterdiği performans ise filmin en etkileyici oyunculuklarındandı. Metin Akdülger sadece bu sahne ile bile ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu kanıtlamıştır bana göre. Katmanlı Çelebi karakteri ile kendini baştan yaratan büyük oyuncu, hikâyenin Claude Frollo’su Fırat Tanış, omuzlarında onca yükü taşıyan, iç dünyasını bizlere geçirebilen, donuk gözleriyle konuşabilen Gökçe Bahadır mükemmellerdi.

GÜÇLER BİRLİĞİ

Hikâyede, 1950’lerin gece hayatında alaturka-alafranga dünyalarını birleştiren, bizlere asla unutulmayacak Salim Songür karakterini hediye eden Salih Bademci oldu. Aslında o farkında olmadan herkese çok önemli bir şeyi de kanıtlamış oldu; doğru yönetmen, iyi yazılmış diyalog, iyi yaratılmış karakter ile oyuncularımızın ne denli harikalar yaratabileceğinin ipucunu vermiş oldu. Dönem işlerinde gerçeklik hissini kurabilmek çök önemlidir. Sanat yönetmeni Murat Güney başta olmak üzere tüm sanat departmanlarını ve ekiplerini tebrik etmek gerek. Elbette son kertede, bütünün ortaya çıkması için gereken şey mizansen yaratımı. Sahnelerin mizansenleri o kadar matematiksel, işlevsel, anlamsal ve stil sahibi yaratılmıştı ki, yönetmenlerin hakkını da teslim etmek gerekir.