Vaka başka şeydir, hasta bambaşka lafını duyduktan sonra sarsılan, Sağlık Bakanı’nın üst üste gelen ve birbiriyle çelişen açıklamalarına şaşıran bir kitle var, az buz da değil ha! Lakin oluşturulduğu sanılan suni güven ortamı da artık sallanıyor resmen.

Ah! O koca koca atlar!

ALPER TURGUT

Eskiden, çok ama çok eskiden, hani yaklaşık 4 bin 300 yıl kadar, yani upuzun bir zaman önce, pek meşhur Büyük Sargon, dünyanın bilinen en kadim uygarlığı olan Sümerleri, şöyle bir tarih sahnesinden alalım der ve Akad İmparatorluğu’nu kurar. Peki, Sargon’a niye ünlü dedim, eee tarihin ilk imparatoru olmuş eleman, hatta en alttan tırnaklarıyla kazıya kazıya gelerek, azim, akıl ve beceriyle yükselmiş, kendi kralını devirmiş, gündelik hayata dair ne varsa yenilemiş, eski sistemi ters yüz etmiş, böyle de bir ezber bozan ve tarih yazan. Hah! Gelelim mevzuya, cevval kişilik Sargon (aslında Musa peygambere benzer öyküsü, neyse çaktırmayalım) abimizin torunu olan Naram-Sin, önce bir senede dokuz savaşa dalarak ve hepsini kazanarak, Akadları en geniş coğrafyasına kavuşturmuş, sonra da sanırım can sıkıntısından, dört bir bucağın kralı olayım ben demiş, her yerin lideri olduğunu ilan etmiş, yetmemiş, tüm evrenin kendisine ait olduğunu öne sürmüş.

Evet, Naram-Sin’in (Hımmm Zülkarneyn gibi duruyor, aman bize ne?) durmaya hiç niyeti yoktu, düşündü, taşındı ve ölümsüz olduğuna karar verdi. Ve tarihin ilk tanrı kralı olmayı başardı. Daha önce tanrının çocuğu olduğunu iddia edenler vardı, lakin direkt tanrılığa oynamak, ona nasip oldu. Şeyh uçmaz, mürit uçurur derler ya, Akad halkı da az değildi hani, resmen gazladılar onu, başkentin koruyucu tanrılığına ulaştırdılar. Hava atacak tabii, gider hayli kıdemli ve yüksek yetkili baş tanrı Enlil’in tapınağını harbiden yıktırıp güzelce yağmalatır. Sonra mı? Olaylar, olaylar, olaylar. Akad Laneti çıkar ortaya, bilindik belki, ancak tanrıların gazabı vardır. İsyancılar yetmez, barbarları da salarlar tutunmaya çalışan ve hala taze sayılan medeniyetin üstüne, öfkeli ve kindar kutsallar onay vermiştir artık. Akad, sonsuza dek harabe halinde kalacaktır. Tanrıları yüz üstü bırakanlar, belasını bulacak, hastalık ve yoksullukla karşılaşacak ve elbette toplumdan kopacaktır.

Turgut Uyar; “Eylül toparlandı gitti işte, Ekim filanda gider bu gidişle. Tarihe gömülen koca koca atlar, tarihe gömülür o kadar” demiş, kuşkusuz kaçınılmaz, eyvallah! Derdimiz mi ne? “Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun”, böyle söylemiş ya büyük şair, mutsuzluk, umutsuzluk doğruyor işte, ta ezelden beridir. Neden öldük değil zaten mesele, nasıl yaşadık, önemli olan bu. Gidişat besbelli diye, kimse çare de aramıyor ha, zihniyet desen asla değişmiyor, insan, kaderine razı olacak, kendini illa korumaya alacak, çözemediğinden korkacak, bilemeyince saçmalayacak. Vah!

İstanbul, salgından etkilenmiyor artık, güzel şeyler de oluyor diye ahkâm kesiyordu ahali, insanlar tatile çıkmış ve kent kısmen boşalmıştı oysa. Bunun şehre dönüşü var, yine virüs coşacak, hastalığa yakalananlar çoğalacak dedik, güzel düşün, güzel şeyler olsun diye söylendiler, bilmiş bilmiş. Bu sene tatil yapmasak ne olurdu ki, yok, daha çok tatil diye tepindiler, ömürlerine dair son dinlence ve eğlence imiş gibi. Düğüncüler ise bambaşka bir alem idi, kınadan vazgeçmem, kitlesel temaslardan da hatta bir doyduğumuz yerde, bir de doğduğumuz yerde düğün yapalım. Sefamız olsun! Şimdi Sağlık Bakanlığı uyarıyor, memleketin en büyük ilinde artış eğilimi var diye. Bak sennnn.

Şaka değil! Artık kime sorsam, ailesinde, sülalesinde veya arkadaşları arasında virüse yakalananlar, mutlaka var. Kendi yarattığımız çember giderek daralıyor, onca rahatlığımızın kıskacına alınıyoruz, göstere göstere, bile isteye. Tüh! Neden böyle oldu demeyeceksiniz umarım, çünkü bunun düşüncesi dahi, en ufak bir yol kat edemediğimizi gösterir. Bu kadar seviyor muydu harbiden, insan insanı, bunca çatışma ne demeyeydi o vakit? Güncellenmiş cehalet bu tastamam, tümden hümanist olmadınız yani, kendinizi aldatmayın ve kandırmayın, o mertebeler için hayli emek gerekecek, bu kesin.

Vaka başka şeydir, hasta bambaşka lafını duyduktan sonra sarsılan, Sağlık Bakanı’nın üst üste gelen ve birbiriyle çelişen açıklamalarına şaşıran bir kitle var, az buz da değil ha! Lakin oluşturulduğu sanılan suni güven ortamı da artık sallanıyor resmen. Tamam, vakayı da açıklayacağız, yok, yok açıklamayacağız, açıklarsak da muhatabına açıklarız. Aman ne açıklayacağız yahu demediklerine şükredin, oyalanıyoruz hiç değilse, zaman geçiyor, vakit öldürüyoruz. Şeffaflık diyorlar üstüne, şeffaflık. Tamam, dalga geçseler de konu gayet ciddi, kahkaha atmak olmaz.

Festivaller de bitti, bitecek. Yine bekleyeceğiz baharı. Ortada başarılmış bir şey de yok, yurdumda kültür tam fecaat. Hele sanatçı meselesi, acıklı bir öykü gibi. Bizler toplum olarak, ‘sanatçı’ payesini hadi uluorta dağıtıyoruz diyelim, kendilerine kolaylıkla ve rahatlıkla ‘sanatçı’ diyenler ve bununla böbürlenenlerle ne yapacağız? Dahi Yönetmen Andrey Tarkovski, “Sanatçının yaratıcı geleceğine gerçek anlamda sahip çıkabilmesinin biricik güvencesi, sonsuz bir samimiyet ve dürüstlük, buna ek olarak insanlar adına yüklendiği sorumluluk bilincidir” der. Şimdi yaratıcılığını yarınlara, büyük bir sorumluluk bilinciyle, dürüstlük ve samimiyetle taşıyacak ‘sanatçı’, böylesi ağır bir yükün altından şuursuzluk ve sonsuz aptallıkla kalkılabileceğini düşünenler mevcut, ah zavallı sanat!

Oysa bakıyorum, biri şiddete meylediyor, diğeri yaşlı dövüyor, öteki para için taklalar atıyor, beriki hani bana hani bana diyor. Sonra pandemi, gerçekten sanatı sakatladı filan diye bik bik ediyorlar. Ortada sanat yoktu canım be, kısmen daha kolay dönüyordu çark, işler açıktı, o kadar. Kiminiz sansür varken sustunuz, kiminiz iktidarın gücünden fayda gelir diyerek, ona sığınmak için koşturdunuz. Sanatçıymış, hadi oradan! Ha! Meşhur Pasternak şöyle sesleniyordu: “Uyuma, sanatçı, uyuma. Kendini uykuya asla kaptırma. Ölümsüzlük kırbacı sen. Çağın tutsağı…” Bedel ödemeden, yok öyle sanat ve sanatçılık. Tarkovsi tam da bu yüzden her zaman kazanan seyirci olur, yitiren ve bir şeyleri kaçıran ise sanatçıdır diyor. Tarihten girdik, sağlığa uğrayıp, sanattan çıktık. Kafanız karıştıysa şayet, affola.