Devlet büyüklerimizin şu yurtdışı gezilerini yeniden gözden geçirmesi gerek bence. Aslında her önemli lider yapmalı bunu. Öyle olur olmaz yerlere gitmemeli. Disiplinsizliğin, laçkalığın, laubaliliğin kol gezdiği memleketler ciddi devlet adamlarına yakışan yerler değil.
Suudi Arabistan, Kuveyt, Sudan, Azerbaycan, Pakistan… Bu listeyi daha uzatmak mümkün… Ciddi memleketler buralar, disiplinli! Kimin, nerede, ne yapıp ne yapmayacağı belli… Oralara gidince, laçkalığın hâkim olduğu memleketlerdeki gibi sürprizlerle karşılaşmıyor insan.

Alın son ABD gezisini. Brookings Institution’ın önünde PKK’lısı, YPG’lisi, DHKP-C’lisi, ASALA’cısı, Parelel’cisi kol kola… Yıllardır esamesi okunmayan, kendisinden haber alınmayan ASALA bile… Varın anlayın!
Böylesine absürd bir koalisyon ortaya çıkınca, ve Amerika’nın her gördüğü siyah çocuğun üzerine çöken polisleri de öylece durup bunlara bir şey demeyince, mecburen siz müdahale etmek zorunda kalıyorsunuz.
Tabii, öyle laçka memleketlerde, adamların kötü şöhretli polisleri de oralardayken, ciddi disiplin araçlarıyla müdahale etmek olmuyor. İster istemez, yaratıcılığı devreye sokup, laçkalığa uygun alışılmadık müdahale yöntemleri geliştiriyorsunuz, spontane olarak: Aauuuoooo vuuohghh vauaaauogh… Gırtlağınızın tüm gücüyle bu sesleri çıkarıyorsunuz ki, hiçbir insan dili alfabesinde karşılığı yok!

Bir acayip görüntü oluşuyor, orada burada tiye alanlar çıkıyor.
Gerçi, bu tiye alanlar, ne yapsanız aynı kafada, ne yapsanız tiye alacaklar, ellerinden başka bir şey gelmiyor ya…
İşte, aynen Türkiye’deki seçim kampanyalarında olduğu gibi kamyonları, araçları giydirip, üzerlerinde Türkiye bayraklı “We Love Erdoğan” sloganlarıyla Washington sokaklarında dolaştırmayı bile tiye aldılar.
Cehalet işte. Oysa, Amerikalılar sever bu tür gösterileri. Bayrağı da çok severler. Kendi bayraklarını sürekli yakınlarında tutuyor, evlerinin önüne asıyor, don bile yapıp giyiyorlar. Rengârenk kampanyalara bayılıyorlar. Öyle ciddi gazeteleri falan okumuyorlar. O yüzden, oranın fıtratına uygun lobicilik yaptık; onlar da “we”nin Erdoğan’ı ne kadar “love”dığını o araçlardan görüp öğrendiler.
Amerikalılar katı kalıplaşmış davranışları olan insanlar değildir, esnektirler. Öğrenmeye açıktırlar. Bakın görün, bizim korumaların “auuuoooo vuuohghh vauaaauogh” sesleriyle protesto bastırma yöntemini de şıp diye kapacaklardır.
Bu da sokak ortasında siyah çocuk vuran ABD polisine bizden bir demokratik müdahale yöntemi hediyesi olur, kötü mü?
Bu kötü değil, ama insanın ciddi ve bilinen imajının çizilip bozulması kötü.
Şimdi, bizim ciddi, ağır, oturaklı, kodu mu oturtan bir imajımız vardı. “Ey!” diye ünledik mi, memleketin içinde ve dışında titretmediğimiz yoktu. İçerideki münafıklara “Ey!” diye seslenmekle başlayıp, çıtayı yükselte yükselte Avrupa Birliği’ne kadar çıkmıştık: “Ey Avrupa Birliği, bize akıl verme, kendine sakla!” falan diyorduk.
Çıtayı bu kadar yükseltmişken, ABD gibi bir memlekette, hiç de devlet adamları arası ilişkiye yakışmayan bir şekilde, topal ördek Obama’nın söyledikleri, bizi “Ey” seviyesinden aldı “Ah” seviyesine vurdu.
Ah Obama ah! Beş dakika baş başa görüşsek, memlekette “Görüşemez ya, görüşemez ya” diye zil takıp oynayanların ağzını torba gibi büzecektik. Beş değil, 50 dakika görüştük. Aramızda ne görüştüysek görüştük, yakıştı mı iki kişi arasındaki konuşmayı ortaya dökmek.

Yok, Türkiye’de rahatsız olduğun şeyler varmış da, yok basın özgürlüğüne, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye güçlü biçimde inanırmışsın da… Sanki biz inanmıyoruz!
“Ey Obama, bize akıl verme, bildiğini kendine sakla” derdik ama, büyüklük bizde kalsın. Öyle, bugün var yarın yok liderlerin seviyesine inmemek lazım.
Şu Almanların televizyonlarına, dergilerine de bakın! Güya Merkel’le aramız iyi. İşte mültecileri de alıp veriyoruz. Yine de, güvenmemek lazım. Bugün gelip yarın gitmeye hazır liderlerin memleketlerine hiç gitmemek lazım!
Auuuoooo vuuohghh vauaaauogh…