Ben iktidarı ve iktidar yarışlarını hiç sevmedim. Nedendir bilmem ama gerçekten hiç bir türünü sevemedim. Isınamadım. Kavramın kendisi bile, insanları “alt ve üst”, “yöneten ve yönetilenler” diye böldüğü için sevimli gelmiyor.

Dünyanın elitistleri iktidar avantajı ile mutlu, zengin, güvencede ve karnı tok yaşarken, dünyanın çoğunluk nüfusu, açlık, yoksulluk, mutsuzluk, endişe ve temel insan haklarından mahrum yaşadıkları içinde, iktidarları sevmem.

Aynı dava uğruna yola çıkanlar bile, toplumsal davalarını ve mağduriyet hikayelerini unutarak, kendi öz örgütlenmelerinde, iktidar hırsı ile nasıl bir kıyasına “kişi seçme” yarışına ve kongre siyasetlerine teslim olduklarını gördükçe, iktidarlardan nefret eder hale geldim.

İktidar, özlediğimiz adaleti, eşitliği, özgürlükleri, tok ve mutlu olma hakkımızı ve hayatımızdan çaldığı içinde karşıyım. İktidarlar daha çok tek adamların, din, para, yargı ve askeri gücü elinde toplamasıyla şekilleniyor. Davadaşlık ve fikirdaşlığın yerini yandaşlık ve menfaatçilik alıyor.

İktidar hastalığı, her alanda bulaşıcı bir hastalık halinde hayatımıza girmiş durumda. Evde, mahallede, siyasette, dinde, ekonomide, sanatta, edebiyatta, sendikada ve sivil toplum örgütlenmelerinde “tek adam” modelleri alınıyor.

Oysa kongreler, düşüncelerin tartışıldığı, söz, yetki ve karar alma süreçlerinde halkın aşağından yukarı doğrudan katılımı ilke edinmelidir. Demokrasiyi, siyaseti ve yönetmeyi toplumsallaştırarak, yerelleştirerek yaşama, hayata ve kurumlara yansıtmalıdır.

Maalesef bu olamıyor. Kişilere ve ekiplere dayalı iktidar yarışlar önemseniyor. Halkı ve hakları değil, iktidarın korunma hakkı önemseniyor.

Böyle olunca da, iktidar, güçlü olmak isteyenlerin, hükmetme yetkilerini elinde toplama hırsına dönüşüyor. İnsanı bozuyor. Dostlukları, yoldaşlıkları, arkadaşlıkları, aileyi ve aşkı bitiren hırsın ve zehirli ihtirasın adı oluyor.

Dava adına çıkılan toplumsal hikayede, tek adam üretiyor. İktidarı toplumlaştırmamak, söz, yetki ve kararı halka yaymamak ve paylaşmamak için, yoldaşına, davadaşına güvenemez hale geliyorlar.

Yol arkadaşları ona biat etmediği zaman “hain” ya da “ihanetçi” ilan eder. Biat eden gönüllü köleleri severler.

Yol arkadaşlarına karşı güvensizlik ve kıskançlık sonucu yalnızlaştıkça, bu kez “düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerek, eski “rakiplerini” ile ittifak kurarlar.

İktidar egoisttir. Bencildir. Kendisi gibi düşünmeyenlere tahammülsüzlüktür. Kaybetmemek için korku içinde korunan ve korkutan yine iktidardır.

İktidara sahip olmak ya da iktidarını korumak için her şeyi “mübah” sayar. İktidarın aklı önce kendisinin devamı ve güvenliği üzerine çalışır. Halk arasındaki deyim ile “nabza göre şerbet veren” aldatma repertuvarına ve kataloğuna sahiptir. “Köprüyü geçene kadar” dost ve düşman her kesimle yürüme ve oynama yeteneğine sahiptir.

Bir süratın arkasına gizleyebildiği, binbir maske takabilme yüzsüzlüğüne sahiptir. “Milletimiz ve memleketimiz için” diyerek başladığı cümlelerinde samimiyetin zerresi bulunmaz. Dili ve davranışı sahtedir. Dili, sevgisi ve ağlamaları yalandır. Çünkü iktidarını korumak için din, zor, para ve yasak yetmiyor. İktidar müptelaları kendilerini rol yapmak zorunda hissediyorlar.

İktidar tedavisi zor bir hastalıktır. Egemenlik kurmak ister. İtaat ile kendine boyun eğilmesini arzular. Bir iktidarı başka bir iktidar gücü ile devirmek isteyenler de bu hastalığın pençesindedir.

Her iktidar kendisine uygun bir ideoloji, bir din ya da bir kutsal hikaye söylemi bulur. İçinde eşitliği yok eden “eşitlik” söylem taşısada iktidar yalanı, hukuksuzluğu, aldatmayı, zoru kullanırlar.

Şimdi de CHP’de kurultay süreci için düğmeye basıldı. Ben bu sürecinde, CHP’de bir değişim ve demokratikleşme talebi içerdiğine inanmıyorum. Çünkü İnce ince bir parti içi iktidar hırsı devreye girmiştir.

Bu sürecin siyasal hikayesi, toplumsal bir davaya yönelme hedefi yok. Olsaydı okurduk ya da bilirdik. CHP’de girişilen kurultay sürecinin, laiklik, emek, barış ve özgürlükler mücadelesini önemseme, parti içinde demokratikleşme, tek adam rejimine karşı “söz, yetki ve karar hakkının halka” talebi yükseltecek bir hedefe sahip olduğunu gösteren bir veri de yok. CHP merkezindeki ekibin de kendi iktidarını korumaktan başka yaptığı bir şey yok.

İktidar hırsı uğrunan daha çok yalan, aldatma, iftira ve yandaşlık üzerine kurulu, kişiler arası (Kılıçdaroğlu-İnce) “yarışı” izleyeceğiz.

Hangi aday iktidar yarışını kazanırsa kazansın, CHP’de sadece koltuk değişimi olur. Manifestosuz, pragmatist, hikayesiz, davasız CHP kalmaya devam edecektir. Eğer CHP’de mevcut yönetim ve değişim isteyenler samimi ise, öncelikle partide demokratikleşme için Tüzük ve Türkiye’nin demokratikleşmesine, laikleşmesine, insan hakları hukuk ihtiyacına, toplumsal barışmasına ve ekonomik sorunlarına çare olacak program kurultaylarını yaparlar.

Aksi taktirde İnce “Gel önümüzden yürü, geç bu partinin başına derlerse buradayım” diyerek iktidarını “Allahın izniyle” kurar.

Sözün özü şudur; Halksız, haklarsız, hikayesiz, davasız ve demokrasisiz “iktidarlar” sevimsizdir.