Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Noktalama imleri üzerine yazdığımız yazılar dolayısıyla hayli geribildirim aldım. Ama bunlar arasında en ilginç olanı, TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı) Yönetim Kurulu Sekreteri, araştırmacı yazar Erden Akbulut’tan gelen mektuptu. Erden dostumuz, Nâzım Hikmet ile Orhan Kemal arasındaki bir mektuptan bölümler aktararak, noktalama imleri tartışmasına başka bir boyut ve zenginlik kattı. Önce mektubu okuyalım:

“Sevgili Attila Abicim,
BirGün gazetesinde noktalı virgül ile virgül yazılarınızı okuyunca, bu konunun geçmişinin ne kadar eski olduğunu anımsadım ve aklıma Nâzım Hikmet’in Orhan Kemal’e bu konudaki mektubu geldi. 6 Kasım 1949 tarihli bu mektubu Kemal Sülker, Bilinmeyen Mektuplarıyla NÂZIM HİKMET - ORHAN KEMAL DOSTLUĞU (Amaç Yayıncılık, İstanbul, 1988) adlı kitabında aktarıyor:

‘(…) Şimdi Raşit’ciğim, teknik bir iki noktaya temas edeceğim. Şiirde olsun, nesirde olsun, virgül, noktalı virgül ve hatta noktanın yardımıyla kurulan cümleler, yani bu noktalama işareti olmazsa, manası karışabilen cümleler sakat cümlelerdir.
Bir misal vereyim. ‘İki kocakarı, alay mutfağının arkasındaki arsada ıslak toprağa karşılıklı oturmuşlardı.’

Burada iki kocakarı’dan sonra konan virgül sayesinde cümle mana kazanıyor. Virgülü kaldırırsan, iki kocakarı alay mutfağı, gibi acayip bir mana çıkıyor. Bu cümleyi şöyle kurmak lazımdır:

‘Alay mutfağının arkasındaki arsada ıslak toprağa iki kocakarı karşılıklı oturmuştu.’

Bunu şöyle rasgele aldım. Bizim yazarlar buna hiç dikkat etmiyor. Sana tavsiyem, cümleyi virgülsüz, noktalı virgülsüz filan, anlaşılabilecek bir şekilde kurmağa çalış; virgülsüz filan, sonra, yardımcı bir unsur olarak kullan, istersen hiç kullanma.

Hatta, bir cümlenin bittiği ve öteki cümlenin başladığı noktayla anlaşılıyorsa, her iki cümlenin de tam kurulmamış olduğunu hemen kestir. Bir daha tekrar edeyim, noktalama işaretleri olmadan anlaşılmayan, yahut zor anlaşılan cümleler mutlaka ters, ölü doğmuş, ölü kurulmuş cümlelerdir.(…)’ (s. 134)

Saygı, sevgi ve dostlukla.

Erden Akbulut”

• • •

Nâzım Hikmet’in Orhan Kemal’e (gerçek adıyla Mehmet Raşit Öğütçü’ye) bu öğüdünden anlıyoruz ki, usta ozan, ister şiirde, ister düzyazıda olsun, yazım imlerine başvurulmasını pek doğru bulmuyor. O, yazarların ve ozanların, yazım imlerine gereksinim duyulmayacak yalınlıkta tümceler kurmasını istiyor. Böyle olmayan tümce yapılarını, “ölü doğmuş cümleler” olarak niteliyor…

Nâzım Hikmet’in öğütlediği noktasız, virgülsüz tümce yapısını gerçekleştirebilmek her zaman olanaklı mıdır?
Dil Derneği’nin Yazım Kılavuzu, yazım imlerinin işlevini şöyle açıklıyor:

“Yazım imleri, yazıda tümceleri ayırarak, tümce içinde durulması gereken yerleri belirleyerek yazının anlaşılır olmasına, anlamın açıklık kazanmasına yardımcı olur; yanlış anlaşılmaları engeller; yazının kolay okunmasını sağlar.”
Kuşku yok ki, yazım imleri bir gereksinimden doğmuştur. Kısa, düz ve yalın tümceler; duygularımızı, düşüncelerimizi anlatmakta bazen yetersiz kalabilir. Sanatsal anlatım, kimi zaman uzun ve karmaşık tümceleri gerekli kılabilir. Böyle durumlarda noktalama imlerine gereksinim vardır. Nitekim Orhan Kemal’e noktasız virgülsüz yazmayı öğütleyen Nâzım da kendi yaşamında bunu pek başaramamıştır. Büyük ozan, bırakın düzyazıyı, şiirde de yazım imlerini bolca kullanmıştır.

• • •

Türkçede yirmi kadar yazım imi vardır. Kimi yazarlar bunları bile yeterli bulmayarak yeni arayışlara girmişlerdir. Örneğin Leyla Erbil, Türkçenin yazım imleri arasında yer almayan üç virgül, virgüllü soru, virgüllü ünlem, üç virgüllü ünlem, üç virgüllü soru gibi simgeleri öykülerinde ve romanlarında sürekli kullanmıştır. Kimileri bu tutumu, yazıda alışılagelmiş kalıpları kırma çabası olarak değerlendirse de, ben Leyla Erbil’in kendine özgü bu yazım biçiminin, yapıtın özüne fazladan bir değer kattığını düşünmüyorum. Noktalama imlerini hepten gereksiz bulduğunu yukarıdaki mektubundan öğrendiğimiz Nâzım Hikmet, böyle metinleri görse acaba ne derdi?

• • •

Yazdığımız metinlerin doğru okunup doğru algılanabilmesi için yazım imlerini yerli yerinde kullanmalıyız. Ne bir fazla, ne bir eksik…

Melih Aşık’ın eski bir yazısından örnek vererek konuyu somutlamaya çalışayım:

“Arkadaş üzerine kitap yazdığı konuyu başkalarına soruyor.”

Bu tümcede “arkadaş” sözcüğünden sonra kesinlikle virgül gerekiyor. Yoksa tümce, “Arkadaş üzerine kitap yazmak” gibi bambaşka bir anlama bürünür.

Bir başka örnek:

“Briony küçük kızıylabirlikte, İspanya’da yaşayan annesi Valerie’yi ziyarete gider.”

Bir kitap tanıtımından aldığım bu tümcedeki virgülü kaldırırsanız anlam tümüyle değişir; “küçük kız”, İspanya’daki büyükanne ile yaşıyormuş gibi anlaşılır...

Eğer ölçünlü yazım imleri tüm dünyada aynı ölçüde kabul görmeseydi, biçemleri birbirinden çok ayrı olan çağdaş yazarların üslup özelliklerini ve karmaşık metinlerini anlamak pek kolay olmazdı…