Solda yer alanların birliği kuşkusuz istenecek bir şeydir ama ayrı olmanın nesnel bir gerçek olduğu durumlarda ortak hareket etmek, ortak strateji geliştirmek, böylece bir sinerji yaratmak, kimi zaman tek bir örgütün çatısı altında yapılabileceklerden çok daha fazlasının yolunu açabilir. Bundan kaçınmak yerine hep bu işbirliğini aramak, hep böyle bir ortaklığın peşine düşmek daha yararlı olmaz mı?

Ahirim sen değilsin olmayacaksın

Bir parti kurdular adını “Gelecek” koydular. Eyvah dedim yine mi? Ben bu hikayeyi bilmiyor muyum, Neşet Ertaş’ın güzel türküsüdür; “evvelim sen oldun ahirim sensin” der kendisini terk eden sevgilisine, ama ben de başka bir zamanda ve mekanda memleketin canına okumuş çifte ihanetler için söylemeyeyim mi? “Dünyanın rengine kandım hayale aldandım” derken o güzel halk ozanı, benim aklıma, iktidarın ilk günlerinde “dünyanın rengine kanan”, sonra da “ölürüm sevdiğim zehirim sensin” diyen arkadaşlar geliyor. Üzülüyorum elimde değil, yine “boşuna yandım” derler diye korkuyorum.

İşte şimdi çıkmış, bir zamanlar sınır boylarında at koşturacağını, bütün bir İslam aleminin yeniden, yeni Osmanlı’ya iltihak edeceğini söyleyen “Stratejik Derinlik” uzmanı parti kurup, adını da “Gelecek” koymuş, korkmaz mısınız? Siyaset alemindeki çatışmaları seyrederek kurtuluş hayalleri kuran, itiraz edenlere de, “siz ne anlarsınız siyasetten” diyenler için üzülmez, “kapıldı gidiyor eyvah yine bahtının rüzgarına” demez misiniz?

Ben korktum arkadaş; sinemada arkadan yaklaşan kötü adamı görünce yakışıklı jönprömiyeyi uyaran saf seyirci gibi bağırmak istiyorum; “bak tam arkanda, şimdi ense köküne yiyeceksin sopayı, dönüp baksana be adam” diyesim geliyor. İstifa ediyorum filmi zoraki yüz kere seyretmiş yer göstericilikten; herkesin de tez elden sinemayı terk etmesini rica ediyorum.

Jönprömiye de katlanacak başına geleceklere artık ben ne yapayım.

Kaldığımız değil geldiğimiz yer

Ne yapayım peki ben; umut fakirin ekmeği misali, somut durumun somut tahlilinden yola çıkarak, siyasette strateji, varolan güçlerin nesnel durumu, konumu, niyeti, hevesi ölçüp biçilerek çizilir diyorum haddimi aşarak naçizane. Arkadaşlar da “sen fazla uzattın bu had meselesini, ne diyeceksen de” diyorlar. Ben de utangaçlığın al rengine boyanan yüzümle bir an önce köşeme çekilerek artık hep gelecek için yazanlardan ayrılıp geçmişe, “ne oldu bize, neden böyle oldu?” meselelerine dönüp “kuşların kanat seslerini” beklemeye başlıyorum.

Ama öyle de olmuyor; yapamıyorum, duydum çünkü seslerini ben onların.

O zaman geçmiş hızla geleceğe dönüşüyor. Kaldığımız yer eskiyor, geldiğimiz yer esas oluyor, oradan yola çıkıyoruz. Şimdi işte tam zamanıdır diyorum, aynı şeyi söyleyen arkadaşlarla birlikte.

Böyle diyorum çünkü, iktidarda olanların iktidar etme gücü tükenme noktasındadır. Zirve çoktan aşıldı, içeride dışarıda izlenen politikaların tümü iflas etti. Başarı hanesine yazılabilecek tek bir kalem bile yoktur. O kadar ki, sermaye sınıfının bile “kazan kazan” günlerinin sonuna gelindiğini, yolu sonuna kadar açan iktidar partisiyle artık devam edilemeyeceğini gördüğü anlaşılıyor. Korkunun hafiflediği zamanlarda ses vermenin gizli saklı yöntemleriyle iktidarı bir an önce yedeklemenin telaşına düşmüş, siyasi krizden nasıl çıkılacağına kafa yormaya başlamışlardır.

Tehlike de olanaklar da artar

İşte doğruysa tahlilimizin “iktidar için yol tükendi” diye özetlenebilecek birinci maddesi budur.

İkincisi; halkın dayanma gücü kalmamıştır. Boşuna saklanan yüksek enflasyon işbaşındadır; tırmanan açlık yoksulluk zirvededir, hızla artırılan vergiler bile yetmediği için hayali bir bütçeyle idare eden iktidar, varı yoğu Varlık Fonu’nda harcamaya açmış, en son emeklilerin gelirlerine de tırpan atmanın işaretlerini vermiştir.

Üçüncüsü; baskı olabildiğine artmış, ülke ilan edilmemiş bir olağanüstü hal ile yönetilmeye başlanmıştır. Baskının daha da artacağı, iktidarın resmî gayri resmî sözcülerinin dilinde, her türlü toplantıyı olmadık gerekçelerle yasaklayan valilerin, kaymakamların, güvenlik güçlerinin yasa tanımaz eylemindedir.
Dördüncüsü; İktidar partisi köşeye sıkışmıştır, köşeye sıkışan hırçınlaşır, baskıyı artırmaktan başka çare bulamaz dedik; ama köşeye sıkışan yalnızca iktidar değildir, muhalefetin de ne yaptığını bilmez, bilemez bir hali var. Muhalefet, halkı ünlü şemanın sağında sayma hatasını değişmez bir veri olarak kabul etmekte direniyor. Sağa kayarak halkla buluşacağı tezinden vazgeçemiyor; halkın çoktan nesnel olarak Sol’a meylettiğini görmüyor, görmek istemiyor. Ne yazık ki ek görevdir, muhalefetin sağa kaymasını durdurabilmenin tek yolu da Sol’un somut, güçlü ideolojik, politik varlığıdır.

Beşincisi; Sol kendini göstermeden Türkiye’nin ufku açılmaz, labirentten çıkabilmenin tek yolu Sol’un çıkış yolunu göstermesidir. Bunun için nicel bir güç olmanın beklenmesi gerekmiyor, bir güç olabilmenin kapısının bir an önce çalınması için de, çözüm yollarını göstermenin ivediliğinin anlaşması gerekiyor. Bu sözlerden bir güç olmanın beklenmemesi gerektiği, güç olmak önemsizdir anlamı çıkarılmasın; güçlenmek bekleyerek değil siyasetin içine tüm olanaklarla hatta deyim yerindeyse “armudun sapı üzümün çöpü” demeden girilerek gerekleştirilebilecek bir iştir.

Söyleyeyim de kurtarayım ruhumu

İyi güzel da bu nasıl olacak? Bugüne kadar yapılanlardan daha farklı ne yapılacak da, Sol hem kendini yenileyecek, hem siyasete daha aktif ve etkin bir şekilde müdahale edecek? Burada ne yazık ki “ben bilmem ağam bilir” demek zorundayım. Daha ötesi gerçekten üstüme vazife değil; söyleyeceklerim de kollektif aklın, akılların bulabileceği çözüm yolları ile yarışacak değildir, ama katkı olsun, işte bu arkadaş da tuzum bulunsun diye bunları söylüyor kapsamında değerlendirilsin, bir kaç kelime edeyim. Bu gibi durumlarda Marx’ın uzun uzun anlattıktan sonra sanki “işte benden bu kadar” der gibi, Gotha Programının Eleştirisi’nin sonuna eklediği o meşhur cümle geliyor aklıma: “Dixi et salvavi animam meam”, “söyledim ve ruhumu kurtardım.” Aman, Marx’a değil o güzel cümleye özenerek, “söyledim ve ruhumu kurtardım” diyeceğim ben de.

Şudur: Sol hiç kimseyi dışlama lüksüne sahip değildir. Devrimciler farklı şeyler söyleyerek de Sol’a güç verirler. Sol’da otorite olmaz; “son söz bende” olmaz; “tartıştık eyleme geçtik artık susun” olmaz. Her zaman farklı yaklaşımlar farklı uyarılar güç verir. Buradan başıbozukluk kaos çıkmaz mı? Eğer niyetler iyiyse çıkmaz, niyet kötüyse, yine hep birlikte o kötü niyeti açığa çıkarmak işten bile değildir.

Solda yer alanların birliği kuşkusuz istenecek bir şeydir ama ayrı olmanın nesnel bir gerçek olduğu durumlarda ortak hareket etmek, ortak strateji geliştirmek, böylece bir sinerji yaratmak, kimi zaman tek bir örgütün çatısı altında yapılabileceklerden çok daha fazlasının yolunu açabilir. Bundan kaçınmak yerine hep bu işbirliğini aramak, hep böyle bir ortaklığın peşine düşmek daha yararlı olmaz mı?

Bir şey daha söyleyeyim de sözlerime son vereyim. Sol siyaseti tek başına belirleyemez, tarihte böyle örnekler yoktur, devrim tek bir örgütün yapabileceği bir iş değil topyekün bir alt üst oluştur, Önemli olan nesnelin öznelle birleştiği o zamanda orada olabilmek, önünde pek çok yol olan devrime yön verebilecekler arasında yer alabilmektir. Şimdi biliyorum samimiyetle, “yakın olduğu konusunda hiç bir işaretin bulunmadığı devrim yani iktidar meselesinin burada ne işi var” diyen arkadaşlar olacaktır, haklı olabilirler.

Ama benim bildiğim, şairin, “Gemliğe doğru denizi göreceksin sakın şaşırma” “mısrayı bercestesi”nde derin hikmetler bulunduğudur.

Şaşırmaktansa hazır olmak daha iyi değil mi?

cukurda-defineci-avi-540867-1.