Şu sıralar, daha doğrusu uzun süredir Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu en önemli şey ahlak. Bu acil ihtiyacımızı nereden karşılarız bilemiyorum ama İslamcıların ahlaki ihtiyaçlarımızı karşılamak için iyi bir kaynak olmadığından, onlara başvurmanın kötü bir tercih olacağından eminim.

Ahlaki ilkelerin din kökenli olduğu, biraz da bu nedenle ahlakla dininin anlamdaş olduğu düşünülür. Öyle düşününce ahlakın seküler bir kavram olmadığı sonucu çıkıyor. Laiklerin ahlak kavramını pek kullanmaması buna bağlanabilir. Oysa hem dinerin öğretilerini büyük oranda ahlaki ilkelerden almış olması hem de ahlakın insan ilişkilerini düzenleyen normlar bütünü olması onu dini bir kavram yapmaz. Galiba İslamcılar da bu ayrımın farkında, ahlakı dinle birlikte düşünen sadece laikler!

Ben de dinlerin artık ahlaki normlardan beslenemediğini, toplumu dindarlaştırırken ahlaka başvurmadıklarını düşünüyorum. Dindarların tutumu, onlar adına politika yapanların kararları bu kanıya varmamı pekiştiriyor. Anımsarsınız, Diyanet İşleri eski başkanı Ali Bardakoğlu, konuşmacı olduğu bir konferansta (5 Mayıs 2017 19 Mayıs Üniversitesi), güvenilir bulduğu bir araştırmaya dayanarak (ne yazık ki bu araştırma yayımlanmadı) Müslümanların “Dindar Olmak Ahlaklı Olmayı Gerektirir mi” sorusuna yüzde 70 oranında gerektirmez yanıtı verdiğini söylemişti. Çok sayıda İslamcı yazar bu sonuç üzerine düşünmek gerektiğini yazdı. Oysa ortada şaşılacak ve hatta düzeltilecek bir durum yok. Çünkü din ahlak ilişkisi, İslamcıyı ekonomik ve politik faaliyetinde iç denetime tabi tutar; onları biraz vicdanlı davranmaya zorlar. Buna niyetleri yok!

Bu ahlak konusu da nerden çıktı derseniz söyleyim; MEB’in yeni din kültürü ve ahlak bilgisi müfredatında dinin ağırlığı yüzde 90, ahlak yüzde 10 oranında olacakmış. Zaten öyle olmakla birlikte fiili durumun mevzuatla talimata dönüştürülmesi din-ahlak ilişkisinin gevşemesine oldukça uygun düşer. Dünyanın her yerinde dinleri ayakta tutan ticaret, ticaret erbabı ve onlar adına siyaset yapanlardır. Ticaret ve siyaset hukuki ve ahlaki hiçbir kural tanımadan yoluna devam ederken tüccardan ve siyasetçiden, davranışlarını yaptıkları işin, insanı yoldan çıkaran yönünü denetleyecek ahlaka uydurması beklenemez. Tepeden tırnağa dindarlar tarafından yönetilen, kontrol edilen, denetlenen bir ülkede hiç kuşkusuz eğitim de yalanın, iftiranın, sömürünün, haksızlığın, adaletsizliğin, eşitsizliğin normalleşmesini sağlamalıdır. Galiba MEB de bunu yapmak istiyor.

Medya taraması yaparak son bir haftada ahlak kavramının nerede, kimler tarafından kullandığına baktım. Bizim tarafta bu kavramı kullanana rastlamadım. Buna karşın düne kadar ‘hocaefendiye’ uzun ömür dileyen dua seanslarına katılmış bugün sizi “FETÖ”cüsün diye içeriye atan, işinden eden kararnamelerin altında imzası bulunan siyasetçinin; “Hocaefendi her ağladığında ben de ağlarım” başlıklı yazısı “yazarın diğer yazıları” sütununda dururken “Hep söylerim Gülen CIA ajanı” diye yazan gazetecinin ahlaktan söz ettiğini gördüm! Hüseyin Gülerce bile ahlaktan bahsediyor!

Diyeceğim ahlak üzerinde daha fazla durmalıyız. Ahlak, dindarların değil laiklerin kavramı. Ulu orta herkes ahlak kavramını ağzına almamalı. Kaldı ki muhatabımızla hukuk dili ile anlaşamıyoruz, en azından anlamazsa bile anladığını söylediği dilden konuşmuş oluruz. Mesela “ahlaksızsınız” dememiz tercüme gerektirmez!