Siyasal İslamcı yönetici elitin toplumsal eşitsizlikleri meşru kılabildiği günler geride kaldı. Bunu yapabildiği zamanlarda “itibardan tasarruf olmaz” lafı sokakta alıcı bulabiliyor, çimento-asfalt kardeşliğinin ürünü olan devasa yapılar halk indinde hayranlık uyandırıp, iktidara gösterilen rızanın referansları olabiliyordu.

Kapitalist merkez ülkelerde zenginleşmenin sonuçları olarak zuhur eden dev kuleler, tüneller, köprüler, hızlı trenler, vb., bizim ülkemizde zenginleşmenin nedenleri olarak var oldular. İslamcı yönetici elit bakımından neden-sonuç ilişkisini tersine çevirmek öylesine muhteşem bir buluştu ki, muhataplarını “iki koyun güdemez” belleyip, güven patlaması yaşadılar. Nasıl yaşamasınlar? Elin oğlunun; onca yatırım yapıp, değer üretip, zenginleşip, hasbelkader bölüştükten sonra talep artışına binaen gerçekleştirdiği binaları, yolları, köprüleri, tünelleri sen onca zahmete katlanmadan yapıveriyorsun! Kent rantları, toprak varlıkları, kamu kaynakları coşkun akan seller misali barajda toplanıyor! Sen zenginleşirken, zenginleşme sembollerine bakan ahali de zenginleştiğini sanıyor. Bu sanıyı, hükmettiğin medya ve yeni geliştirdiğin algı yönetim araçlarıyla yaygınlaştırıp kalıcı hale getireceğini, -bu kez de- sen sanıyorsun. Nihayetinde ahalideki sanı kapitalizmin soğuk gerçeğinde param parça oluyorsa da kalıcılaşan tek şey, dinci yönetici elitin “her şey algıdır” sanısı oluyor.

Bu noktada “ahlaki öfke” kavramından ve bu kavrama ruh veren çalışmasıyla Amerikan sosyolog Barrington Moore’dan söz etmek tamamlayıcı olacaktır. O çalışmanın başlığı, dilimize Adaletsizlik: İtaatin ve İsyanın Toplumsal Temelleri, şeklinde tercüme edilebilir. Almanya’da Faşizmin nasıl yükseldiğini anlamaya odaklanan bu eser, “ahlaki öfke” kavramına toplum davranışlarını açıklayan bir önem atfetmesiyle de dikkat çekicidir.

B. Moor’a göre yöneticiler, eşitsizlikleri gerekçelendirmek bakımından genellikle özel kapasitelere ve yeteneklere sahiptirler. Ne var ki bunlar iktidara gösterilen itaat yada rızanın coşkulu bir desteğe bürünmesini asla garanti edemezler. Yargısını güçlendirmek için Moore, eşitsizlikleri kast gibi bir sitem içinde kalıcılaştıran Hindistan’dan bir atasözünü hatırlatır: Bu dünyada üç kan emici vardır: pire, böcek ve Brahman. Bu neden böyledir? Zira eşitsizlik sistemleri de kendi içlerinde belli bir eşitliği barındırırlar. Zira insanlar, bir işe yaptıkları yatırımlar ile bu işi yerine getirdikleri için aldıkları ödüller arasında orantılı bir ilişki ararlar. G. Homans’a atıfla Moore buna “adaletli bölüşüm” adını verir. Örneği kendi topraklarımızdan verebiliriz:

“Biz okumadık evladım, bari sen oku da iş güç sahibi ol”; bu topraklarda 1960’lardan 1990’lara kadar sıkça duyulan bu emekçi ebeveyn öğüdünü şimdilerde hatırlayan var mı? Sistemin eşitsizliğini eğitim yoluyla sınıf atlanabileceği olasılığı ile kabullenen o öğüte, sahte diplomalılar cumhuriyetinde yer olur mu? Olmaz. Mahkeme kararıyla sahte diploma haberlerine konulan erişim engeli, evladını okutmak için saçını süpürge etmiş anaların vicdanlarında kabaran ahlaki öfkenin yönetici elite erişmesini de engeller mi? Sizce? Haftaya devam edelim.