O Cemile ki, çocukluk yıllarından beri Fransız işgaline karşı direngen tavrını koruyan, kendisine idam cezası verildiğinde, mahkemede kahkaha atan Cezayirli bir genç kadındır. Büyüdükçe Fransa’nın sömürgelerde uyguladığı vahşeti daha iyi görecekti. Ancak Cezayir ulusal kurtuluş mücadelesi, bir türlü alev almayan, cılız bir köz gibiydi.

Ahmed Arif’ten Cezayirli Cemile’ye mektup

SERHAT HALİS

Ahmed Arif’in şiirleriyle büyümüş bir neslin parçası olmak, hayatın bizim payımıza üleştirdiği kıymetli şeylerdendir.

1954 yılının serin bir bahar akşamı Leyla Erbil’e yazdığı mektupta “Küçüğüm, sevgilim, imzası martıdan sıcak, uçan uzak martılardan daha sevimli, imzası uçan kuş, kendisi insan sevgilim” diyen Ahmed Arif, şiirin ötesinde mektuplarıyla da edebi dağarcığımızda derin yaralar bıraktı. Zira Arif’in kaleminden ak kâğıda düşen her iz, estetik derinlik ve zulme karşı bir duruş taşır.

Bu yüzden olsa gerek; Cezayirli devrimci Cemile Buhayrad’a yazdığı mektupta şöyle diyecektir; “Ben, bu kahrolası yazıya oturanda, senin idâmın için hazırlıklar yapılıyordur. Karşında Lejyon’dan bir manga… Dünyamızı, hayatı, bir solucan kadar olsun, anlamaktan, sevmekten korkanların mangası. Onlar, hep öyledirler. Silâhı, insan avını zulmu severler. Kim bunlar? Kimlerin soyundan inip gelirler?”.

Onlar kimlerin soyundan inip gelir bilmiyoruz belki, ama bu mektupları yazan ve tılsımlı dizelerinde “Anadolu’yum ben tanıyor musun” diye soran Ahmed Arif, tarihin ilk mektuplarını yazmış Anadolu’nun kadim halkı Hititlere bağlanır. Üstelik bir yanı, cihanın ilk aşk mektubunun yazılmış olduğu Mezopotamya’dadır.

Bakmayın bugün toprakları gibi her alanda verimsiz, çorak bir yere dönüştüğüne memleketin. Çok değil kısa zaman önceye kadar; belki de cihanın en şiddetli aşklarının yaşandığı, en kıymetli edebiyatçıların yetiştiği, en güzide mektupların yazıldığı bir yerdi buralar.

Karacaoğlan’ı, Köroğlu’nu, Dadaloğlu’nu var etmiş; dağlarının kıyıya paralel değil, Osmanlı’ya dik uzandığı verimli topraklardı buralar. Çok aşıklar, çok mektuplar, çok destanlar yarattı bu topraklar. Orhan Veli’nin Nahit Hanıma, Cemal Süreya’nın Zuhal Hanıma, Abidin Dino’nun Güzin Hanıma, Özdemir Asaf’ın Sabahat Hanıma, Sabahattin Ali’nin Ayşe Hanıma; en kıymetli mektuplarını yazdığı bir yerdi burası. Evet, Ahmed Arif’in de hiç tanımadığı, görmediği Cezayirli Cemile’ye mektup yazdığı yıllardan bahsediyorum.

O Cemile ki, çocukluk yıllarından beri Fransız işgaline karşı direngen tavrını koruyan, kendisine idam cezası verildiğinde, mahkemede kahkaha atan Cezayirli bir genç kadındır. Cemile Buhayarad, 1935’te Fransız işgali altındaki Cezayir’de doğdu. Annesinin etkisiyle daha çocukluğunda yurtsever bir bilince sahipti. Büyüdükçe Fransa’nın sömürgelerde uyguladığı vahşeti daha iyi görecekti. Ancak Cezayir ulusal kurtuluş mücadelesi, bir türlü alev almayan, cılız bir köz gibiydi.

Tarihin seyri sıcak bir Mayıs günü değişecektir. Müttefikler tarafından Nazilere karşı “zafer günü” olarak kutlanan 8 Mayıs 1945’te binlerce Cezayirli barışçıl kutlamalarda yer almak için sokaklardaydı. Fakat Fransız yönetimi, bu barışçıl yürüyüşü bir katliama çevirir. Binlerce insan kısa süre içinde Fransız askerlerinin açtığı ateş sonucunda katledilir. Ordu içindeki paramiliter gruplar, küçük çocuklar da dahil olmak üzere, insanların başlarını taşla ezerek öldürmeye varan en ilkel yöntemlere başvurur. Tarihe “Sedif Katliamı” olarak geçecek bu olay, Cezayirlilerde büyük bir öfke yaratır ve ulusal kurtuluş mücadelesinin zafere ulaşmasıyla sonlanan sürecin fitilini ateşler.

Bu arada, Kurtuluş Cephesi üyesi olan amcasının tutuklanıp idam edilmesi ve ardından 15 yaşındaki kardeşinin Fransız askerleri tarafından ölene kadar işkenceye tabi tutulması Cemile’de keskin bir kırılma yaratır ve 19 yaşındayken Yusuf el Saadi vasıtasıyla Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katılır.

Cemile 1957 Nisan'ında girdiği çatışmada yaralanır ve esir düşer. Yoğun işkence görür, omzuna aldığı yara 17 gün boyunca elektrikle yakılır. Ancak ağzından tek bir kelime çıkmaz Cemile’nin. Yargılaması sonucunda 7 Mart 1958’de idam edilmesine karar verilir. Fransızlar o yıllarda idamları giyotin ile gerçekleştirmektedir.

Yargılanması sırasında savunmasını ona; “Cemile yalnız değilsin, tüm dürüst dünya seninle” diye seslenecek olan Fransız Marksist Avukat Jacques Verges yapacaktır. İdam kararının ardından tüm dünya kamuoyuna Cemile’nin idam edilmemesi için güçlü bir çağrı yapan ve bunu bir kampanyaya çeviren Verges, bu çabasında etkili olur. Dünyanın pek çok yerinden politikacılar ve sanatçılar Cemile’nin idam edilmemesi için kampanyalar düzenlerler. İşte tam da bu sırada, 1950’lerin sonunda şiirin ve mektubun kalemi Ahmed Arif, Cemile’ye o mektubu yazar.

Arif mektubuna; “Bir adını biliyorum, bir de yaşını… Yüzünü görmedim ya sen yaşta kızkardeşim var. Mutlak ona benzersin. Başkaca düşünemem. Sen Cezair’den bir can’sın, ben Türkiye’den. Ayrı suların, ayrı toprakların çocuklarıyız ama kardeşiz” diye başlayacaktır.

Verges’in mücadelesi bir süre sonra sonuç alır ve Cemile’nin idam kararı kaldrılır. 1962’de cezaevinden çıktıktan sonra avukatı ve büyük aşkı Verges ile evlenir Cemile. Ulusal kurtuluş mücadelesinin zaferle sonuçlanmasından sonra ikisi de Cezayir’de aktif bir rol üstlenmeyi planlarlar. Ancak iş bekledikleri gibi olmaz. Seküler ve Marksist damara karşı Cezayirliler düşmanlık besler. Cemile bu süreçte girdiği seçimde beklediği ilgiyi göremez ve çok az oy alır. Mücadelelerinin zaferle sonuçlanması, bekledikleri Cezayir’i doğurmamıştır. Bu hem Verges’de hem de Cemile’de büyük bir hayal kırıklığı yaratır.

Hayal kırıklıklarının ve umudun büyük şairi Ahmed Arif’in Cemile’ye yazdığı mektupta taşıdığı umut da yiter böylelikle. Arif kurtarılmış Cezayir’in başka bir yer olacağı umudunu şu sözlerle ifade eder Cemile’ye yazdığı mektubunda; “Ondokuz yaşındasın. Sakın, gençliğime doymadım, deme! Şimdiden ölümsüzsün. Niceleri var ki bin yıl yaşasa, sencileyin bir haysiyet katamaz yaşamaya. Yarının CEZAİR’inde, kurtarılmış CEZAİR’de, okullarda bebeler, önce senin adını belliyecekler. Sonra dünyayı!.”