Zafer Köse 1972’deki o tarihi kurultayda İsmet İnönü kaybediyor. Devlet kurucusu, Garp Cephesi Komutanı, Lozan kahramanı, çok partili rejime geçişin öncüsü, CHP’nin 34 yıllık başkanı ayağa kalkıyor, önünü ilikliyor, 87 yaşının yorgun adımlarıyla Ecevit’i kutlamak üzere yürümeye başlıyor. Bu sahneyi izleyen Ahmet İsvan, büyük günler yaşamanın heyecanını duyuyor. Demek ki, oy kullanmak koskoca İsmet Paşa’yı […]

Ahmet İsvan, Ekrem İmamoğlu ve ötesi
Zafer Köse

1972’deki o tarihi kurultayda İsmet İnönü kaybediyor. Devlet kurucusu, Garp Cephesi Komutanı, Lozan kahramanı, çok partili rejime geçişin öncüsü, CHP’nin 34 yıllık başkanı ayağa kalkıyor, önünü ilikliyor, 87 yaşının yorgun adımlarıyla Ecevit’i kutlamak üzere yürümeye başlıyor.

Bu sahneyi izleyen Ahmet İsvan, büyük günler yaşamanın heyecanını duyuyor. Demek ki, oy kullanmak koskoca İsmet Paşa’yı koltuğundan kaldırabiliyor. Demokrasiyi öğrenen bir toplumun varlığı somutlaşıyor.

O gün böylesine bir coşku duyan İsvan, bir yıl sonra İstanbul Belediye Başkanı seçileceğinden habersizdir. “Bu düzen değişmeli” diye ileriye atılan Ecevit’in daveti üzerine adaylığı kabul edecektir. Bağlı olduğu Cumhuriyet değerlerini, iktidarların yozlaşmasına direnen muhalif bir tavırla ortaya koyunca, bir daha ulaşılamayacak olan yüzde 64 oranında oy alacaktır.

CUMHURİYET ÇOCUĞU

Cumhuriyet’in ilanından iki ay önce doğan Ahmet İsvan, çağdaş değerlerin benimsendiği ortamda yetişti. Annesinin arkadaşı olarak konuk gelen Nurullah Ataç, Orhan Veli, Yahya Kemal gibi edebiyatçılarla sohbet fırsatları buluyordu.

Çeşitli sanayi yatırımlarını yöneten babası, Cumhuriyet’in kuruluşu ve devrimlerin gerçekleştirilmesi sürecinde aktif rol alıyordu.

Ne var ki, genç Cumhuriyet’in gittiği yönle ilgili sorunlar daha o yıllarda kendini gösteriyordu. Şiire sevdalı genç Ahmet, öyle bir evde bile, çok sevdiği Nâzım’ın kitaplarını ancak gazete kağıdıyla kaplanmış biçimde okuyabiliyordu.

Devlet karşıtı şüphesiyle gözaltına alınan insanlar, günlerce yiyecek ve içecek verilmeden bekletiliyor, çeşitli işkence yöntemleri uygulanıyordu. Yönetimi eleştirenler ‘toplum düşmanı’ kabul ediliyordu.

‘BU DÜZEN DEĞİŞMELİ’

Ecevit ve arkadaşları, 60’ların sonundan itibaren, “Kültürde gerçekleşen devrimci dönüşüme uygun bir altyapının yerleşmesi” gerektiğini savundular. Özellikle 12 Mart Askeri Muhtırası’na direnmeyen parti yönetimini eleştirerek CHP’de yönetime geldiler. Sonra da toplumsal düzene yönelik eleştirilerle halkın desteğini aldılar.

İsvan, 1973-1977 yıllarındaki belediye başkanlığı boyunca, kendilerine o görevi halkın neden verdiğini aklından çıkarmadı. Kaynakların halk için kullanılması yönünde çalıştı, düzenin muhalifi olarak kaldı. Fakat Ecevit’le yolları ayrıldı. CHP yönetimi, ‘Daha kötüsü gelebilir’ mantığıyla, olan durumu savunmayı tercih etti. İsvan, bu tutumun iyi niyet içermesini anlamlı bulmadı, ‘Alınan oylara ihanet’ diye yorumladı.

DİNCİLİĞE KARŞI DÜZENİ SAVUNMAK

Sorguya alınırken gözleri bağlanıyor. Her yer kapkara. Başını arkaya atınca, gözbağının altındaki küçük aralıktan duvara dayanmış bir tüfek görüyor. Tüfeğin yakınında asker yok galiba. Gözbağını açıp tüfeği kapsa…

Evet, 12 Eylül Darbesi sonrasında tutuklanan Ahmet İsvan, intihar etmeyi düşünüyor. Çünkü günlerdir kendisine dinletilen çığlıklar, canhıraş bağırtılar var aklında. Daha önce insanlardan öyle seslerin çıkabileceğini tahmin edemezdi.

Asıl korktuğu, kendisine yapılacak işkenceler değil. Ya onların istediği ifadeleri verirse? Her insanın direncinin bir kırılma noktası olmasını, bir yerden sonra çözülebileceğini normal buluyor ama…

İsvan’ın bu kötü günleri geride kalıyor. Fakat Türkiye’nin sosyal demokrat anlayışı, hızla milliyetçiliğe yöneliyor ve ‘şeriat tehlikesine karşı’ mevcut düzeni savunma yönünde hareket ediyor. Hem de hükümette olmadığı halde.

12 Eylül sonrasında muhalif duyguları temsil eden sesler boğulduğu için, ‘düzene karşı’ söylemlerle kendini ifade eden dinciler kitleselleşmeye başlıyor.

DİNCİLİK VE MERKEZ

Böylece, 1994 yerel seçimlerinden sonra, Cumhuriyet tarihindeki yeni aşamaya gelindi.

‘Solda birlik’ girişimleri sonuç vermedi; SHP, DSP ve CHP İstanbul’da seçime ortak adayla giremedi. ‘Sol seçmeni sandıkta birleştirmek’ amacıyla Zülfü Livaneli SHP’nin İstanbul adayı oldu. Ama sonuç alınamadı.

Yüzde 25 oy alan Tayyip Erdoğan, İstanbul tarihinde en düşük oyla seçilen belediye başkanı olarak kazandı. Oysa DSP, CHP ve SHP’nin oyları toplam yüzde 34’tü. Merkez sağ partiler de toplam yüzde 38 oy almıştı.

Sağcılığın doğasına da uygun biçimde, merkez sağdaki politikacılar ve seçmen, hızla bu yeni güç odağına yönelince, kısa sürede dinci hareket, memleket siyasetinde merkez konumuna yerleşti.

‘Merkez sol’ ise, merkez sağdaki boşluğu doldurma derdine düştü. Aslında aşırı milliyetçiler dışında toplumda pek taraftarı bulunmayan ‘eski rejim’i savunmaya ısrarla devam etti. Muhalefet bekleyen emekçi kitlelerden ve halklardan uzaklaşarak dinciliğin kitleselleşmesine katkı sağlamış oldu.

TEPEDEN İNMECİLİĞİN YENİLGİSİ

31 Mart 2019 yerel seçimlerine, AKP, İstanbul’da böyle elde ettiği ve 25 yıldır olanaklarını kullandığı bir yönetimin başındayken girdi. Ayrıca, hukuktan emniyete, eğitimden orduya, tüm kurumlarda tam iktidar sağlamış durumdaydı. Fakat seçim sonuçlarıyla da ortaya çıktı ki, AKP, tepeden inmeci bir anlayışı temsil ediyordu.

AKP’lilerin ve bazı liberal düşünürlerin Cumhuriyet kurucularını ‘tepeden inmeci’ olmakla itham etmelerinin aksine, Cumhuriyet değerlerinin toplumda genel kabul gördüğü anlaşılıyor. Hiçbir kurumun ve hiçbir silahlı gücün korumadığı laiklik gibi, cumhuriyetçilik, halkçılık gibi değerlere halkın bağlılığı kesinleşmiş durumda.

‘İKİ KANATLI KUŞ’

Gezi protestolarında büyük deneyim kazanan insanlarımız, artık bazı görüş farkları bulunduğunda bile ortak hedef için birlikte hareket edebiliyor. Sandıkta İmamoğlu tercihinde bir araya gelen seçmen, merkezde birlik sağlayamayan politikacıların basiretsizliğini aştı.

Ama muhalif tavırların, koalisyon mantığının ve ideolojik siyasetin onaylanması konusunda henüz kanıtlanmış bir gelişme yok. Yakın geleceğimizin en belirleyici meselesi bu olacak.

Örneğin, Milli Eğitim’in ‘dindar-kindar’ insan yetiştirmek hedefi düzeltilip çağdaş insan yetiştirmek amacı belirginleşecektir mutlaka. Peki, eğitim politikasında en az onun kadar önemli konularda sağlıklı muhalefet yapılabilecek mi? Özel okullara yönelimin önlenmesini ve herkese nitelikli kamusal eğitimi savunanların sesi yine boğulacak mı? Vakıfların ve tarikatların ‘hayırseverliğine’ meşruluk kazandıran ‘eğitime destek’ gibi yalancı yollara sapmadan, memleketteki tüm öğrencilerin giderini tüm yurttaşların geliri oranında karşılayacağı halkçı bir eğitim sistemi düşüncesi, artık liberal çarpıtmaları aşabilecek mi?

Cumhuriyet değerlerini savunmak yolundaki ‘Her şey çok güzel olacak’ coşkumuzu kaybetmeden, bu tür sol alternatifleri canlı tutmak önemli.

Dincilik tehlikesi atlatılınca, özgürlük ve eşitlik kavramlarını emek mücadelesiyle ilişkilendiren bir muhalefet daha belirgin hale gelecek. Bağımsız Türkiye ve laiklik gibi hedefler emek değerleri içinde anlamlanacak. Ürettiği değerlere sahip çıkan emekçiler hırsızlık düzenine direnecek. Toplum ancak o zaman, iki kanadı da sağlıklı bir kuş haline gelecek.