Orhan Kemal’in hapishane deneyimlerinden esinlenerek yazdığı ‘72. Koğuş’ birçok incelemeye konu oldu. Ancak kitabın ana karakteri, ana kahraman Ahmet Kaptan üzerine ne yazıldıysa hep eksik kaldı

Ahmet Kaptan’ın gündüz düşleri

KÜBRA YÜZÜNCÜYIL

Ahmet Kaptan’ın karşısında yükselen sadık duvar, cezaevinin en yoksul, en pis koğuşunu çevreler. Bu koğuştaki her âdembaba, yerdeki bayat izmaritlerin birini yakar, ciğerine kadar çeker, çekemediğini de burnundan incecik bir dumanla salar. Sahanlıkta pencere yoktur, gökyüzünü yakından görmeyen her tutsak gibi bu romanın kahramanları da en çok geçmişin pençesine takılır. Saatlerce bakılan duvarda, baba evindeyken yenilen yemekler, çocukken duyulan masallar, görülen yuvarlak bir ay, o ayın asıldığı koyu mavi bir kış göğü, eski uzun tarlalar belirir. Kumara oturanlar; beti benzi atanlar, hısmının dalgasına taş atanlar, kapkara kararanlar, şeytanı bol olanlar, hepsi elde avuçta ne varsa çoğaltmaya, bu delikten kendini kurtarmaya bakar.

Orhan Kemal’in İkinci Paylaşım Savaşı atmosferinde, kendi hapishane deneyimlerinden esinlenerek yazdığı “72. Koğuş” hakkında kuşkusuz pek çok inceleme yapıldı. Defalarca okuduğumuz gibi yazar bu kitapta yoksulluğun, çaresizliğin insanı hangi eylemlere ittiğini, insan onurunu yok eden adaletsiz yaşam koşullarını ve devletin, şiddeti hangi araçlarla meşrulaştırdığını toplumsal gerçekçi bir dille ifade etmişti. Öte yandan kitabın ana karakteri, koğuşun ana kahramanı Ahmet Kaptan üzerine ne yazıldıysa bence hep biraz eksik kaldı.

Hikâyenin temel meselesini kısaca hatırlayalım. Ahmet Kaptan’a bir sabah, çoktandır unuttuğu anasından yüklü bir miktar para gelir. Haber duyuldukça, tutsaklar arasında tarih öncesi bir heyecan yükselmeye başlar. Sesler birbirine karışır; Kaptan kendine etli yemekler yapacak, belki cigaraya kuvvet verecek, akşamları sıcak bir çay kaynatacak, sağlam bir yatak aldıktan sonra üzerine yattığı çimento torbalarını fırlatacak, hatta belki kirli beton merdivenlerde üçer beşer volta atmak istemeyecek ve temelli efendi koğuşuna geçecek.

Kaptan bunların hiçbirini yapmadı. Onun için “kardeş malı, ortak malı”ydı. Orhan Kemal’in çizdiği tablodan biliyoruz ki dışarda, savaşın atmosferiyle uyumlu müthiş soğuk bir kış var. İçerde, tutukevinin rezil koşullarında yaşamaktan birer solucana dönmüş âdembabalar yaşam mücadelesi vermekte. Kaptan koşuyor. Hemen bir ocak, mangal, çaydanlık, tencere alıyor. O günden sonra şubat fırtınası aysız, gök yıldızsız kalıyor da; koğuşun duvarından kömür yalazı, fokurdayan yemeğin gölgesi eksik olmuyor.

Buraya kadar olan kısmı tarihsel-toplumsal süreçler bakımından değerlendirelim. Bunun için bahsedilen tutukevine bütünselci bir bakış açısıyla yaklaşmalıyız. Onu, egemen güçlerin içinde her türlü şiddeti kullanabildiği, doğrudan tahakküm ve komuta zinciri ile işleyen bir üstyapı öğesi olarak kodlayabiliriz. Ahmet Kaptan ise, toplumsal iktidar mekanizmasını her gün yeniden üreten bu zor aygıtının karşısında duruyor. Öyle ki, örmeye çalıştığı dayanışma ağı bize, istediğimiz kod açılımını verecek güçte. Dolayısıyla onu, bağımlı sınıfın kadim bağını kesmeye hevesli bir aktör olarak görebiliriz.

İnsanlık tarihini inşa eden kırılma noktaları için Ernst Bloch, henüz olmamış olanın özgürlükçü nüvesine bakmıştı. Kaptan, insanın kanını donduran, o müdahale edemediği kaderci damarı ezmeye, özgürlükçü nüveyi tamamına erdirmeye çok yaklaşmıştı. Her şey yolunda gitseydi, olacak olan buydu. Olmadı.

Kadınlar koğuşundaki Fatma’nın güzelliği tüm cezaevine ün salar. Kurnazlığıyla ünlü meydancı Bobi, Rizeli’nin Fatma’ya karşı duyduğu ilgiyi bilir. Çoktandır göz diktiği parayı elde etmek için bizim Kaptan’a acımasız bir oyun kurar. Onun çamaşırlarını alır Fatma’ya yıkatır. Karşılığında Fatma’nın ağzından ona sahte aşk mektupları yazar, temiz çamaşırların arasına koyar.
Kaptan, koğuşun avlusuna bakan penceresine tüneyerek kalın bileklerini demirlere geçirmiş güzel Fatma’yı düşünüyor: Demek Fatma, Bobi’ye öyle söylemiş. “Kaptan gece düşümde, gündüz hayalimde” demiş. Durum böyleyken ivedilikle bir karar vermesi lazım. Ona bir mektup yazacak. Anlatacak sırayla; kahpece öldürülen babasının öcünü nasıl almış, dünyanın bütün limanlarına kaç ton yük taşımış, meyhanelerde kaç kadeh kırmış, o varken iskemleler ne zaman üst üste kalmış?

Ahmet kaptanlığı unutur. Sevdası kalbinde bir siyah noktaya; süveydaya dönüşür. Bobi, her geldiğinde ondan daha çok para koparmaya başlar. Aşkından meczupa dönen Ahmet, üzerinde yuvarlak bir ayın yükseldiği eski, uzun bir tarlanın ortasında yapayalnızdır şimdi. Fatma’nın yolunu gözler, pencerenin demirlerini her gün biraz daha sıkı sarar. Güne ve geceye böyle tutunur.

Ahmet, cezaevi yakınlarında bir ev tutacak sevdalısına. Annesini de çağıracak köyden, Fatma’yı annesi koruyacak. Yukarda Allah var, kısmetse günün birinde af çıkacak, sevenler kavuşacak. Hapishane kapısında gözyaşlarıyla bekleyen Fatma’nın beyaz ellerine sarılacak, gözyaşlarını silecek: Bak çıktum. “Bundan böyle birbirimiziniz. Haydu peşun gidelim anama!”
Ahmet Kaptan’ın ütopyası uzakta kurulmuyor. Hapishaneye yakın bir mahallede küçük bir ev, içinde onu seven, onu bekleyen Fatma Hatun. Sonra belki tekrar denize çıkacak ama bu kez limanlardaki kadehleri kırmadan. Tenhalarda volta atarken içine düştüğü gündüz düşleri ona umut veriyor. Geçmişin pençesinden kurtulmuş; duvarda geleceği, zamanı gelmemişi görüyor. Ucu açık bir bellek oluşuyor orada.

Bobi’nin didik didik ettiği ceplerden cesaret alan âdembabalar Ahmet’i soyup soğana çevirir. Fatma’nın üşüdüğü mü söyleniyor, hemen ceketini çıkarıp verir Kaptan. Kim dedi ona git karasevdaya tutul diye. Pantolonunu mu yıkayacakmış, kundurularını mı cilalayacakmış, hepsini peşin verir Ahmet. Fatma gelmiş demek, kendisini bekler. Yatak yorgan ne varsa ona gitsin, çimentoda yatar. Hapishanenin tek boyutlu yaşamından çıkıyor Ahmet onu düşündükçe. Düşünmek sınırları aşmak demek; Fatma onun tek kurtuluşu, tek olanağı.

Savaş tüm şiddetiyle sürüp giderken, korkunç bir kış bastırır. Fatma çoktan çıkıp gider hatta dışardaki sevgilisine kavuşur. Kaptan’ın bundan haberi yok. Duvarda ne fokurdayan yemeğin gölgesi, ne çayı demleyen kömürün yalazı. Süveyda koyulaşır. Bir sabah yollar, beller tıkandı, şehirlere kurtlar indi derken, Ahmet demir parmaklıklar arasından süzülüp gider.

Eleğin birkaç tozu
Yapı ve aktör arasındaki gerilim hattını tekrar düşünürsek, 72.Koğuş’un Ahmet Kaptanlı dönemini parlayan bir an olarak kaydedebiliriz. İkinci kısımda ise onun sönüşüne, tutukevi arkadaşlarının bizzat çökerttiği kamusal alana yani aslında parçalı bir kırığa tanıklık ettiğimizi söyleyebiliriz.

Gardiyanlardan biri o sabah, Kaptan’ın donan, tonlarca ağırlığındaki bedenini pencere demirlerinden ayırmak için keski ve çekiç istiyor. Kar duracak gibi değil, olacak olanı billur zarfında saklıyor.