Bildiğim, Ahmet Kaya’nın kimliğiyle, siyasi görüşüyle bu memlekette nar tanelerinden biri olarak yaşama dileğiydi. En renkli nar tanelerinden biriydi. Söylediklerinden söylemediklerine dek

Ahmet Kaya: “Öteki Bahtiyar”

Sezai Sarıoğlu Nar Taneleri’nde(İletişim, 2001) 80 öncesindeki devrimci yoldaşları anlatır. Yoldaşlığın evveli sonrası olmaz tabii, bir kere yoldaş olduysan hep yoldaşsındır. Dünyadan korkmuş da birbirine sığınmış, elele tutuşmuş, kolkola girmiş, aslında birbirinden başka da yol bilmeyenler değil midir yoldaşlar? Nar taneleri de biraz böyle gelir bana. Birbirine dokunmak, ama daha çok da birbirlerini tamamlamak için bir araya gelmiş tanebazlardır onlar: “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”

Ahmet Kaya da o narın, nar demek çok kardeş olmak demektir, sondan bir önceki tanesi. 7 kardeşin 6’ncısı diyelim. Yusuf ile Kamber derdi Nazlı babaannem, ufak kardeşlerim Halil ile Ali’ye. Oysa 5 çocuklu bir ailenin en büyüğüdür Ahmet Kaya. Ama yapısı, yüzü, gözü, bıyığı, gülüşü, yani böyle düşünmemde bunların hepsinin de etkili olmasına karşın, duygusu hepsinden baskın çıkar ve Ahmet Kaya narda rengini, içini, ruhunu, yerini bulacak bir taneymiş gibi gelir bana. Narın son taneleri ya da evin küçük oğlanları ya da devrime yeni terlemişlerden.

Vardır öylesi. Okullarda devrimci öğrenci derneklerinde ya da sosyalist örgütlerde, komik, sırabozan, ezberbozan, boyu posuyla, gülüşü duruşuyla, en koyu tartışmaların ortasında, bir göz işareti, muzip bir hareket ya da kendini kapıp koyveren bir gülüşle, gerginlik gideren, kimsenin kızamadığı, en çok “yav Ahmet gözüm tam da ulusların kaderini tayin hakkını çözüme bağlarken senin bu yaptığın da iş mi?” diye hafif sitemli bir sorunun ortasında sözcüklerin vidasını gevşeten, “tamam da hocam bu tavır diyalektiğe uygun mu?” sorusundaki diyalektiğin tam da kendisi olan güleç gençtir Ahmet Kaya.

Diyalektiğin her türlüsü, zıtların birliği, ikiliği, üçlüğü, devrimin güzelliği ve güçlüğü, Ahmet Kaya’da hepsini bulmak mümkün. Solun bazen çöl, bazen ova, bazen delta, bazen bağ bahçe, çoğu zaman da sarp kayalıklardan oluşan coğrafyasında ya da soldan insan manzaralarında her soydan, her boydan kişiye, düşe, ütopyaya yer olduğunun en sıcakkanlı örneklerindendir. Bir başka Ahmed, Arif de, çirkin kral Yılmaz Güney de solun sıcak kanadındandır. Solun telaffuz edilmesinde, insanların kendilerini solcu olarak tanımlaması ve solu benimsemesinde, sosyalist partilerin, örgütlerin liderlerinden, yazarlardan, teorisyenlerden daha etkili olmuşlardır.

Sosyalizmin bir bakıma bir iyilik hareketi, eylemi olduğu ve devrimci liderlerden Nasuh Mitap’ın “devrimcilik, insanın insanlığa sahip çıkmasıdır” şiarında karşılığını bulduğu gibi, bizde yüzyüze ya da insan insana dediğimiz bir ilişki, bir yakınlık içinde anlamını buluyor sol düşünce. Ahmed Arif’in şiirlerinde ‘puşt zula’sına karşı çıkarkenki öfkesi, Yılmaz Güney’in yoksulun yanında duran, onun hesabını soran, zalimi vuran gözüpekliği, Ahmet Kaya’nın annesinden gizli çikolata yemiş gibi hafif karamela kokan sesinde hem aşkı, hem doğayı, hem insanı savunan tatlı sitemi…Her şeyin yolunda olması için dünyanın solunda iyilik olduğunu yaşatan, duyuran, bildiren etkinlikleri ve canfeda oluşlarıyla, sol bu adamlara çok şey borçlu.

Borcumuzu ancak bu memlekette sosyalizmi kurararak ödeyebiliriz. Tıpkı Türk şiirinin Yunus Emre’yle birlikte doruğu olan Nâzım Hikmet’in dediği gibi, “ve elbette ki sevgilim elbet/ dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya/dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle; işçi tulumuyla/bu güzelim memlekette hürriyet…”

Ahmet Kaya’nın bir kendine iyiliği dokunmamıştır, faydası olmamıştır, ama şiire ve şairlere sanırım en az şairler kadar, hatta bazen şairlerden de çok yararı dokunmuştur. Şakası ve ciddiyetiyle bu yararlar bazı şairlerin ev satınalmasında önemli bir katkı sağlarken, bazı şairlerin de şiirden para kazanabileceğini görmesi şeklinde olmuştur ki, şair de dünya gözüyle şöyle hallice bir para yüzü görmüştür.

Nevzat Çelik’in “saçlarıma yıldız düşmüş/koparma anne ağlama” dizeleri Ahmet Kaya’nın sesinde nakaratta kalmamış, tam tersine şahdizeler gibi aklımıza fikrimize, kalbimize kazınmıştır. Attila İlhan’ın “Mahur Beste”si Ahmet Kaya’nın ezgisi ve sesiyle iki kere şiir olmuş, iki kere mahur, iki kere beste olmak gibi ayrı bir kıymet kazanmıştır. Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı, nasıl Türk şiirinde biçim-içerik uyumunun ya da birbirini belirlemesinin en yetkin ve yerinde örneğiyse, Kaya’nın, İlhan’ın “Mahur Beste” şiirini taşıdığı ‘asude bahçe’deki o müzik de şiire iki kere anlam katmıştır.

Ve tabii buradayken de, göç ettiğinde de ve şimdi uzaklardayken de sağladığı şey ‘imkansız sosyoloji’ diye bir yeni kavrama yol açsa yeridir. Ahmet’in ülkeden gitmesine yol açan Kürtçe konusuna rağmen, Kürt deyince tüyleri diken diken olanlar Kaya’nın şarkılarıyla ürpermişler, kendilerinden geçmişler, kendilerine rağmen kendileri için güzel bir iş yapmışlardır! Bir anlamda, Arkadaş Z. Özger’in “Zeki Müren’i seviniz” dizesi, Ahmet Kaya için de kullanışlı olmuştur. Bu kadar kolay olmamıştır tabii, ama, Zeki Müren’i sevmenin kolay olduğunu nereden çıkarıyorum ki ben? Sevildiği dönemleri daha çok hatırladığımdan böyle söylüyorum belki.

İkisinde de bir ‘bahtiyarlık’ sözkonusudur. Zeki Müren “Adım Mesut, soyadım Bahtiyar/Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz” sözleriyle yaşamdökümünü alabildiğine mutluluk içinde yaparken, Ahmet Kaya kendini hiç mi hiç ‘Bahtiyar’ hissetmez. Nasıl hissetsin? “Diyarbakırlıymış adı Bahtiyar/Suçu saz çalmakmış öğrendiğim kadar/geçiyor önümden gülyüzlü Bahtiyar/yaralıyım yerde kalan sazı kadar” diyerek mutsuzluğu adından başlayan ve kimliği suç unsuru olan ‘öteki bahtiyar’ın acısını paylaşır bizimle: “Mavi gökyüzünü ona dar etmişler”dir.

“Çok sözler edildi onlara dair”: Ahmet Kaya’ya dair. Lumpenlikten sol arabeske, müziğine, yorumuna, tarzına, sunumuna dair söylenmeyen şey kalmış mıdır bilmiyorum. Varsa da bilmiyorum. Bildiğim, Ahmet Kaya’nın kimliğiyle, siyasi görüşüyle bu memlekette nar tanelerinden biri olarak yaşama dileğiydi. En renkli nar tanelerinden biriydi. Söylediklerinden söylemediklerine dek. Şimdi evvelgiden ahbaplardan oldu, oysa vakit vardı daha. Barış içinde özgürce bir arada yaşanacaktı, o da özgürce türkülerini söyleyecekti. Söyletmediler. Hepiniz oradaydınız diye ne kadar öfkelensek de gelmez artık iki gözüm, gelmez de bazen de hiçbir yere gitmemiş gibi duruyor. Doğu’dan Batı’dan, Anadolu’dan şarkılar, şiirler, ağıtlar. Hepsi Ahmet Kaya’nın içinden geçen şarkılar. Öyle söylediği için bizim de içimizden geçiyor. Ben en çok “Bahtiyar”la bahtiyar oluyor muyum, söylemesi çok zor. Her seferinde gözümden değil, içimden kopuyor sanki yaşlar. Ahmet Kaya kendi şarkısını önceden söylemiş sanki: “Malatyalıymış, adı Ahmet Kaya/suçu Kürtçe türkü söylemekmiş ne sakıncası varsa…”

60 yaşın kutlu olsun iki gözüm Ahmet Kaya.