Ahmet Şık’ın o Ergenekon kumpasından kurtulup BirGün gazetesine yazdığı, mutfağa destek olduğu günler. Ben tıpkı bugünkü gibi iş hayatının koşturmacasından fırsat bulup asıl dert ettiklerime vakit bulamıyorum. Haftalık gazete yazılarımı aksatmamaya dikkat ediyorum o kadar. Gerisine vakit kalmıyor. Öyle ki gerisine vakit kalmadığını bile unutuyorum. O günlerde bunu bana hatırlatan tek kişi var: Ara ara telefon eden Ahmet Şık. “Gazete için bir şeyler yap” diyor. “Abi” diyorum, “yazı yazıyorum işte”, “Yetmez” diyor “güzel bir medya sayfası yapalım, bir konsept oluştur, başında dur.” “Vakit yok, günlük işlerim çok yoğun, hay huy” derken günler geçiyor. Ahmet Abi bir iki kere daha heyecanla arıyor ve sonra benden umudu kesiyor. Ahmet Şık’ın ikinci kez tutuklandığı günlerde yine günlük işlerimin girdabına kapılmışken sık sık aklıma geliyor o konuşmalar. Oturup Ahmet Şık’a açık bir mektup yazayım dediğim anda da ilk aklıma düşen ve bir eksiklik duygusuyla yerime çakılıp kalmama neden olan da onlar oldu. Sonra oturup sadece Ahmet Şık’a açık bir mektup yazmaktansa, umuda mektup yazmak istedim. Çünkü ikisi de aynı yere çıkar.

Benim bu kişiselmiş gibi görünen hikâyemden çıkan şu ki, o hep gazeteciydi, “hep işimi nasıl daha iyi yaparım” üzerine düşündü ve etrafını da buna yönlendirdi. Ahmet Şık’ın bir tutukluluk sebebi varsa “işini daha iyi yapmaya çalışması.” Daha önce de öyleydi, şimdi de öyle. Henüz basılmamış kitabını engelleyenlerin tutuklama motivasyonu neyse, şu anki tutuklanma motivasyonu da aynı. Cemaat tehlikesine karşı uyarmıştı ama başka tehlikelere karşı uyarmaktan da geri durmadı, hepsi bu. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nu, izninizle bir medya yazısından ziyade bir umut mektubu gibi akıtayım isterim.

Umut meselesi
Dünkü Cumhuriyet’te Ahmet Şık’ın ağabeyi Bülent Şık kardeşine hitaben bir mektup kaleme aldı. Bir yerinde Terry Eagleton’ın “Ortada bir umut varmış gibi davranmamak, gerçekten de umut olmamasını garanti edebilir…”* cümlesini alıntılamıştı Bülent Şık. Sanırım şu boğucu günlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey de o. Özellikle sosyal medyada umut kıran bir hava seziliyor. O nedenle sosyal medyada daha az vakit geçiriyor ve sık sık yakınlarda kaybettiğimiz John Berger’in “Umudumuz var diyemeyiz-sadece ona kucak açıyoruz.”** cümlesini anımsıyorum. Şu sıra sahip çıkmamız gereken en önemli şey o. Çünkü geleceği değiştirecek şey içimizdeki “umut” potansiyeli. Bu beylik bir laf değil.

No filmindeki reklamcı
CHP Gençlik Kolları güzel bir şey düşünmüş. Pablo Larrain’in No filminde hikâyesi anlatılan (Pinochet’nin devrilme sürecine girdiği) seçim kampanyasının kahramanlarından reklamcı Eugenio Francisco Garcia Ferrada’yı Türkiye’ye davet etmiş. Dünkü gazetemizin manşetinde Erk Acarer ve Meltem Yılmaz imzalı röportajda Gerrada, “gençliği yani geleceği” işaret ediyor, onlara “umut” vermenin önemine dikkat çekiyor ki zaten reklam kampanyasının çekirdeği de bu. Filmografi gereği sanki bir reklam kampanyasının her şeyi değiştirdiği sanılabilir ama az çok bu işlerin içinde biri olarak bunun koca bir yanılgı olacağını ilave edebilirim. Reklam (iletişim) işi, zaten var olan potansiyeli ortaya çıkarma, göze sokma işidir. Eğer ortada bir umut potansiyeli yoksa siz tek bir kampanyayla hiçbir şeyi değiştiremezsiniz.

İşte bu potansiyeli büyütmek de tek tek bireylere düşüyor. Eskiden iki düşünüp bir konuşuyorsak, şimdi üç belki de dört düşünüp öyle konuşmak şart. Ortalığa umutsuzluk saçmamak hatta saçanlara engel olmak da buna dahil. Edip Cansever, o meşhur şiirinde*** Ahmet Abi’sine seslenip diyordu ya “umudu dürt umutsuzluğu yatıştır” diye, en umutsuzluğa kapıldığım anlarda beni de yalnız bırakmayan başka bir Ahmet Abi’nin, Ahmet Şık’ın direnci. Bu direnç, işini iyi yapmaktan, yarınlara güzel bir ülke bırakma inancından doğan bir direnç. Bunu sadece umutla açıklayabilirsiniz. Çünkü kimileri bugünle uğraşır, kimileriyse gelecekle. O yüzden Ahmet Şık hepimizi arıyor belki de. Duymasak da görmesek de… Bu en kritik dönemeçte umudun çağrısı bu. Başka bir şey değil.

*İyimser Olmayan Umut, Terry Eagleton, Ayrıntı Yayınları 2017
**A’dan X’e Mektuplar, John Berger, Metis Yayınları 2008
***Mendilimde Kan Sesleri