Bugün artık gelinen aşamada, içeride olmak ile dışarıda olmak arasındaki fark/makas kapanıyor. Kuşatılmışlık, tecrit ve yalnızlık hissi dışarıdakine de veriliyor. Yine de içerde olmak, başka türlü hissettirir yaşamı ve kavgayı. Sınıflar mücadelesi, daha çıplak ve somut yaşanır

Ahmet Şık ve mücadelenin diyalektiği

MEHMET YEŞİLTEPE

Direnmek,

Kapitalizm çubuğunu,

Yaşamın bizzat içinde tersine büküp

Faşizmi kendi F’sinde yenmektir.

Guantanamo’yu erken yaşadı

Bu ülkenin devrimcileri;

Metris’te Türkçe’ye, 5 No’luda Kürtçeye çevrildi

Zulmün bilinen tüm biçimleri.

Ahmet Şık, yaptığı savunmayla yargılayanları yargılarken aynı zamanda bugün artık bir avuç işbirlikçi dışında hiç kimsenin muaf olmadığı, sermayenin değer ve çıkarları dışında hiçbir değere-ölçüye tahammülü olmayan zorbalık düzeninin gelmiş olduğu boyuta, içeride veya dışarıda olma farkını giderek azaltan mücadelenin diyalektiğine dikkat çekmiş oldu.

Darbe kurumsallaşarak kalıcılaşıyor

AKP, cemaatler-tarikatlar ile kurduğu, yol üzerinde liberaller vb. ile güçlendirip çeşitlendirdiği ittifaklar, süreç içinde, kimi amaçlarını icra ettiği ve deşifre olduğu oranda çözüldükçe, “ileri demokrasi” vb. söylemleri bırakıp baskı ve zor araçlarına yatırım yapmaya başladı. Gerçekte başından beri önüne koyup adım adım uyguladığı program ile bugünkü OHAL koşullarında hızlandırmış biçimde yerine getirdiği görevler birbirinin devamıdır. Diğer bir ifadeyle, bugün sermayenin dünya ölçeğinde hayata geçirmekte olduğu emek karşıtı, saldırgan ve insanlığın demokratik-ilerici birikimini fikri ve örgütsel bağlamda tasfiye etmeyi amaçlayan uygulamalar, AKP tarafından Türkiye’de 15 yıllık süreçte adım adım hayata geçirildi.

Gelinen aşamada artık darbeci bir iktidarla ve onun ekonomi politikalarıyla karşı karşıyayız. Daha önceki darbelerde olduğu gibi eğer darbeyi darbecinin öznel hesapları ile açıklamayacaksak, bunun bir ekonomi politiği varsa, bugün darbenin kurumlaşarak kalıcılaştırılması biçimindeki saldırıları da salt Erdoğan ve dar bağlamdaki çevresinin ihtiyaçları ile açıklayamayız. Tersine bugüne kadarki politikalarını bir geçiş kabul etmek gerekiyor. Olgunun (Sınıflar mücadelesinin) doğası gereği AKP, saldırganlaşmak durumundaydı; yüklendiği misyon/görevler itibariyle görüntüde de olsa demokratik söylemle ve nispi demokratik öğelere yer veren bir rejimle devam edemezdi. 15 Temmuz bir anlamda buna gerekçe, hatta fırsat (tanrının lütfu) oluşturdu. Ve muhtemel programını daha hızlı uygulama yoluna girdi.

AKP’nin giderek mevzi ve taraftar yitirip rıza oluşturma konusunda önceki süreçlere göre zorlanıyor olmasını hesapsız, akılsızca veya acemice bir politika izlemesiyle değil, politikalarına içkin haldeki paradoksla açıklamak gerekiyor. Bu konuda bir geri adım veya yüzünü halka dönme biçiminde bir manevra beklenmemelidir.

Büyük sermaye OHAL ilişkisi doğru kurulamadığı sürece, kimi yasaların, adım ve tavırların kişisel/keyfi görünme olasılığı vardır. Halbuki doğru bakılıp sınıfsal bağlamı içinde değerlendirildiğinde keyfiyetin veya kişisel boyuttaki inisiyatifin biçimde kaldığı, işin özünü sınıf ilişki ve çelişmelerinin belirlediği görülür. Erdoğan’ın “OHAL’i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz” biçimindeki ifadesi, söylediklerimizin bizzat kaynağından doğrulanmasıdır.

Eğer darbe salt askeri renk ve ölçüler üzerinden değerlendirilmeyecekse, işin özünü tekelci sermayenin tam hâkimiyeti için müdahaleler dizisi oluşturuyorsa, benzerlikler 12 Mart, 12 Eylül üzerinden kurulmalıdır. Tabii ki dünyada olduğu gibi Türkiye’de de değişen koşullara göre sınıfsal bağlamda bir güncelleme, araç ve yöntem çoğaltma söz konusudur. Tek tip elbise ve Guantanamo vurgusu ise egemenin sınıfsal duruşunun itirafıdır; tarz ve içerikte sınırlar ötesi benzerliğin kanıtıdır.

Asgari program azami ittifak

Ülkenin bir çeşit yarı açık hapishaneye çevrildiği, darbenin kurumsallaştırılarak kalıcı biçimler aldığı bu koşullarda, soyut söylemler düzeyinde kalan itirazlar veya bir bütün oluşturmayan karşı duruşlar, birikse de akmayan öfkeler, orta sınıfların erimesi oranında hacmi büyüyen ezilenler adına sınıflar mücadelesinin gereklerini karşılamaya yetmiyor.

Üretim dahil yaşamın hemen her alanında bir parçalanmanın yaşandığı, dayanışma zeminlerinin kuşatılarak sınırlandığı, kişinin bireysel sınırlarına kadar geriletilip yalnızlaştırıldığı koşullarda, toplumsallıkta ve dayanışmada ısrar, kişisel olanla genel olanı aynı karede görebilmeyi, mücadelede “ben”i “biz”in içinde hissedebilmeyi gerektiriyor. Merkezileşen, yaygınlaşan ve çeşitlenen saldırıya karşı, yaygın ve çeşitlilik içinde ama örgütlü ve bütünlüklü bir yanıt başarı için şarttır.

Yıllar öncesinde Mahir, “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye’yi kur­ma mücadelesi de kendi içinde ayrıca evrelere ayrılmış bir sürü aşamadan geçecektir. Ve de her aşama belli itti­fakları gerektirecektir” dermişti. Bu zamanlar üstü ve programatik öngörü, bugün neden “asgari program azami ittifak” ölçüleriyle hareket etmek gerektiğini anlatıyor. Geçtiğimiz günlerde Demirtaş’ın, “CHP ve HDP’nin karşılıklı olarak birbirlerine eleştirileri vardır. Ancak bu dönem için bu eleştiriler ertelenebilir” dediği ve siyasi partiler arasında ittifak yapmaktan çok toplumsal kesimlerin mutabakatının ve mücadele birliğinin sağlanmasının önemine dikkat çektiği açıklama, bu anlamda isabetlidir.

Ahmet Şık ve içeri-dışarı diyalektiği

Bugün artık Ahmet Şık gibi tutsaklara siyasal rehine muamelesi yapıldığı ve bir çeşit düşman hukuku uygulandığı biliniyor. Nitekim Ahmet bunu kanıtlarıyla ortaya koydu. Yaptığı savunmanın dışarıdakiler üzerindeki pozitif etkisi bir yanıyla da gönüllere tercüman olmakla ilintili.

Bugün artık gelinen aşamada, içeride olmak ile dışarıda olmak arasındaki fark/makas kapanıyor. Kuşatılmışlık, tecrit ve yalnızlık hissi dışarıdakine de veriliyor. Yine de içerde olmak, başka türlü hissettirir yaşamı ve kavgayı. Sınıflar mücadelesi, daha çıplak ve somut yaşanır.

Bunu kısaca şöyle özetleyebiliriz; sizlerle sınıfsal karşıtlık kutbunda yer alanlarca tutsak alınmışsınız. Siz meşrusunuz onlar gayrimeşru, siz haklısınız onlar haksız; tarihsel olarak suçlu olanlar da onlar; ama size suçlu muamelesi yaparlar. Yaşananlar bir yanıyla içten içe dokunsa da diğer yanıyla güç verir; size kimliğinizin önemini ve güzelliğini anımsatan bir sürekli dokunuş işlevi görür.

Başınıza nöbetçi/gardiyan dikilmiştir. Faşizm, bir tarif olmaktan çıkar, iliklerinize dek hissettiğiniz somut bir gerçekliğe dönüşür. Her şey doğrudan yaşanır. Bu doğrudanlık, iç tutarlılığınız varsa, söylediğiniz ile yaptığınız birbirini tamamlıyorsa, Ahmet Şık gibi size daha çok şey söyletir, öyle ki bir an önce dışarı çıkma atraksiyonlarının yerini daha nitelikli hesaplaşma alır. Dışarıda susanların veya sözünü esirgeyenlerin yerine de konuşursunuz. Muhalif tüm kesimlerin gönlüne, biriken öfkesine tercüman olursunuz.

Kolektif arayış sürdürülmelidir

Adalet Yürüyüşü’nde, Cumhuriyet davasında ve devam eden arayışlarda görüldüğü gibi artık toplumun önemli bir kesimi, giydirilmek istenen deli gömleğinin, adı konulmasa da fiilen şeriat egzersizi yapılmaya başlandığının farkında. Bu koşullarda bilim, kültür-sanat alanından emeğe ve demokratik alana kadar hiçbir kazanımın kalıcı olmayacağı, yaşamın her kesitinde bir mücadelenin gerektiği bilincine varılmış olsa da “ne ve nasıl yapmalı?” soruları tatmin edici biçimde yanıtlanabilmiş, tarafları ikna eden ve azami katılımı sağlayan araç ve yöntemler geliştirilebilmiş değildir.

Bunun için bir taraftan Gezi’den Hayır çalışmasına ve Adalet Yürüyüşü’ne uzanan pratiğin öğretici ve umut verici kazanımları dikkate alınmalı, diğer taraftan Haziran’ın bugüne kadarki sürecinden dersler çıkararak ve güncel görevleri ertelemeden, halkın tüm kesimlerinin kendini ifade edebileceği araç ve yöntemler için kolektif arayış sürdürülmelidir. Öyle ki sadece takvimsel veya törensel anlarda değil yaşamın tüm kesitlerinde, ezilenler en geniş bağlamdaki nüfusuyla ve gücünü haklılığından alan görkemiyle ezenlerin karşısına dikilebilmeli, iktidarın konjonktürel avantajlarını boşa çıkarabilmelidir.