Ahmet Ümit: Başkomser Nevzat  idealize edilmiş bir karakter

MUSTAFA KÖMÜŞ mustafa.k@birgun.net

Ahmet Ümit’in yeni kitabı “Kırlangıç Çığlığı” raflardaki yerini aldı. Usta yazarla edebiyattan siyasete keyifli bir sohbet gerçekleştirdik

■ “Vicdanını kaybetmiş bir dünyadan başka nedir ki cehennem?” diye soruyorsunuz okura. Bunu size sormak istiyorum. Siz nasıl cevap verirsiniz bu soruya?
Cehennem tabii dini bir tasvir ve esasen birkaç anlamı var. Birincisi daha yüzeysel. Bu dünyada iyi bir kul olursan, öteki dünyada rahat edeceksin, mutlu olacaksın vs. Asıl anlamına indiğimizde Mevlana’nın da söylediği gibi cehennem aslında kötülük yapmak ve o kötülüğün senin vicdanında neden olduğu yaralanma. Bedenin bundan rahatsız değilmiş gibi görünse de ruhunun acı çekmesi. Esas olarak fiziksel bir acıya maruz kalmaktansa, ruhun acıyı yaşaması.

■ Siz cinayet romanları yazarken, yanında da toplumsal veya tarihi meseleleri de anlatıyorsunuz. Kırlangıç Çığlığı'nda da çocuk istismarı, Suriyeli göçmenler ve organ kaçakçılığı konularına değinmişsiniz? Neden özellikle bunları seçtiniz?
Gerek cinsel istismar sorunu gerek bir bütün olarak göçmenlere yönelik politikalara girmek istedim. Bunlar hem güncel meseleler hem politik meseleler. Ben bir yazar olarak beni ilgilendiren kısmını, yani bu meselelerden yola çıkarak insan ruhunu anlatmaya çalıştım. Çünkü ben edebiyatın bir misyonu varsa bunun insan ruhunu anlatmak olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla romanın bir numaralı görevi insan psikolojisini anlatmaktır. Bu üç mesele; yani bir erişkinin bir çocuğu taciz etmesi, farklı kültürlerin görmezden gelinmesi hatta dışlanması ve organ kaçakçılığı bize insan ruhuna dair önemli ipuçları veriyor. Bu üç konu bana insan ruhunu tartışmam için çok önemli veriler sunuyor. Bu verilerden yola çıkarak ben insanı tekrar tartışmak istiyorum.

Bütün dinlerde insan en üstün varlıktır. Ama sadece dinlerde değil ideolojilerde de bu vardır. Örneğin Marksizm’de tarihsel iyimserlik diye bir kavram vardır. Yani eninde sonunda insan iyidir düşüncesine çıkarır. Ben bunların doğru olmadığına inanıyorum. Kötü müdür? Hayır. İyilikle kötülük bir arada yaşar insanda. Tam da diyalektik dediğimiz şey burada geçerlidir. İçimizde iyinin de kötünün de yansımaları vardır. Yıkıcılıkla yapıcılığın, merhametle nefretin, şefkatle öfkenin bir arada olduğunu görürüz. Tam da bu nedenle edebiyat kendi işlevini gerçekleştirmeli ve insan ruhunun doğru tanımını yapmalı. Bu tanımlamayı yapmazsak bu kanser olan birine sen ‘iyisin’ demeye benziyor. Tam tersine bu durumu doğru tarif edersek sorunları çözeriz.

Yazarlar iyi birer tanrı gibidir
■ Sizin kitaplarınızda okuru katillerle empati kurmaya iten bir içerik var. Bu kitapta da sorunların temeline inmeye çağırıyorsunuz okuyucuyu. Bu neden önemli?
Bu insanlarla empati kurulabilir mi bilmiyorum. Yazarlar iyi birer tanrı gibidir. Yani yarattığı karakterleri dışlamaz, ötekileştirmez, onu bir karikatür olarak anlatmaz. Onu olduğu gibi anlatır. Bu nedenle salt iyi ya da salt kötü karakterler yoktur. Onu o noktaya getiren nedenleri tartışır. Yani kitapta değinilen çocuğa cinsel istismar eylemi iğrenç bir eylemdir. Ya da çocuğunun böbreğini satan bir insanın bu fiilini onaylayamayız. Yani ilk akla gelen şu hemen tacizciyi linç edelim, hadım edelim, öldürelim. Ama bu öneri evimiz önünde yer alan bir bataklıktaki sivrisinekleri öldürme önerisine benzer. Halbuki o bataklığı kurutmak gerekir.

Çocuk tacizini önlemenin yolu onun nedenlerini bulmak, o insan bunu neden yapıyor bunu bulmaktan geçiyor. Ama bu toplumda bunlar oluyorsa bunda hepimizin sorumluluğu var.

Aileden başlaması gereken bir mesele var. Çocuklarla cinselliği konuşmuyoruz. Cinsellik tabu. Çocuklar cinselliği bilmeden yaşamaya başlıyorlar. Hiçbir çocuğa bedeninin özel ve namahrem olduğunu öğretmiyoruz. İlkokullarda ve ortaokullarda lisanı münasiple cinselliğin anlatılması lazım.

■ Bu kitapta çocuk istismarcılarını öldüren bir katil var. Hatta kitabı okurken bazen katile yani Körebe’ye hak veriyorsunuz bir yere kadar. Bir yerden sonra bu değişiyor. Bunu bilinçli mi yaptınız?
Körebe tabii ki bir kahraman değil. Sonuçta bir kurban, Yaşadıklarıyla bir seri katile dönüşmüş. Bir psikopattan söz ediyoruz. Ama Körebe’yi yarattım ki çocuk tacizinin nelere yol açabileceğini görelim.

ahmet-umit-baskomser-nevzat-idealize-edilmis-bir-karakter-448816-1.
Bugün en büyük sorun empati eksikliği. Kendisi gibi olmayana düşman olma. Ama sadece Türkiye’de değil, bütün dünyaya bu yayılıyor. Amerika’da da bu hâkim. Orada da Trump’ı seçebiliyorlar, Rusya’ da Putin’i seçiyorlar. Ama bu yıkım demektir. Çünkü bütün büyük medeniyetlere bakarsanız; Roma’ya, Osmanlı’ya, ABD’ye ve Avrupa’ya bakarsanız çok seslilik görürsünüz. Geçici bir dönem bu ama bugün insanlar kendi iradelerini gönüllü olarak güçlü liderlere verdiler. İnsanlar birey olma hakkından vazgeçmiş durumdalar. Bir süre sonra bunun tersi olacak. Türkiye için de aynı durum var. Türkiye daha farklı. Biz buna ‘kul kültürü’ diyoruz. Nedir bu: Anadolu topraklarına baktığımızda Hititleri, Romalıları, Doğu Romalıları, Osmanlı’yı, Selçuklu’yu görüyoruz. Hepsinde krallar, padişahlar mevcut.

■ Bu kitabınızın da baş karakteri Başkomser Nevzat. Nevzat idealize edilmiş bir karakter gibi. Bu karakter nasıl ortaya çıktı, yazarken neler düşündünüz?
Yeni Yüzyıl gazetesinin yayın yönetmeni olan rahmetli Okay Gönensin’den gelen teklif üzerine yarattım bu karakteri. Bu durum 2-3 ay sürdü. Ben hafta sonları gazetesinin arka sayfasında Başkomser Nevzat’ın Maceraları’nı yazdım. Sonra da Kavim romanının başkarakteri oldu. Nevzat, iki sinema karakteri ki bunlardan ilki rahmetli Sadri Alışık’ın oynadığı Ah Güzel İstanbul filmindeki Haşmet İbriktaroğlu›dur. Diğeri de Şener Şen’in can verdiği Muhsin Bey karakteri. Bir de gerçek bir karakter var: Eski Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul. O da Pol-Der’li [1970’li yıllarda faaliyet gösteren solcu polis derneği], solcu bir polis ve o dönem faşistler tarafından saldırıya uğrayarak öldürüldü. Evet, Nevzat idealize edilmiş bir karakter. Şöyle de söyleyebiliriz. Benim Türkiye’deki Emniyet’e önerimdir Başkomser Nevzat. O yüzden de aslında polis içerisinde çok okuru vardır. Aslında vicdanlı polislerin çoğu onun gibi olmak istiyorlar.

■ Son dönemde darbe girişiminden sonra birçok şey yaşandı. Polis teşkilatı karışık, ülkede devamlı bunun yansımaları var. Başkomser Nevzat bundan hiç etkilenmiyor mu?
Etkilenecek tabii ki. Elbette Nevzat da bu olanlardan payını alacak. Örneğin bir 14-15 Temmuz gecesi yaşayan bir Nevzat romanı şahane olur. Ama taşların yerine oturması lazım, hakikatlerin yerine oturması lazım. Roman geleceği kapsayacak bir şeydir, Yalnızca bugünü değil. Politikaysa, insanla politika arasındaki ilişkiyi anlatmak lazım. Başkomser Nevzat’la AKP iktidarı arasındaki ilişkiyi değil. Evrensel bir yapıt böyle ortaya çıkar. O nedenle de bunu biraz beklemek lazım.

■ Siz cinayet romanları yanında tarihi romanlar da yazıyorsunuz. Türkiye’de genelde tarihi romanlarda geçmişe övgü vardır. Halbuki sizinkilerde daha çok tarihin bize bıraktığı mirası görüyoruz. Biz tarihi neden öğrenmeliyiz sizce?
Geleceğe dair bir tanım da bulunacaksınız, geçmişi bilmeden bunu yapmanız mümkün değil. Yaşadığınız topraklardaki tarihi bilmeden kendi insanınızı tanımak kolay değildir. Ben kendi halkımı tanıtmak için bunu yapıyorum. Yani geçmişteki yaşayan insan Patasana ile bugünkü Körebe arasında ne fark var? Mevlana ile Şehsuvar Sami arasında ne fark var? Ne değişti? Bunları anlamak için yapıyorum.

Öyle bir toprakta yaşıyoruz ki çok zengin. Bunları öğrenmek de çok zevkli hale geliyor. Bir entelektüel olarak beni çok etkiliyor. Eskinin içinde de çok değerli şeyler vardır. Eskiyi doğruyu irdelemezsen yeniyi bulamazsın. Bir de tabii ki tarihi romanları çok seviyorum. İki şekilde beni besliyor bunlar. Bir entelektüel olarak çok doyuyorum. Çünkü her roman bir tez gibi. Örneğin Elveda Güzel Vatanım romanında İttihat ve Terakki üzerine bir tez yazdım. Mevlana›da Sufizm üzerine bir tez yazdım. Bunların hepsi çok kıymetli, yepyeni şeyler öğreniyorum. Aynı zamanda okur da öğreniyor.

İstanbul’a olanlardan çok rahatsızım
■ Başkomser Nevzat bir İstanbul aşığı. İstanbul'u seven herkes gibi son durumdan da rahatsız. Ahmet Ümit’in İstanbul’a dair düşünceleri nelerdir?

Çok rahatsızım. Aslında bu konudaki en özlü cevabım İstanbul Hatırası’dır. İstanbul çok farklı kültürlere ev sahipliği yapmış bir şehir. Siz 2700 yıllık bir şehre istediğinizi yapamazsınız. Buraya göç gelebilir ve o insanların ihtiyaçları da karşılanabilir. Ama bunu yaparken şehrin dokusunu bozamazsınız. Çünkü bu şehir yalnızca burada yaşayanların değil, bütün insanlığın.

■ Siz sosyal medyayı çok aktif kullanıyorsunuz. Sosyal medyada son dönemde ‘linç kültürü’ diyebileceğimiz bir durum oluştu. Siz ne düşünüyorsunuz?
Sosyal medya çok yararlı ilk olarak bunu söylemeliyim. Baskıcı toplumlarda çok daha yararlı. Elbette yararları dışında zararları da var. Örneğin troller, politik yönlendirmeler, ahlaki olarak eksik insanlar, şiddete meyilli insanlar orayı istediği gibi yönlendirebiliyor. Buna rağmen ben sosyal medyayı kıymetli buluyorum.

***

Ülkü Tamer beni cesaretlendirdi

ahmet-umit-baskomser-nevzat-idealize-edilmis-bir-karakter-448817-1.

■ Geçen günlerde Ülkü Tamer’i kaybettik. Siz Ülkü Tamer hakkında ne söylemek istersiniz?
Ülkü abi benim dostumdu. Antep›ten beni etkileyen iki kişi vardı biri o biri de daha önce kaybettiğimiz Onat Kutlar’dı. Ülkü Abi hem dostum hem edebiyatçı yönüyle de takip ettiğim bir insandı hem de varlığıyla beni cesaretlendiren bir insandı. Kaybı tabii ki acı. Ama diğer yandan bu insanların yazdıkları ileride daha demokratik, daha hümanist, daha çoğulcu bir ülke için nüveler oluşturacak. Bu nüveler aslında bizi ayakta tutacak. Osmanlı’dan beri siyasetçiler geldiler, gittiler. Ama Namık Kemaller, Yılmaz Güneyler, Ahmet Hamdi Tanpınarlar, Nâzım Hikmetler, Sait Faikler kaldı. İşte Ülkü Tamerler, Tarık Akanlar da bu ülkenin demokratik kültürel kodlarını oluşturuyor. Bunu korumak lazım, üretmeye devam etmek lazım, aslında umudu kesmemek lazım. O inançla, o bilinçle üretmeye devam etmeliyiz.