Ahmet Ümit: ‘Bir tek adamın çıkarları için koca ülke yangına sürükleniyor’

SERAP ÇAKIR - cakirserap@yahoo.com
O Türkiye’nin en çok okunan yazarlarından birisi. Üstelik yalnızca Türkiye’de değil onlarca ülkede de fazlasıyla okuyucuya sahip. Usta yazarla, kısa süre önce aldığı ödülü vesile edip bir araya geldik. Sonbahar’da meraklısıyla buluşacak yeni romanını, dünyadaki yayıncılık anlayışını ama en önemlisi ülke gündemini masaya yatırdık. İşte Ahmet Ümit’ten çok konuşulacak açıklamalar.
>>Güzel ve ilginç bir ödül aldınız önce oradan başlayalım. Elektrik Elektronik ve Hizmet İhracatçıları Birliği 2014 yılı içerisinde eserleri yurt dışına en çok satılan yazar olarak size İhracatın Yıldızı ödülünü verdi.
Eserlerimin yayınlanması 20 dile ulaştı. Bu benim için özel ve hakikaten değerli bir ödül. Çok değerli çünkü Türk yazarlarının yurt dışında yayınlanması çok zor bir mesele. Türkçe çok bilinen bir dil değil ve dolayısıyla iyi Türkçe bilen yabancı sayısı çok az. Ha deyince çevirmen bulamıyoruz. Diyelim ki Danimarka’da yayınlanacak. Bunun için hem Danca bilecek hem Türkçe bilecek, hem İsveççe bilecek hem Türkçe bilecek. Çok zor bunları bulmak. Bu nedenle yabancı dile çevrilen yazar sayısı fazla değil, umarım artar.
>>Benim bildiğim 23.
20 dilde kitabımız var ama 30 dilde sözleşmemiz var. 20 tane elimde şu anda basılmış kitabım var. 10 tane de sözleşmesi imzalanmış ama onlar elimizde olmadığı için 30 dil diyemiyorum.
>>İngiltere ve Amerika’da çeviri eser % 1 civarındaymış. Çok şaşırttı beni.
Amerika ve İngiltere % 65 oranında kültür ihraç ediyor. Biz Türkiye’de % 60 civarında sanırım tam rakamlar değil ama aşağı yukarı böyle, yabancı eserlerin çevirisini okuyoruz. Oysa bizim eserlerimiz ve yalnızca bizim eserlerimiz değil, dünyadaki diğer bütün kültürler İngiltere’de ve Amerika’da % 1’i tutuyor. Yani ben Ahmet Ümit olarak İngiltere ve Amerika’da yayınlanacaksam Rusların, Arapların ne kadar insan varsa hepsiyle beraber o % 1’in içine girmeye çalışacağım. Bunu kültürün hegemonyası olarak düşünmek lazım.
>>Peki bu İngiltere ve Amerika’nın kendi kendine yettiğinin de bir kanıtı mı?
İki nedeni var. Bizde Shakespeare yok, Agatha Christie yok, o yazarlar çok büyük. Ama diyeceksiniz ki bizde Mevlana var, Nazım Hikmet var, Yaşar Kemal var, Orhan Pamuk var ama demek ki sadece bu da yetmiyor. O kültüre sahip olan, o kültürü tanıtan ve satan bir güce de sahip olmak gerekiyor. Bizde o güç yok.
>>Siz yakın zamanda Yunanistan’a gittiniz. Çünkü Beyoğlu’nun En Güzel Abisi orada büyük bir yayınevi tarafından çevrildi. Peki, Yunanistan’da yayıncılık açısından durum nasıl?
Yunanistan’da benim yedi romanım yayınlandı. Peş peşe yayınlandı hatta. Son romanımı da yayınladılar, şu an başka bir romanımın çevirisi bitti. Yakında onu da yayınlayacaklar. Yunanistan, Bulgaristan’da da aynı şekilde. Makedonya’daki ülkeler, Arap ülkeleri ve İran bizimle çok daha fazla ilgileniyor. Amerika ve Avrupa’dan çok daha farklı bir durum var. Çünkü ortak bir Osmanlı kültürü var. Bu Osmanlı kültürü nedeniyle herkes bir şekilde Türkiye’ye ilgi duyuyor. Bir kere bunu ayırmak lazım. Yani kitabı okuduğu zaman kendi dedesinden gördüğü bir şeyi anlıyor. Yunanistan hele inanılmaz yakın. Dedeleri ya da babaları Türkiye’den gitmiş çoğunun. Anlatıyor, Manisalıyız diyor, Fenerliyiz, Balatlıyız, Büyük Adalıyız diyor ve bunlar sevgiyle yaklaşıyorlar. O yüzden Yunanistan’da benim satışlarım ve bana duyulan ilgi çok büyük. Bu çok değerli bir şey. Bulgaristan’da da öyle.
Peki ya Syriza? “Darısı başımıza…”
>>Yunanistan’da Syriza’nın etkilerini gördünüz mü?
Syriza’nın etkilerini gördüm. Çünkü Syriza gelmeden önce geçen yaz Haziran ayında gitmiştim Yunanistan’a. Aynı bizim Taksim Meydanı gibi her yerde polis vardı. Her yer polis kaynıyordu, inanılmazdı. Tehdit eden bir polis gücü vardı, oysa şimdi polis görmüyorsunuz. Polisler var ama onlar da kadın polisler. Ellerinde biber gazı yok, sokaklarda bizim Toma benzeri araçlar onların hiç biri yok. Bitmiş, bir rahatlama var.
>>Görece devletin “tehdit” olarak gördükleri bir anda yok mu oldu, ne oldu peki?
Syriza her şeyi barışçıl yolla ve halkla birlikte çözmeye başlıyor. Bunun getirdiği bir güven var. Geçtiğimiz yaz Parlamentonun olduğu meydandaki bir otelde kalmıştım, hatta gözümüzün önünde bir gösteri de olmuştu. Şimdi hiç öyle bir şey yok. İnsanlar tiyatrolara gidiyor, gündelik hayatını yaşıyor. Darısı bizim başımıza diyorum.
>>Rusya’nın da dev bir edebiyatı var. Onların çevirilerle arası nasıl? Sizin romanlarınız çevrildi mi?
Benim bir romanım, bir masal kitabım çevrildi. Masal Masal İçinde ile İstanbul Hatırası. Ben Komünizm döneminde Rusya’da bir yıl yaşadığım için, Marksizm Leninizm Enstitüsü’nde kalmıştım. Rusya’da karşıdevrimden önce inanılmaz kitap okunuyordu. Benim oraya gittiğim dönemde de çaycılık yapan, büfe çalıştıran insanlar vardı. Ben onlarla Tolstoy/Dostoyevski üzerine sohbet edebiliyordum. Son durumunu bilmiyorum ama bu Haziran’da gideceğim. Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümünde orada olacağım. Anmasına katılacağım. Çok merak ediyorum. Uzun süre gitmedim, çok üzülürüm göreceğim şeyler beni üzer diye korktuğum için gitmedim, şimdi gideceğim ve göreceğim. Rusya’da o zaman çok okunuyordu, şimdiki durum nedir, onu açıkçası bilmiyorum.
>>Kaçmış mıydınız Moskova’ya siz?
Hayır, kaçma değil. Türkiye Komünist Partisi’nin üyesiydim ben. Burada diktatörlüğe karşı savaşıyorduk, 1985-1986 yılları sahte pasaportla gittim oraya eğitim gördüm ve tekrar buraya geri döndüm. Türkiye Komünist Partisi kurulduğu yıllardan beri Moskova’ya kadrolarını yollardı. Onlar orada Marksizm Leninizm eğitimi alırlardı. Ben de bir yıl kadar eğitim aldım ve yine sahte pasaportla 86 yılının yazında döndüm.
>>Bir iki soruyla da Türkiye gündemini değerlendirelim istiyorum. Ağrı’daki son gelişmeler için neler söylemek istersiniz?
Ağrı olayı da böyle, savcının öldürülmesi olayı da aynı şekilde diye düşünüyorum. Sanıyorum AKP artık oy kaybediyor ve iktidarı kaybedecekleri için büyük bir kaygı ve korku içerisindeler. İktidarı kaybetmeyi göze alamıyorlar çünkü geride saklanan korkunç bir durum ve tablo var. O yüzden de şu anda onların deyimiyle, milletin huzurunu bozmaya çalışıyorlar. Milletin huzuru bozulursa insanların HDP’ye oy vermeyeceğini düşünüyorlar. Çünkü AKP’nin başını belaya sokacak tek şey HDP’nin barajı aşmış olması, aşması. CHP’nin fazla oy alması da çok değerli elbette. Hatta MHP’nin % 20’ye gelmesi de bence değerli. Fakat asıl mesele HDP’de düğümleniyor. O nedenle HDP’yi ve Kürt siyasetini yeniden çatışmanın içerisine çekmeye çalışıyorlar. Bu çatışmanın kendilerine oy getireceğini düşünüyorlar. Halkın “aman kaos çıktı, memleket nereye gidiyor” diyerek, bu halimize razı olalım demesini ümit ediyorlar. Yani ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar.
“Herkesi HDP’ye oy vermeye çağırıyorum”
>>Bu satırları okuyanların ne yapması lazım sizce?
Bir sağduyuya, yalandan uzak, propagandadan uzak, sahtekârlıktan uzak bir bakış açısına ihtiyacı var herkesin. Türkiye’de bütün kesimlerin buna ihtiyacı var. Çünkü AKP’nin şu anda uyguladığı politika Türkiye’yi iç savaşa, ülkeyi mahva götürüyor. Bir tek adamın başarısı için, bir tek adamın çıkarları için koca bir ülke yangına doğru sürükleniyor. O yüzden herkesin şapkayı önüne koyup düşünmesi lazım. Bu durumdan seçim yoluyla çıkmamız lazım.
>>HDP Meclis’e giremezse ne olur?
Çok kötü olur. Korkunç olur. Neden? Çünkü belli bir noktaya kadar gelindi. Kürt siyaseti kendi rüştünü ispat etti ve HDP Türkiyelileşmeye başlıyor giderek. Bu da çok değerli bir şey. Silahlı mücadele bitiyor, siyasal mücadele başlıyor. HDP’nin Meclis’e girememesi bütün bunları sekteye uğratabilecek bir gelişme olur. O yüzden bu seçeneği düşünmek bile istemiyorum. Ve herkesi HDP’ye oy vermeye çağırıyorum.
>>Hükümetin nesine güvenelim?
Taner Yıldız önceki günlerde bir açıklama yaptı ve Akkuyu Nükleer Santrali’ni en güvenilir yapı ilan etti. Bir taraftan da nükleerin insan hakkı ihlali olduğunu söyleyen insanlar var. İki kutuptan bakılan bu yapıları siz nasıl değerlendiriyorsunuz. Bence de insan hakları ihlali. Bu dünyanın en güvenilir yapısı dedikleri şeyi Ruslar yapıyor. Çernobil diye bir olay var. Çernobil’e hala giremiyor insanlar. Dünyanın en güvenilir yapısı dedikleri bu yani. Japonya’da hala yakıt sızıyor. Nükleerin güvencesi de garantisi de yok. Bizim nükleerden uzaklaşmamız lazım. Dolayısıyla nükleerin kendisi ölüm demektir.
>>Peki neden böyle diye sorsam?
Bunlar hiçbir sorumluluğu olmayan adamlar. Bu insanlar, hızlı tren diye alt yapıyı değiştirmeden trenin hızını artırdılar onlarca insanı öldürdüler Pamukova’da. Nesine güveneyim ki ben bu adamların?
>>Soma’yla ilgili de bir sorum var. Yıllardır polisiye eserler yazıyorsunuz. Hiç Soma gibi bir cinayeti tasavvur edebilir miydiniz?
Bu kadar vahşeti edemezdim. Çünkü bu kadar büyük önlemsizlik düşünemezdim. Bu hükümetin bu iktidarın yapısı o: “Yaptım oldu.” Son derece pragmatik, kendi işlerine göre atlıyorlar, bunu yapacağız diyorlar. “Biz yaptık oldu” diyorlar. Bu adamlar alt yapıyı kurmadan biz yaptık oldu derdindeler. Ekonomileri de böyle. Hiçbir zaman temel alt yapıları olmayan hiçbir zaman planlamayan bir yapıya sahipler. Dolayısıyla Soma bunun sonucudur. İşte Pamukova tren kazası da bunun sonucudur. Korkarım ileride daha büyük olaylar olacak, bunlar da onun sonucu olabilir. Bu çok ürkütücü bir şey. Ama ben bu kadarını düşünemezdim. Bu kadar insanın ölebileceğini, hayatını kaybedeceğini düşünemezdim. Benim için de gerçekten büyük bir şoktur.
“Abdülhamidçi değil İttihatçılar”
>>Yeni yazmaya başladığınız romanınız İttihat ve Terakki üzerine. Sanıyorum çok da ses getirecek bir eser olacak. Ne zaman okuyucuyla buluşturacaksınız ve bu romanın önemi nedir sizce?
Eylül’e sonbahara yetiştirmeye çalışıyoruz. Günümüzde yaşanan her şey İttihat ve Terakki. Bugünkü hükümet örneğin. Aslında kendini İttihat ve Terakki’den çok Abdülhamid’e yakınmış gibi gösteriyor ama değil. Bunlar da İttihatçı. İttihat ve Terakki çok enteresan bir hareket. Abdülhamid despotizmine karşı hürriyet, eşitlik, hatta adalet sloganlarıyla başlayan ama onu yıktıktan sonra kendisi de ne yazık ki despotizme dönüşen bir hareket. Bir yandan ülkenin bütün entelektüellerinin İttihat ve Terakkici olduğunu unutmayalım. Sağdan ve soldan. Mustafa Suphi’den Adnan Menderes’e, Mustafa Kemal Atatürk’e, Celal Bayar’a, İsmet İnönü’ye kadar herkes İttihatçı. Herkes oradan geliyor. O nedenle çok iyi analiz edilmesi gerekiyor. İttihat ve Terakki anlaşılmadan bugünün Türkiye’si anlaşılamaz.
>> Ahmet Bey, bu yeni romanınızın çok ciddi bir kaynak araştırması da var sanıyorum.
Ben tarihçi değilim. İttihat ve Terakki de başlı başına çok büyük bir alan. Dolayısıyla iki hatta üç şey yapmam gerekiyordu. Bir, okuma, tez hazırlar gibi okuma. Bu nedenle neredeyse İttihat ve Terakki’nin bütün kitaplarını aldım ve belli başlı olanlarını okudum. İkincisi de İttihat ve Terakki’nin gezisini yaptım. Paris’e gittim ve Jön Türklerin ilk lokali neredeydi buldum mesela: Bonapart sokağı, 25 numara. Manastır'a gittim. Selanik’e gittim. İttihat ve Terakki neredeyse oraya gittim ve onların izlerini sürdüm. Bir de bu konunun uzmanlarıyla röportajlar yaptım. Ondan sonra ancak romanımı kurabildim. Bir tür tez çalışması gibi hazırlandım.