Ahmet Ümit: Herkes gibi çok korkuyorum; başıma her şey gelebilr

Türkiye'nin önemli polisiye roman yazarlarından Ahmet Ümit, “Bu ülkedeki herkes gibi çok korkuyorum. Yani başıma her şey gelebilir. Mesela Ahmet Hakan’ı dövdüler. Ben yazarım ama basın baskı altındaysa sessiz kalamam. Bedel ödemek istemem ama bunun bir bedeli varsa, ne yapalım” dedi. Ahmet Ümit, Özgür Düşünce Gazetesi’nden Hüseyin Keleş'in sorularını cevapladı.

İşte Ahmet Ümit'in o röportajı:

KİMSE MUTLU DEĞİL, HERKES ENDİŞE İÇİNDE

Dolayısıyla benim çok geniş bir okur kitlem var. 2 yılda bir roman yazıyorum, 1 yılın sonunda ‘Önümüzdeki kitap ne zaman çıkacak’ diye başlıyorlar. Birincisi bu; ikincisi, evet İttihat-Terakki’yi hepimiz duymuşuzdur. Günümüze atıflarla dolu bir roman bu. 100 yıl öncesini anlatıyor ama çok enteresan bir şekilde günümüze atıflarda bulunuyor. Tabii bunların hepsi insanları etkiliyor. Çünkü bugün de insanlarda şöyle bir kaygı var. Bir kere herkes mutsuz. Muhalefette olanlar da mutsuz, iktidarda olanlar da… Herkes bir endişe içerisinde yaşıyor.

TÜRKİYE KORKUNÇ BİR NOKTADA

Türkiye’nin geldiği yer korkunç bir nokta. Bu korkunç tablonun bir an evvel değişmesi lazım. 100 yıl öncesini yazıyorum ama bugünkü ruh hâliyle bakmış oldum. Bugünkü ruh hâliyle 100 yıl önceki ruh hali yakın. İyi şeyler yapacağım diye gelen İttihat Terakki fakat giderek despotlaşan bir İttihat Terakki. Şartlar çok ağır tabii ama şartların ağırlığı eşitlik, özgürlük, hürriyet, adalet diyen bir hareketin despot olmasını açıklayabilir mi? Başka bir tartışma konusu. Bu yüzden 100 yıl öncesini okuyanlar bugünkü tabloyla karşılaşıyorlar.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ YOK ETMEK ÜLKEYİ MAHVA SÜRÜKLER

İttihat Terakki’nin despotlaştığı dönemde zor şartlar var diyorsunuz. Bugün de mi şartlar aynı zorlukta?

Orada İttihat ve Terakki kuşatılmış durumda. Attığı her adımda parçalanıyor. Bugün yaşadığımız belalar, Rusya ile gerginlik, IŞİD’in başımıza bela olması politik bir karardır. Olmayabilirdi. Birinci durum bu. İkincisi bugün Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştıracak koşullar da yok. Bugün baktığımız zaman yürütmenin her şeye hakim olduğunu görüyoruz. Bu kamplaşmayla, bu çatışmayla hiç kimse kazanamaz. Türkiye şu anda çok büyük bir kaos yaşıyor. Bunun nedeni çok açık; demokrasiden uzaklaşmak, hukuktan uzaklaşmak, basın özgürlüğünü ortadan kaldırmak. Bu bizi mahva sürükler. Tek adamlık fayda getirmez. İttihat Terakki de tek adamlığa gitti sonunda Enver’e ulaştı. Maalesef ülke de Enver de kaybetti. Buradaki süreç de aynı olacak.

ÖFKE, NEFRET VE KIŞKIRTMA POLİTİKALARINDAN VAZGEÇİLMELİ

Bugün İttihat böyle anlatılıyor. 100 yıl sonra da AKP bu şekilde mi anlatılır? Süreç tamamlanmadı. Ama demokrasiye dönüş olmazsa böyle anlatılacak. Yani bugün güçlü olmanız çok önemli de- ğil. Bugün yüzde 49 alırsınız, 6 ay sonra bir olay olur yüzde 15’e düşersiniz. Ecevit örneği var. Yani güce dayanarak bu yolda yürü- mek zor. Hakka ve adalete dayanarak gitmek lazım. Geçmez zannediliyor ama bu dönemler geçer. 10 yıl 20 yıl insanlık tarihi için hiçbir şey. Güç sarhoşluğu Türkiye’yi kötü bir yere götürür. Bu yüzden öfke, nefret, bölme ve kışkırtma politikalarından vazgeçmek herkesin yararına.

BEDEL ÖDEMEK İSTEMEM AMA…

‘Siyasi mesaj vermeyeyim de başım derde girmesin’ dediğiniz oluyor mu? Herkes gibi ben de korkuyorum. Fakat bir yerde öyle bir şey var ki onu söylemesem vicdansızlık olacak. Bu ülkedeki herkes gibi çok korkuyorum. Yani başıma her şey gelebilir. Mesela Ahmet Hakan’ı dövdüler. Ben mesleğim gereği öyle bir süreç içerisinde değilim. Ben bir yazarım ama Can Dündar tutuklanmışsa buna sessiz kalamam. Basın baskı altındaysa sessiz kalamam. İyi ki sesimi çıkarıyorum. Bir bedeli varsa, ne yapalım… İstemem bedel ödemek, kimse istemez hapse girmek. Kimse zalim olmasın. Zulme uğrayandan daha beterdir zalim olmak.

ÜLKE BASKIYLA YÖNETİLİYOR

Tarihin gerçeklerinden ve olabilecek sonuçlarından bahsediyorsunuz. Peki siyasetçiler olumsuz gidişi öngöremiyor mu?

Bence hükümet büyük bir tehditle kar- şı karşıya olduğunu düşünüyor. Kendileri öyle düşünüyor. Bu tehdide karşı kendilerini savunmak için daha ağır daha baskıcı adımlar atı- yorlar. Adım attıkça tehdit daha da büyüyor. Çünkü öfke de daha çok büyü- yor. Ülkeyi hoşgörü ve sevgiyle değil baskıyla yönetmeye baş- lıyorsunuz. Olağan yöntemlerle yönetemiyorsunuz, bu çok tehlikeli bir şeydir.

Demokrasiden çıktığınız zaman yaşananlar Kaddafi’dir, Suriye’dir, Irak’tır, Kuzey Kore’dir. Bu süreçte bir ‘Paralel’ argümanı ortaya atıldı. Bakışınız nasıldır bu meseleye? Bu mesele çok boyutlu. Devletin içerisinde bir başka yapı varsa bu kabul edilemez. Ama sorun şu, sen bugüne kadar bu insanlarla beraber yürümüşsün. ‘Beni kandırdılar’ denmesi bunu açıklamaz. Burada büyük çelişkiler var ve bu benim kafamı karıştırıyor.

GAZETECİ ÖLDÜRÜLMESİNDEN KORKUYORUM GERÇEKTEN

Basına baskı bir İttihat geleneği mi? Aslında ilk baskı Abdülhamit döneminde başlar. Sansür vardır. Ama maalesef bunu İttihatçılar sürdü- rür hatta biraz daha ileri götürüp öldürmeye başlarlar. Abdülhamit döneminde ben gazeteci öldürüldüğünü hatırlamıyorum. 12 Eylül’den sonra da gazeteci öldürülmeye devam edildi. Bugün şükür hiçbir gazeteci öldürülmüyor. Ama öldürülmeyecek anlamına gelmiyor. Bundan korkuyorum gerçekten.

DERİN DEVLET HER ZAMANKİNDEN DAHA FAZLA İŞ BAŞINDA

Kitabınızın kapağında ‘Devletin derinlikleri, toprağın derinliklerinden daha karanlıktır’ notu var. İktidarın şu dönemde derin devletle işbirliği yaptığı iddiası var. Siz böyle bir şey hissediyor musunuz?

Şu an hissediyorum. Şöyle hissediyorum. Barış dönemi bitince birdenbire Güneydoğu’da çatışmalar başladı. PKK’nın silahlı mücadelesini hiçbir zaman onaylamadım, yine de onaylamam. Ama bugün orada birtakım karanlık işler dönüyor. KÖYLER KAPATILIYOR Köyler kapatılıyor, şehirler kapatılıyor. Tahir Elçi’nin ölmesi meselesi karanlık. Bir şeylerin döndüğü çok aşikar. Dolayısıyla derin devlet AKP iktidarında her zaman olduğunda daha fazla işbaşında.

ZULÜMLE DESPOTLUKLA ABAD OLUNMAZ

Kitabınızı 4 yıl önce yazmaya başladınız. 4 yıl önce Türkiye’de nispeten daha özgürlükçü bir ortam vardı. Siz bugünleri öngörmüş gibisiniz?

Bu romanı yazarken sürecin bu yöne doğru evrildiğini gördüm. Ama sonuçta bir roman ve politik dönüşler için yazılan roman değil. Böyle olsaydı bu dönem bitince benim romanım da biterdi. Bu dönem bitecek, net, Allah’ın emri. Koca Stalin yıkıldı. Zulümle abad olunmaz, despotlukla abad olunmaz. Tek yol demokrasiye geri dönmektir.

KAYYIM ATAMAK HAYIRLI BiR HAREKET DEĞiL

Hemen her dönem basına baskı söz konusu. Peki bugünün diğer dönemlerden farkı nedir?

Çok örgütlü bir şekilde yok etmeye yönelik bir hareket var. Kayyım atanması da öyle. ‘Paralel’ meselesi hukuki bir meseledir. Ama basın çok ayrıdır. Varsa bağlantıları çıkar ortaya. Neden kayyım atıyorsun, ne oldu yani. 12 Eylül’de böyle şeylerle çok karşılaştık. İleride hakikat ortaya çıkacak. Bunlar hayırlı ve olumlu şeyler değil. Romanınızda bugünle zaman zaman irtibat kuruyorsunuz. İttihat döneminde de az da olsa yolsuzluk var. Buradan da bir benzerlik kurulabilir mi? Bugünkü kadar yok. Vagon yolsuzluğu vardı. Ama bugünkü kadar yoğun bir yolsuzluk yoktu. İaşe memurlarında vardı sanırım? Evet onda var. Ama büyük paralar götürmek, kendi ticarethanelerini kurmak, politik kararlar alıp ekonomiyi etkileyerek oradan paralar götürmek gibi büyük olaylar yok.

SiYASET YAZSAM SIKINTI YAŞARDIM

Siz polisiye yazarısınız. Romancısınız. Siyaset yazsaydınız sıkıntı yaşar mıydınız?

Yaşardım tabi. Yaşıyor insanlar. Benim bir duruşum var. Gördüğüm yanlışı söylemezsem ahlaki davranmış olmam. İçim rahat etmiyor benim. Mesela Cemaat ya da Hizmet Hareketi, Ahmet Şık’ın kitabını yayınladım diye benim adımı sildi. Bundan vazgeçmeliler, bunlar yanlış işler. Ama bugün Cemaat’e haksızlık yapıldığında, onların da yanındayım ben. Yarın Tayyip Erdo- ğan’a haksızlık yapılsa onun da yanında olurum. Ben adalet ve haktan yanayım. Ama şu anda gördüklerim korkunç. Hiçbir şey iyi gitmiyor.