Ahşaba çağdaş dokunuşlar
Coşkun’un Paris’teki Paul Belmondo Müzesi’ndeki sergisi sanatçının ahşap heykellerine odaklanıyor. Coşkun haftanın belli günleri heykellerini izleyicilerin karşısında yapmak için müzede sanatseverleri bekliyor.

Emrah KOLUKISA
“Van Gogh kulağını kopardığında, Rimbaud sevgilisi tarafından vurulduğunda ve Artaud’nun kafası elektroşokla patladığında, sen Coşkun, çekiçle toprağın bağırsaklarından b.k, sperm ve hayat kokan bir eser yaratıyordun.”
İspanyol şair, oyun yazarı, romancı, ressam, oyuncu, sinema ve tiyatro yönetmeni Fernando Arrabal’ın, 1980’den beri Paris’te yaşayan Türk sanatçı Coşkun’un yeni sergisi için basılan kitapta yer alan şiirinden alıntı bu satırlar. Arrabal ve Coşkun, farklı kuşaklardan olsalar da iki yakın dost ve geçmişte yaptıkları ortak çalışmalar onlara bu şiire dek uzanan bir hukuk kazandırmış gördüğümüz kadarıyla. Paris’teki Paul Belmondo Müzesi’nde ‘Expression Directe’ başlıklı sergide Arrabal’ın sözünü ettiği heykeller dışında sanatçının tüm kariyerini özetleyen işleri de yer alıyor.
Sergiyi ziyaret ettiğimde Coşkun’u müzenin bahçesinde, elektrikli testeresiyle çalışırken buluyorum. Haftanın belirli günlerinde bahçede, izleyenler eşliğinde, heykel üretimlerine devam ediyor ve bunu bir çeşit sohbetli gösterilere dönüştürüyor. Ayaküstü de olsa sohbet ediyoruz Coşkun’la. Ağırlıklı olarak ahşap malzemeyle çalışan ve “Yılın altı ayı ahşap heykeller yapıyorum, diğer altı ayı da başka üretimlere odaklanıyorum” diyen Coşkun 1980’de malum sebeplerden kapağı yurt dışına atmış ve kader onu Paris’e dek sürüklemiş. “Ben akademi eğitimi almadım, konservatuarda oyunculuk okudum” diyor ve orada dekor da yaparken sanatsal yaratılarının farklı alanlara kaydığını söylüyor.
AHŞAP YONTMALAR
“Aynı zamanda darphanede tasarımcı olarak çalışıyordum, oradaki madeni paralar ve hatıra paraları için tasarımlar yapıyordum. Hatta uluslararası bir yarışmada ödül aldım ve Paris’e geldiğimde bu alanda çalışmaya başladım. Bir yandan resim çiziyorum, desenler yapıyorum, bronz heykellerim de var ama 1980’lerden bu yana ana malzemem ahşap. Heykellerimin bazıları iç mekânlar için ama bazıları da, özellikle yanmış olanlar, dış mekânlar için. Dış mekânda ahşap heykel bulunduracaksanız bunu yakmanız gerekiyor, dayanıklı olması için” diyor Coşkun müzenin bahçesinde yer alan heykelleri göstererek.
Bazılarının ‘Yanmasa’ başlıklı bir seriye ait olduğunu görüp bu ismi tahmin ettiğim şiirden dolayı mı koyduğunu soruyorum ve yanılmadığımı anlıyorum: “Tabii… Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa? Nâzım Hikmet benim en sevdiğim şairlerden. Bazen işlerime böyle Türkçe isimler koyuyorum. Gerçi Güney Kore’deki bir sergimde de Korece sandılar bu kelimeyi. Korecenin sesini andırıyor.”
Fransa’da bir hayli seveni var Coşkun’un. Onlar adını "Koskün” diye telaffuz ediyorlar ve belki de hayatının ilk 30 yılını Türkiye’de geçirdiğini bilmiyorlar ama sanatının evrenselliği karşısında hayranlıklarını gizlemiyorlar. Sergisi 19 Ekim’e kadar Paris’te açık kalacak, olur da yolunuz düşerse bizden bir selam söyleyin. Biz de onu Arrabal’ın şiirinden bir bölümle selamlayalım: “Kurtar kendini sonsuza dek! Dağlarına veya adalarına kaç, katedraller inşa et; bu işin senin, dev canavarlara dolaplar yapmak, gezegenler yetiştirmek, denize karşı küfür etmek ve bu çürümüş dünyayı ve onun boş şeylerini terk etmek…”


