Bayram biteli epey oldu; ama söylemeden edemeyeceğim.

Bayram biteli epey oldu; ama söylemeden edemeyeceğim. Bayramların eski tadını arayanlara rastladıkça, ardarda dizilmiş bayram ziyaretleriyle uzayıp giden (çocuklar için) bitmek bilmeyen günler aklıma gelir.
Her bayramda tatile çıktıkları için ayıplanan (40 hatta 50 altındaki) anne-babaların bu kaçış planlarını, ailevi olandan uzak durma isteklerini anlamak için üretilebilecek birçok hipotezin arasına herkesin anısındaki ziyaretleri ve sıkılmaları eklemeliyim.
Günümüz orta ve üstorta sınıfının gündeminden hızla silinmekte hatta silinmiş bir davranış tarzı olan bayram ziyaretlerinin ‘usul’den olması bir çoğumuzun gençlik geçmişimizi nitelendirmek için kullandığı düzen karşıtlığını tetikleyerek ‘anti-ziyaret’ kılmaya yetmiştir.
Her kuşak gibi bir davranışı ya da tercihi kendimize özgü sanma alışkanlığına bir anlığına karşı koymayı deneyelim. Anne-babalarımızın yorgun argın vardıkları hedef apartmanlardan birisinde dış kapıyı açık bulup aranan daireye tırmandıkları anı düşünün. zil ilk çalışta açılmadığında kapıya bir an evvel kartvizitlerini sıkıştırdıktan sonra çıkıp gitme telaşının anlamı ne olabilir? Olur a, evde olmayan dost ya da akrabalar her an bir başka kapıdan çıkagelerek, yeni bir ziyareti başlatabilir.
Çok hevesli olduklarını sandığımız bu ziyaretleri anne-babalarımızın da epeyce isteksizce gerçekleştirdiklerini düşünemez miyiz? Üstelik bizim gibi anti duruş sergileme lüksüne de sahip değillerken…
Bir bayram ziyaretinde kuzenlerim ve çocuklarından oluşma bir grup ile bu konuları konuşup ahududu likörlerini yuvarlarken büyük kuzenlerden birisi her şeyi kendimize ya da dönemimize özgü sanma eğiliminin yolunu net biçimde kesiverdi. ‘Biz çocukken bir söz vardı; bayramda ziyaret adet; evde bulamamak oh ne saadet’ Anne babalarımızdan ne kadar da farklı olduğumuzu sanmaya başladığımız anda, karşımıza çıkıveren onların neredeyse tıpkısı olduğumuz gerçeği önce bir şaşkınlık yarattı. Şaşkınlığı pe-re-ja limon kolonyası ikramı ile giderdik. Çocuklar Pe-re-ja’nın açılımını ipadlerinde google’ladı. Bayram böyle geçti.

İHTİYAÇ KARŞILAMA EŞİTLİĞİ
Bayramdan hemen önce Sabancı Ünv.'de lise öğretmenleri ve rehber öğretmenlerle yaptığım bir konuşmadaki konu, ‘çocukların farklılıklarının eğitim haklarını kullanmalarına etkilerini nasıl telafi edebiliriz?’ olarak özetlenebilir. Bu konuda kapsayıcı/içerici eğitim modelleri hakkında konuşan Dr. Val Chapman'ın sunumunu temel alarak yaptığım ‘tartışma’ konuşmasından notlarımı paylaşmak istiyorum:
Eşitlik, ihtiyaçların karşılanmasındaki eşitliktir.
Farklılıklar (gelişim, öğrenme, davranış gibi alanlarda), hem ihtiyaçları hem karşılanma biçimlerini belirler.
Herkesin ihtiyaçlarını eşit karşılamayı amaçlayan bir yaklaşım herkesi kucaklayan ve kimseyi dışarıda bırakmayan bir etki yaratır. Kapsayıcılıktan (içericilik de deniyor) bunu anlarım.

Eşitlik üzerinde beyin gelişiminde eşitsizliklerin sonuçlarına bazı yazılarımda daha önce değinmiştim. Örneğin, 12-14 yaş arası çocuklar arasında beyin gelişimi ve bu gelişimin ürünü olan zihinsel yetiler ve kontrol becerilerinin gelişim hızı açısından önemli farkların olduğu,
bazı çocukların daha hızlı ve önde gittiği, bazılarının arkadan geldiği bir dönem. Ancak, bu farkların bir süreliğine olduğu, 14-16 yaş civarında en geriden gelenlerin bile açıkları önemli ölçüde kapattığı düşünülüyor (dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu –DEHB- tanılı çocukların bir bölümünde olduğu gibi). Saptamaya eklediğim öneriyi tekrarlayayım: Sınavların daha erken veya daha geç yaşlarda yapılması döneme özgü bu gelişimsel eşitsizliği kısmen de olsa telafi edecektir.
DEHB’li çocuklarda ise, bu açıklar daha da belirgin ve bir bölümünde sürekli nitelikte olduğundan ötürü, sınavlarda ve öğrenme ortamlarında zaman ve mekân kullanımı açısından dikkatteki yetmezlikler hesaba katılmalıdır. Ülkemizdeki bazı sınavlarda ek süre ve ayrı mekân gibi olanakların tanınıyor olması gibi DEHB’si olan çocuklar düşünülerek sağlanabilecek (ihtiyaçların karşılanmasını eşitleme amaçlı) ‘ayrıcalık’lar, uygulandığında sadece o çocuklara değil herkese yarar getirecektir.
Ne gibi ayrıcalıklar? Öğretmenle yakın mesafede ve temasta olma olanağı veren küçük sınıflarda olmak, çocuğun yük kaldırabildiği oranda ödev ve sınavların ‘doz’unun ayarlanması gibi… Tam da bu dönemde sorunları net tanımlanmış çocuklara tanınan bu tarz ayrıcalıkların kaldırılması ya da uygulamaya pek geçirilmemesi gibi meseleler gündemde. Zira haklar haksız biçimde uygulanıyor inancı, hakların kısıtlanması sonucunu doğuruyor. Oysa eşitliği çocukların cetvelle eşitlenmesi değil, çocukların yaşa, cinsiyete, bilişsel ve davranışsal duruma gore farklılaşan ihtiyaçlarının eşit karşılanması olarak görmeliyiz. Haksızlık bu eşitliği sağlayamadığımızda olur.